Friday 19 November 2021

Toronto Notları, Beluji ve Hazara Moğollar

 



2007 kışı. Hava öyle bir soğuk ki, üzerime kıyafet babın da giyindiklerimle aynaya baksam, mumya türü bir figürle karşılacağımın farkındayım.
Öyle yani!
Danforth olmalıydı, soğuktan söylenip duruyor ve bekliyorum derken el, ve taksiye atladım. Titreyerek suratıma sarılı kaşkolu sıyırıp, çoban kepeneğinden ağır, kalın ve isimlendiremeyeceğim o tuhaf ceketi de çıkardıktan sonra, sordum.
Beluci olduğu cevabını verdi şoför, çok düzgün bir Ingilizce aksanla.
Cevaben Kürd olduğumu söyleyince, birden geri döndü, beresi ve mübalağa olmasın yarım metre dikey inen sakalıyla, veee ''oh bra, ser seran, ser çavan....''la başlayıp, daha sonra anlamadığım Kurmanci kelimeleri hızla sıralayınca, deprasyon moduna girdim aniden. Saniyenin belki de onda biri gibi bir zaman zarfına sığacak düzinelerle laneti içimden, ben ve benim gibi milyonla her yaştan insanı ana dilinden mahrum kılanlara saydırdıktan sonra utanarak ve mahcub, Kürdçe bilmediğimi söyledim. Vs vs vs kıvranarak konuştum. Bu arada öfkeyle zihnimden geçenleri muhataplarıyla birlikte seslice yad etme hazırlığına girişirken, Beluci bana ''bra hangi camiye gidiyorsun, demez mi ?'' Bu defa da gülmemek için kendimi zor tuttum. Ama adamın bana içerleyeceğini de farkediyorum tabii..
Bu atağı pek te sağlam olmayan bir defansla karşıladıktan sonra, Kürdçeyi nereden bildiğini sordum ve kendisini Pakistan Belucistanından sandığımdan, yahu orada Kürd var mı diye de ilave ettim. Afganistanlı olduğunu söyleyince, kulaklarım iyice dikildi!
Yahu orada hem Beluci hem de Kürd mü var?
Evet, yalnız Kürdler lisan olarak bizle anlaşırlar, ama gelenek olarak Paştolara yakındırlar, dedi.
Şaşkınlığımı hatırlıyorum. Daha sonra ki yıllarda da içimi keder basmaya başlayacaktı.
O hadiseden bir müddet sonra Danforth'ta, içine koyun etinden deterjana, kuru yemişten terlik ve patlıcana varıncaya kadar her şeyin tıkıştırıldığı ufacık bir Afgan bakkaliyesine, Antep fıstığı (Pista) almak için girmiştim.
Antep Fıstığı rezalet ama alternatif de yok!
İçerde, Kürd halkını Merw ile Hindukuş dağlarından, Suriye cabal al-Akrad'a ( Kürd dağı) kadar olan dev coğrafyada katliam ve tehcirlerlerle bir daha da bellerini doğrultamamalarının baş müsebbiblerinden Moğol soyundan iki kişiyi aralarında konuşurlarken buldum (Hazara-Afgan Moğolu, bizim Gori Kürdlerin dağları, Hindikuşların bir kısmı onların elinde 750 yıldır). Kendi lisanlarında konuşanlardan biri dükkan sahibi ve bir şey tartıyor, diğeri de, ''du kilo basa, basa basa. Bir iki kelime daha!''
Yahu şimdi benim gibi %100 asimile biri bile anlıyor bunu. Hani Persçeyle benzerlik elbette olur ama bu Moğollar biraz bizimkiler gibi konuşuyorlardı.
Sordum, biraz muhabbet, kendilerine aynen Türkçesiyle ''Kızılbaş'' dendiğini söyledi.
Söyleyenler kim olabilir acaba, ve niye, bir tahmin edelim.
Adam Kurmanci Kürdçesine çok yakın bir dil konuşuyor. Kendisine Moğol da demiyor artık, Hazara diyor. Türk hiç değil ve Türkçede bilmez.
Ama Şii oldukları için bölgede, ülkede sadece Sünni Hanefi inanca sahip olan Türkler bunlara belli ki nefretle Kızılbaş demişler. Adamlar da ısrarla soran ve ülkesindeki Tacik ve Paştolara benzeyen bana, belki de ard arda sıralanan sorularımdan sıkıldıkları için, kestirmeden cevap verip, muhabbeti kapatmış oldular.
Daha sonraki günler de, bir kaç Afganlı Tajikle konuştum. Moğol ve Uzbekleri hiç sevmiyorlardı, anlaşılıyor. Ama hepsi aynı fikirde değildir muhtemelen.
Tam on yıl sonra burada, bir gün, oğlumun iki Pakistanlı üniversite arkadaşı eve uğradılar.
Biri, tipik Pakistanlı dediğimiz o Penjab muhaciri veya Sind, Müslüman Hindli yani.
Yalnız öbürünün hemen Paşto olabileceğini düşündüm. Tipi farklı zira.
Oğluma sordum, evet dedi.
Bir müddet sonra oğlum dedi ki: ''Arkadaşın dedesi diyormuş ki, oğlum biz Paşto değil, Kürdüz. Ama işte bu durumdayız. Ve o kadar çok Kürd varmış ki Pakistan'ın kuzeyinde yaşayan ve Paşto bilinen halkın içinde, çocuk kendisi de zaten konuşmaya bunu teyid ederek başlamış. Ama Kürdçe mafiş. Bitmişler''
Muhtemelen Afganistan'da aynı haldedir, Türkmenistan'dakiler de.
Zaten Türkmenistandakilerin Ankara'da akıl hocaları var. Artık iyi insan olsalar da, Türkiye Cumhuriyeti bunları Kürdler söz konusu olduğunda insanlıktan çıkarmak için her dalavereyi çevirir, rüşveti yedirir.
Anavatanları Xora-San'da ( Güneşin doğduğu ülke, doğu ülkesi) kendi şehirleri Merw ile etrafında bulunan son Kürdler de, Türk devletinin baskısıyla yok olmuşlardır.
Tecrübeyle sabittir zira.
Ama olsun.
Halklar ve İslam ümmeti kardeştir diyenler çok!

Thursday 18 November 2021

Boynuzlu


Çocukluğumda Anadolu, sonradan 15 yaşında taşındığım Istanbul'da da bu kelimeye rastlamıştım. İşin açığı, İstanbul'da duyduğumda şaşırmadım da değil; zira hep kasabalı ve köylülerin terminolojik dünyalarını süslediğini sanırdım bu kavramın.
Sormuştum da bir kaç defa, teyze-amca pozisyondakiler kelimeyi kullandıkları zaman: '' E oğlum, e yeğenim, buynuzlu-boynuzlu işte! Karısı şöyle, kızı böyle vs vs.''
Yıllar sonra, bulunduğum bir çok ortamda yine duymaya başlamıştım. Düşünüyorum, ''Yahu bu nedir, yani kadın kocasını aldattığında neye binaen bu boynuz metaforu kullanılıyor? Yoksa köy boğaları bir çok inekle çiftleşince mi benzetme yapılıyor, inek boynuzlu olduğu için mi?'' gibi...
Ama akabinde hemen aklıma geliyordu, ''E birader, hayvanlarda evlilik, metres, aldatma vs olmaz ki:-)).''
Sanıyorum buldum kaynağını:
'' For the next attestations, we have to turn to Chinese sources. The Chou-Shu ( written 583-666) reports that Hephtalites ( or White Huns), a possibly İranian people who occupied Bactria and Sogdia in the mid-fifth century were polyandrous; in this country brothers jointly have one wife. İf her husband has no brother , the wife wears a hat with one horn. If her husband has brothers , as many horns as they are added. A later source adds that if a man has no brothers, he would secure another as a sworn-brother, since he would not other wise be able to marry . Presumably this means that local custom was against it because the house hold would not be viable with just a single adult male.''
Kısaca, burada polyandry için verilen misal var. Aynı zamanda birden fazla erkek ya da kadınla birlikte olma geleneği olan polygamy'nin spesifik hali olan, bir kadının birden fazla kocaya aynı anda sahip olması anlamına geliyor polyandry.
Çin kaynaklarına göre 583-666 arası bir nakilde Hephtalite, aynı zamanda da beyaz Hun ismi verilen İrani kavimde, erkek kardeşlerin müşterek bir kadınla beraber olduklarından bahsediliyor. Bu geleneğe göre eğer kadın, evli olduğu erkeğin erkek kardeşi yoksa, kafasına tek boynuzlu bir şapka takıyor. Eğer erkek kardeşler varsa, kaç taneyse, o sayıda boynuzlu şapkayı kafasına geçiriyor kadın.
Daha sonraki bir kaynak ise, eğer bir erkek kardeşi yoksa, erkeğin kendisine bir nevi eskiden Türkçede kan kardeşi denen, buradaki çeviriye uygun da ant kardeşi bulması gerekiyor. Yoksa, geleneğe göre evlenemiyor vs. Muhtemelen tek bir erkekle aile geçiminin pek mümkün olmayacağına inanılıyor.
Bu tür gelenek Tibetlilerde de, Biruni'ye göre İslam öncesi Araplarda da ve bir çok kavimde de görülürmüş. Anadolu ve Kürdistana bu ilginç geleneğin ne zaman ulaştığı ya da anlatıldığına dair en azından benim bir bilgim yok. Araştırma gerektiriyor. Ama Araplar tarafından nakledilmiş olması büyük ihtimal zira meşhur tarihçi Biruni yazmış.
Velhasılı kelam, büyük ihtimalle söylentinin kaynağı yukarıda aktardıklarım olmalı. Hafızalarda bu denli canlı olmasının sebebi de belli zaten...

Sunday 14 November 2021

Pir Sultan Aptal Sahtekarlığına Bir Örnek


Pir Sultan Aptal'a ait bir şiir var bugün ki menümüz de.
Bu ısmarlama şiiri yazan da, emrini veren resmi görevli de Türk değil, belli zaten. Yazan Alevi Kürd elbette, fason imalatı yapmış, ihraca hazırlamış!
Ya da İmranlılı veya Divriğili ya da Kangallı Kürdün birinin stranı Türkçeye çevrilmiş. Zira bu civardan çok ozan çıktığını bizzat devlet destekli bazı Alevi-Bektaşi sitelerinde okudum.
Türkiye Cumhuriyetinin resmi kurumları ve üniversitelerinin tarih kürsüleri yetmez, amatör Türk nasyonalisti etnik aidiyet problemli her neviden ulusalcılar da bir yandan muhtelif yalanları elbirliğiyle tezgahlarlar.
Fakat fason şiir imalat ya da Kürdçeden çeviri emrini verenler, Türkçeden de, Türklerin ses tonlarından da bihaber olduklarından, bu düzmeceyi aynen onaylamışlar. Ama şu önemli: Türk devlet projesi zaten o zamanlar şiirin içeriğini anlamayacak Kürdlere yönelikti. Yani bizim Konya-Mersin Türkmenleri, Yörüklerine söyleyecek değillerdi ya!
O sebeble, ısmarlama mamülün sözleri arasına Şah, Ali falan, bir de işte duruma ve kafiyeye göre de yine Kürd Alevi kavramlarından üç beş adet serpiştirmek yetiyordu, belli.
Hele bir de yanına Osmanlı Paşalarını kötüleyen lanetler eklendi mi, zavallı Alevi Kürd zaten zokayı yutmaya hazır.
Nitekim de aynen öyle olmuş.
Pir Sultan Aptal'ın ''Açılın Kapılar Şah'a Gidelim'' şirinin son kıtasını aldım, şöyle yazıyor:
Pir Sultan Abdal'ım güzel şah canım
Ağlamaktır benim demim devranım
Arşta melek yerde çeşm-i efgânım
Açılın kapılar Şah'a gidelim.
Evvela hemen Pir Sultan Abdal'ın ismini bir sorgulayalım. Hesapta Haydar'mış!
İsim seçimi isabetli, zira Cumhuriyeti kuran ekip, bu ismin bizim Alevi Kürdlerce benimsendiğinin, Ali ile bağlantılı bulunduğunun gayet iyi farkındalar.
Ama, iş Pir Sultan Abdal'a gelince, makyaj patır patır dökülüyor.
Pir Kürdi/Farsi.
Hani güya Alevi inancı Orta Asya steplerinden gelip Anadoluyu kendine yurt edinen kahraman Türk ırkına, Oğuz vb Türkmenlerine ait, ilaveten gerektiğinde, yani politik durum ve ahvale göre bir de Şaman değilmiydi ?
Niye Pir ?
Ak Sakal'a ne olmuş ( bunu ciddi yazıyorum, çünki Türkçe karşılığı şu veya bu biçimde Ak Sakal'dır).
İlla da farklı kelime bulunacaksa, bir Türk olarak Ata ve Qan kelimelerine ne olmuş?
Ayrıca, madem bu inanç Türkmenlerle birlikte Orta Asya'dan gelmiş ve Şamanizmin(!) etkisi altındaymış, o zaman Türk inancında Pir karşılığı olabilecek kelime tastamam Kam değil mi ?
Kam, yani Kızılderililerin büyücüsüne muadil olan kelime ve kurumun da ta kendisi.

Ayrıca bu Sultan da Arapça !
Sonra, yine Arapça Abdal da var. Ama Türkler Abdal'a Abdal diyebilmişler mi, daha doğrusu bu Türkmen Pir Sultan Abdal kendisine Abdal mı demiş, yoksa Aptal mı?
Türkçede kelime içersinde bulunan -bd, bizzat Türkçe lisanın kurallarına göre -pt söyleniyor.
O sebeble de Abdal, Türkçe'de Aptal olmuştur ve aslında da öyledir.
Yani Haydar arkadaşımız kendine Aptal ismini veriyor ve dahası, bu isimle de güya Alevi olan Türklerin saygısını kazanacakmış!
Tam çocukça bir kurgu, ama Kürd yutuyor ya, yetmez mi!
Planlayanların da hesabı bu ve aynen istedikleri olmuş.
Bir de gelelim asıl dörtlüğe.
Açın kapıları Şah'a Gidelim, diyor.
Madem arkadaş Türkmen ve Alevilik de Türklere ait ve Şamanlıkla bağlantılı, o zaman neden ''Açın kapıları Tengri'ye Gidelim'', demiyor?
Kürdçe/Persçe Şah kavramının ( bu dini konuda) karşılığı Tengri değil mi ?
Yok eğer ''hayır efendim biz kral anlamına gelen Şah kavramını kullandık'' deniyorsa, o zaman Kağan-Hakan ne işe yarıyor ?
Oğuz Kaan-Kağanı yok mu bu Alevi Oğuz Türkmenlerinin?
İlaveten de Ulu Hanları yok mu ?
Kısaca ve özetle, Kağana veya Han'a niye gitmiyor Haydar arkadaş da, Kürd/Pers'in Şahıyla uğraşıyor!
Hele şiirde bir ''çeşm-i efganım'' deyişi var ki, bu kısa makaleyi yazarken beni hala gülümsetiyordu, yani yeme de yanında yat!
Ben Türkçeyi biraz bilirim diye düşünürüm, hayatımda ne duymuşluğum, ne de okumuşluğum var bu kıvrak şair deyimini.
Anlamını da bilmem.
Ama 1500 ler de yaşamış köylü bir Türkmen olan Haydar veya Pir Sultan Abdal, biliyormuş!

Çeşm, Persçe göz demekmiş. Görüntü falan da galiba. İşin daha da ilginç kısmı, Persçe'de şiirlerde kullanılan bir kelimeymiş.
Çeşm-i efgan ise, ''inleyen halim'' mi demek, yoksa yas tutan hal, gözleri mi, bilemiyorum.
Yani üzerinde düşünmek lazım.
Amaaa, maaşallah Uşak Banazlı mı veya Sivaslı mı olan ve elbette Oğuz Türkmeni Haydar, çobanlıktan hemencecik böyle Persçe şiirlere konu olan deyimleri falan ne de çabuk benimsemiş, insan şaşıyor vallahi!
Şu ülkede kaç milyon Türkmen -Yörük, Asyaik köylü/kasabalı oldukları iddia edilen, olan vatandaş var.
Bir tanesi bile bilir mi bu deyimi, araştırma konusu olabilir.
Ayrıca, Alevilikte Pir değil de, Türkçe sandıkları için Moğolca Dede'yi kullananlara sorulsa, aralarından bilen çıkar mı, aklıma geldi şimdi!
Kürd nasıl olsa düşmüş tezgaha, ne versen Alevilik adına, yutmaya hazır.
Yutmuşta ezici çoğunluğu, yani Türkmen Aleviliğine transfer olmuş Kürdlerden bahsetmiyorum artık.
Hala Kürd kalan Kürdlerden bahsediyorum.
Bu facianın tam gaz yayılmasında Türkiye solunun da büyük katkısı oldu.
Artık yapılabilecek bir şey görünmemekle birlikte, bu ve benzeri sahtekarlıkları her veçhesiyle sergilemekten de geri durmamak lazım.
Yaptığım da budur.

Saturday 13 November 2021

Ali ile Şeftali ve Zerdali Kelimeleri


Kurmanci Kürdçesinde sessiz sedasız duran, ancak ya da muhtemelen ''iyi konuşma ve yazmayı'' bilenlerce yapılan tarif ve tasvirlerde elzem olacak bir kelime, ali dir.
Fonetik itibariyle ve Arabi alfabeyle yazımı ''alif+lam+ i'' dir. Eli-Ele-Ale-Elu vs vs vs değil, Ali.
Yani şöyle söyleyeyim: Arabi Ali ve şahıs ismi değil, Kürdidir ve o sebeble aynen Ali söylenir, Eli değil.
Michael L.Chyet'in ( daha son zamanlarda verdim linkini) Ferhengasında ''ali'' için şöyle yazıyor, s.4 : side , direction = kenar/taraf, yön...
Aliye Rojhilate '' doğu'ya doğru, doğu'ya bakan taraf, yön, yüz(ü),'' gibi.
Mesela ''Ali Boğazı'' ismi geçer, bir kaç yerde hatta. Akla ilk gelen de bölgede bir boğaz'a Ali isminin verildiğidir, değil mi ?
Bu isim, Kürdinin genelde başına getirilmiş facianın boyutuna işaret eden esaslı bir örnek ve asimilasyonun tahribatını yansıtıyor. Zamanla ''doğrultu, taraf vb.,'' anlamlara gelen ali kelimesi sanki özel isimmiş gibi kullanılmış, yanına da Türkçede kullanılan boğaz iliştirilmiş. Hemen ilave edeyim yeri gelmişken, Türkçe de kullanılan boğaz, yanlıştır ve aslının art kelimesi olması lazım. Mesela Gülek boğazı değil, Gülek artı olması lazımdı.
Art kelimesi ebette Türkiye Türkçesinde literatür ve toplum hafızasında da mevcut değil. Zira Türkçe ülkeye birilerince dışarıdan impoze edilmiş bir lisan izlenimi uyandırıyor, bu çok daha kapsamlı bir tartışma konusu, burada geçelim.
Burada Ali Boğazı isminde kullanılan boğaz Kurmanci ali ile açıklaması yapılan bir ismin yerine ikame edilmiş, belli.
Yani aslında burada ali ile kasdedilen '' ......... yönü, mevki, bakan taraf vb.,'' gibi , ismi mesela örneğimizde olduğu gibi boğaz'la ikame edilmiş bir yerin, geçit vb., tarifidir.
Yani ali, yukarıda da belirtmiş olduğum gibi, bildiğimiz Arabi Ali özel ismi değildir.
Toponiminin Kürdistan tarihi için en elzem kaynak olduğunu, tarihle ilgilenenler hızla farkedeceklerdir. O sebeble dikkat çekeyim dedim.
Şeftali ile Zerdali'nin ise Persçe'den Osmanlıca'ya girdiği ( daha doğrusu Persçe zaten Osmanlıca'nın ana kuruluş kaynağı olması lazım) yazılır, doğrudur.
Her iki meyvanın da İran ve Anadolu ile Mezopotamya'ya Çinden getirildiği, tanıtıldığı yazılıyor , ilginç.
Evvela bir bunu belirteyim dedim, zira kendim de şaşırdım.
Her iki meyvada birleşik isim, Şeft+alü, Zerd+alü gibi.
Bu +alü ise bir nevi erik demek.
Türkçe'de Alıç denir ve elbette ''Her Şey Türktür'' şiarına uygun Türkçe sanılır.
Orta Anadolu'da bir zamanlar meralar ve tarlalar da bulunurdu ağacı, şimdi ne durumda bilmem.
Alüj-Alüç-Alıç formlarında yazılan kelime Kürdidir.

Tuesday 9 November 2021

Farsi'de -an Soneki ve Kürdi Karşılığı ile Çoğul Üzerine


Kürdi gramer çalışmaları ne alemde bilmiyorum. Ama çok zayıf olduğu belli. Mesela -an soneki için detaylı bilgi veren Kürdi kaynak bulamadım. Tesadüfen Farsi-İngilizce bir sözlükte buldum. Aslında hemen hemen aynı anlamlarda Kürdi'de de olması lazım, aklıma gelen bu. Dolayısıyla konuyu çok kısaca deşeyim istedim. Evvela bir açıklamayı vereyim -an soneki/kelimesi üzerine, İngilizce ve kısa:
-an, ''That. Time. Salt. Taste, flavour. Beauty. Any thing elegant or excellent. Under- standing. Wine. Then, that ,time. -an, in composition denotes possession : as, az ani man. Of or belonging to me, mine.
-an is added to animate nouns to form plurals: as, mard, A man, mardan Men. It is added sometimes to form the pl. of inanimate objects: as,dirakht, A tree, dirahtan. Trees. It also forms nouns of agency : uftan, Falling, khezan . Rising.''
Türkçeye çevrilince: Şu. Zaman. Tuz, tad. Güzellik. Zarif ve mükemmel olan her şey. Anlamak.
Kompozisyonlarda ''sahip olma, iyelik, malik olma'' anlamlarını verir, bana ait, benim vs.
Canlı isimlere çoğul eki; cansızlar ( ağaçlar dahil) için de.
Dirahtan ( ağaçlar) örneği verilmiş.
Gramer de ''actor/agent'' -ya da muhtemelen fail olmalı- eklendiğinde bir şahsın fiiline işaret edilmesi. Uftan ''düşen-düşüyor,'' ile khezan ''yükseliyor-yükselen,'' gibi.
Kanaatimce bu anlamların önemli bir kısmı Kürdi'de mevcut. Çoğul anlamı başta olmak üzere. Tabi bu arada Kurmanci'de ( Zazaki kaynak an itibariyle yok, o sebeble örnek veremedim, özür dilerim dostlar) farklı bazı çoğul ekleri de var, dikkat çekeyim, zira belirtilmesi gerektiğini farkettim. Çok yazılmıştır elbette ama bu hususa dikkat çekmek benim gibi Kurmanji yazma ,konuşma ve hatta anlamaktan aciz birine kalmış galiba, hesabı yapılsın artık. Şimdi bu -an dan başka Kurmanci de -id çoğul soneki vardır, hele hele Kuzey Kurmancisinde...
Yetmez, bir de -a vardır bakın, yarın bir gün toponimik bir okumayla karşılaşılabilir. Mesela Soane'nin verdiği örnek var ( çoğaltılabilir) Kurmanj+a, Kurmanca, Kurmanclar, gibi. Hele önce verdiğim -id var ya, o -id, bir başka alemdir, tarihle ilgilenenler dikkat etsinler, daha rahat tartışır, konuşuruz.
Bu arada, daha evvel konuya ilişkin yazmış olmakla birlikte, yukarıda geçtiği için direk kelimesine bir daha değinme zaruriyeti hasıl oldu.
Direk kelimesi Farsça.
Ama Türk etimologlara bakın, Türkçe diyorlar.
Mesela Nişanyan ve alayı ( bu alay kelimesini de buldum, yazarım).
Kaynakları da Şıracı-Bozacı şehadeti meselesi, elbette bildiniz, Kaşgari !
Bu Kaşgari meselesi tahminimden de ciddi bir sahtekarlık örneği oluşturuyor bence. Müthiş bir akademik çalışma alanı olurdu.
Neyse, Farsi -an sonekinin Kürdi'de de aynen Farsi'de bulunduğu gibi çok yönlü kullanıldığını sanıyorum. Umarım zamanla Kürdiyi de kadim bir lisan olarak akademik platformlarda üzerine titizlikle çalışıldığına ve gramerinin de tüm veçhesiyle incelendiğine tanık oluruz.

Monday 1 November 2021

IT, Türkçe Olanı Değil, Film İsmi

 


IT
Türkçe olanı değil. Bir film ismi; daha doğrusu dünyaca meşhur korku romanı yazarı ABD'li Stephen King'in bir kitabının uyarlaması.
Istanbul'dan Orta Anadolu'ya taşındığımda, yazarın Türkçeye çevrilmiş ne kadar kitabı varsa, hızla hatmetmiştim. O kadar etkileyici ki, Türkçe çevirilerdeki yandım anam yanasıcalar makamından kepazelikleri o zamanlarda dahi farketmiş olmama rağmen, müthişti çoğunluğu.
Bir kaç hafta evvel, yirmi yıldan uzun bir süredir tedavülde olanının yerine çekilen filmin yeni versiyonunu oğlumla izlemeye gittik.
Ülkede şimdi bu sinema salonları ne alemdeler, modernize faslını vs bilmiyorum. Batı dünyasında sinema komplekslerinde beş-on yirmi vs salon olur. Her birinde ayrı film, veya bazı salonlar lüks koltuk gibi kolaylıklarla aynı olanlarından da sağlar. Elbette üzerinde rakamlar ve genelde de kraliçe falan bulunan o kağıt parçalarından biraz fazla nakdi göze almanız kaydıyla.
Salon ufaktı ve seyirci sayısı da tahmin ettiğim gibi azdı. Bendeniz merak ve dikkatle izliyorum filmi. Zira yazarı biliyorum, romanlarını okudum, uyarlanan filmlerini izledim.
Filmde çocuklar aralarında küfrediyorlar vs.
Hoppalaaaa...
Tam arkamda ve genç bir çiftin erkek olanı sesli, bir kaç çift mendebur da önümde ve diğer bir takım sıralarda, her küfürde farklı zırıltı tonlarıyla kah gülme, kah kahkaha moduna giriyorlar.
Yahu neden ?
Ulan dedim. bunlar da mutlaka benim gibi Ortadoğulu, Asyalı, Afrikalı vs dir..
Sebebi de gayet basit; ülkemizde malüm sansür var. Filmlerde devlet büyüklerimiz, ordu ve polisimiz, yargı vs vs vs mensuplarımız hep namuslu-dürüst-babacan-harbi insan evladı vaziyetlerinde tasvir edilmek zorunda.
Mesela kahraman polisimiz, karakolda torpili olmayan garibanın anası ve dahi avradına, yani işte selam kelam, babacan, rüşvet yemez, lokantada avantadan zıkkımlanmaz vs
Subaylar ise eğitim alanlarında eratın en azından baba annelerine kadar uzanan soy ağaçlarına değdirmeden vazifelerini layıkiyle icra edemezler.
Ülke vatandaşları olarak, sabah akşam ilk okul itibariyle öğretmen, polisi, subay, muhtelif devlet aygıtı bürokratından sanki duymaya alışık değilmişiz gibi, sansür heyeti Kemal Sunal'a o kendine has tavrıyla ''eşoğleşek'' tabirini özgürce terennüm izni verdiğinde, kahkahalarla milletçe güldüğümüzü nasıl hatırlamam!
Ya da, batı filmleri, başlı başına bir teknolojik ve sosyal -kültürel ve çeviri faciası arzetme yanında, aman yarabbi dedirten dublajlardan hafif hafif yırtmaya başladığında . Ve Türkçe dublaj'dan alt yazılıya geçilmiş hallerine bir dikiz...
Mesela, ülkede son izlediğim, Türkçesini unuttum, A Few Good Men isimli, Jack Nicholson, Tom Cruise, Demi Moore takımının yer aldığı ABD ordusunun Küba Guantanamo'da bazı yasa dışı disiplin vakıalarını işleyen filmdi.
Alt yazılıydı.
Her İngilizce sinkaf'ın alt yazılı Türkçe çevirisini müteakip salonda uğultuyla karışık ve muhtelif oktavlarda gülme sesleri duyuluyordu.
Bir de, ABD'li komutan Jack Nicholson mahkemece darp edildiğinde salonda ki izleyicilerin hatırı sayılır bir kısmının histerik sloganlar ve kulak zarı patlatan alkışlar eşliğinde ''rahatlamaları da'' kayda değer bir anı.
Gerçi vatandaşın, yasa dışı bir işlemin tesbitine mi, yoksa kardeş Küba devlet ve milletini darb eden Emperyalist ABD'li generalin tutuklanmasına mı avuç içlerini feda ettikleri de hala tartışma konusu olabilir, yani.
Aklıma bunlar da geliyordu IT filmini izlerken. Ben pür dikkat izliyorum. Korku filmi. Çekim de fena değil.
Bremen mızıkacıları her küfür de muhtelif ses tonlarıyla gülme seanslarını icra ediyorlar.
Ne halt etmeye gelirsiniz Stephen King filmine yahu!
Bittikten sonra salondan ayrılırken ummadığım bir manzarayla karşılaştım.
Genci ve yaşlısıyla küfürlere kahkaha atmayı pozitif tepki sananlar tahmin ettiğim sosyo-etnik kategori, yani bizden değil gibilerdi.
Demek ki her sosyo-etnik gruptan öküz çıkıyormuş.
Not: Dört yıl önce yazılmıştır.