Yazı 31/12/2016 tarihli
Bar Hebraeus tarihi olan meşhur Chronography'den alınma ve ben de biraz süsledim aşağıda anlattıklarımı.
Kitabın Türkçe tercümesi var.
Ömer Rıza Doğrul yapmış.
Abü'l Farac tarihi diye satılıyor.
Tarihi Türk devlet ideolojisi dışında irdelemek isteyenler için bir kesit zira gün ışığına çıkmamış, daha doğrusu çıkarılmamış bazı çok küçük ayrıntılar bulunabilir.
Türk köleler, köle komutanlar ve güçleri.
Aradığınıza bağlı elbette.
Neyse, olaylar 800 yıllarında geçiyor.
O zamanlar Abbasi imparatorluğunda Türk kölelerin varlığı ve bazen eriştikleri siyasi gücü farketmek te ilginç geliyor.
871 yılında Abbasi Halifesi Müstain bir yere gidince, Türk köle askerler harekete geçer ve Mütevekkil'in hapiste bulunan iki oğlu Mutez ve Müeyyed'i dışarı çıkarır, Mütez'i Halife ilan ederler.
Müeyyed'in de kendisinden sonra tahta çıkacağına dair yemin ederler.
Bu arada tahtı elinden alınan Müstain'de , hakkından feragat eder.
Yeni Halife Mutez, kardeşi Müeyyed'i zaten pek te hazzetmezmiş!
Ya da hiç hoşlanmadığını siyasi gücü eline alınca farketmiş olmalı.
Türk komutanlarla birlikte, kardeşine verdiği ahit ve yeminlerden anında çark eder ve adamı aynen mapusa tıkar.
Haklarından feragat ettiğine dair bir senedi imzalayana kadar da, kardeşini sürekli kırbaçlatır.
Bir Halife bunu yapmaz yahu...
Yapar gözüm, hem de neler yapar neler!
Ama bu Halife Mutez'i, kardeşi Müeyyed'i Islami usullere göre kırbaçlatarak ( gavur usulü olmamalı, koskoca Halife gavurların taklidini yapacak değil ya) iflahını kesip, elinden her tür yazılı senet almak ta kesmemiş.
Bu defa kardeşine mapusta tilki derisinden mamül kürkler giydirmiş.
Bu elbise de elbette garibi çok sıcak tutuyor.
Yetmiyor, zavallı kardeşinin kafasını da kürkün içine sokturuyor, ellerini ve ayaklarını bağlatıp, kürkleri zavallının vücudunun üzerinde bir de diktiriyor.
Ve ölünceye kadar da öyle bırakıyor.
Daha sonra Halifemiz, Kadı ile zamanın muteber şahitlerini huzura çağırıyor.
Bunlar, tek suçu Halife kardeşi olmak olan Müeyyed'in cesedini muayene ediyor ve vücud üzerinde dayak, bıçak eseri veya boğmadan mütevellit husule gelen her hangi bir darp izi, leke, morartı bulunmadığını müşahade ve tesbit ediyorlar.
Ve Müeyyed'in eceliyle öldüğüne şehadet edilir ve böylelikle Islam Halifemiz Mutez, ülkesinin en önemli problemini de hakkıyla çözmüş olur.
Ve onlar ermiş muradına.....yooo, bitmedi.
Mutez, kardeşini gayet sıhhi ve etik usullerle mevta kıldıktan sonra, aklına Türk köle asker kardeşlerinin yardımıyla tahttan sepetlediği ve kendi halinde oturan eski Halife Müstain gelir.
Ve Türkleri anında Müstain'e gönderir.
Neyse, Türk komutanların zavallı Müstain'in kellesini vücudundan ayırmak için sarfettikleri enerji ve mesai ile özel usullere dair bir ayrıntı maalesef yok bu hususa dair tarihi kayıtlarda.
Türkler, Müstain'in kellesi ellerinde, o sırada huşu içersinde şiir okuma pratiğinde olan Mutez'in huzuruna çıkarlar.
Ve Islam Halifemiz Mutez tam o sırada kültürel aktivitelerle meşgul bulunduğundan, kayıt altında olan şu tarihi kelamları etmiş ( s.237):
'' getirdiğiniz şeyi şimdilik bırakın, şiiri bitirdikten sonra kalkar bakarım'' demiş.
Yaa, işte böyle.
Mutez, artık keyfi kıyak, potansiyel tehlike namevcut ve elbette güç gösterisi başlar.
Ve hatayı da yapar.
Türk köle askerlerin ücret ve avantalarını ödememe gafletine düşer.
Türkler de anında tavır koyacaktır. Nitekim aynen de vuku bulur.
867 yılında, silahlı Türkler Mutez'in kapısına gelir ve ücret ile erzaklarının teminini talep ederler.
Mutez yandım anam makamında hemen annesine haber salar, ne varsa kendisine göndermesini ister.
Annesinden hemen cevap gelir:
'' bir şey yok! ''
Türk komutanlar, ümmetin mümtaz unsurları, Halifenin sarayına dalar.
Mübarek Halifemizin yakasına sarılır, evvela bir ağız dolusu tükürük yağmuruna tuttuktan sonra, müteakiben de bir güzel tokatlarlar !
Saltanatı gönül rızasıyla bıraktığını belirten bir senedi yazdırıp, imzalatıncaya kadar da, kendisinden ''ricacı'' olurlar.
İstediklerini aldıktan sonrada, s.238 de aynen şöyle naklediliyor '' halife'yi zincirlediler, küçük bir odaya attılar, odanın ön tarafını ördüler ve onu ölünceye kadar günlerce bu hal üzere bıraktılar. Sonra onu çıkardılar ve gömdüler. Kendisi başkalarına ne yaptı ise aynısı ile karşılaşmıştı.''
İşte böyle.
O yüz yıllara gelinceye kadar ve sonrasında, özellikle Iraq ile Suriye'de, hatta biraz Mısır'da , çok sayıda Türk köle asker vardı. Aileleriyle birlikte, Sünni-Hanefi Müslüman Türkler. 900 yıllarında Hilafette güç olacak Şii Daylamlilerle vuku bulacak Sünni-Şii çatışmalarında da Türkler, Şiilere karşı asli güç idi. Daha sonra Selçuklular geldi, onlar da Sünni-Hanefi Müslümanlardı, Tuğrul Bey-Alp Arslan- Melik Şah vs...
Türk köleler hakkında pek yazılıyor mu, bilmiyorum. Ama bir zamanlar Abbasinin bu dönemi ve sonrasında çok güçlü konumları vardı. Halifeler Araplara değil, yetiştirdikleri köle Türklere güveniyorlardı.
İlginç ve aslında incelendiğinde kitap dolusu yazılmayı hakkeden bir husustur bu.