Sunday 10 September 2023

Anti-Emperyalist Buğday ve Un İthalatına Hayır!

Bu konuya daha evvel değindiğimi hatırlıyorum. Ama bizim Türk solcularıyla bunların içi ve periferisinde bulunan Kürdlerin mesajlarını izledikçe, açıklama, slogan ve retoriklerinde yegane tutarlı metodolojileri olan bilgisizlikleri dikkat çekiyor.
Türk sağcısı-şeriatçısı-Atatürkçüsünden bahsetmeye zaten gerek yok, kategori dışılar ve onlara bu sloganlar geleneksel hamasetten ötürü daha fazla uyar, ama bizimkiler bir başka canım, ne de olsa Türklük ideolojisinin her derdine deva bu retoriğin patenti solda bulunuyor.
Velhasıl cemi cümlesi kelimesi kelimesine aynı kelamı sarfediyorlar.
Anti-Emperyalizm!
Kendini Türkler görenler bu sloganı bir veba gibi Kürdlere de bulaştırmışlar. İşin gırgırı Kürdler Türklere ''emperyalist uşakları-işbirlikçi Nato'cu işgalciler vs'', diyeceklerine, kendini Türk görenler Kürdlere emperyalist uşağı diyorlar!
Son zamanlarda anti-emperyalist sentimentin en hoş biçimiyle karşı karşıyayız.
Halklarımız, buğday ve un ithalatına karşı çıkarken müthiş tek yürek bir milli performans sergiliyorlar.
Yabancıya 750 000 ton buğday ithal edilerek para ödeneceğine, yardım yapılsın ve çiftçiler boş bıraktıkları tarlalara buğday eksinlermiş!
Yani Türk çitçiler tarlalarını ekmiyorlarmış!
Yahu bu kendine Türk denilenler bir metre anız-tarla sınırı için adam keser. Mesela ülkede Yörüklere müsaade edilsin, tarlayı boş bırakmak neymiş, üzerindeki Arapça yazılı taşlarını bile tınlamaz, vallahi en başta da evliyaların türbelerini yıkar, yerine buğday-arpa ekerler.
Ortalıkta da bizzat kendi ana babalarını öldüklerinde gömecek mezar yeri gomaz bunlar şart ossung!
750 000 ton buğday, eğer kilosu 50 cent ise 375 milyon dolar yapar.
Ülke buğday üretiminde bu rakamın ne kıymeti olabilir ki?
İslamcı-Türk vatanseveri ve devlet başkanı Tayyip Erdoğanın oğlunun asker arkadaşında vardır bu meblağ artık.
Ama canım şimdi anti-emperyalizm sloganı atmak dururken, Türk solcusu olarak işimiz gücümüz yoktu da dünya buğday borsalarını mı takibedecektik yani!
Bu arada un ise asla ithal edilmezmiş.
Edilmemeliymiş !
Niye ?
Emperyaliste, yabancıya değil, milli sermayeye yardımcı olmalıymışız.
Burada gavurun sermayesi emperyalist, emme velakin Karamanlı Un değirmenci-fabrikatörü Hacı emmi ve ambarında istifli un çuvallarıysa Milli veee bildiniz, elbette anti-emperyalist!
Ben fırın işini biraz bilirim. Bir gün Türk fırın makinası imalatçılarının sergiledikleri malzemelerin fotoğraflarına bakıyordum.
Daha evvel hiç rastlamadığım bir alet gördüm.
Araştırdım, ''un eleme'' makinasıymış!
Düşünebiliyormusunuz, Milli anti-emperyalist değirmenci Hacı emminiz kendisi çuvallamadan evvel otomatik makinalarda elemesi gereken unu, fırıncıya elettiriyor !
Ama boş verin laflarımı.
En azından un ithaline karşı çıkarak, emperyalizme milli bir darbe vurmuş oluyoruz.
Un daha kaliteli olsun, daha düzgün ekmek yiyelim falan önemli değil, yeter ki emperyalizm kahrolsun, yürüyelim arkadaşlar!

Friday 8 September 2023

Avustralya'da Günlük Hayattan Kesitler ve Anzac Day


Avustralya ve Yeni Zelanda'da 25 Nisan Milli bayram. 1915 Çanakkale kuşatmasina bu her iki ülkeden de birlikler katilmış; ismini ordu birliğinden aliyorlar...
Kendilerine bir tarih yarattıkları için, milli bazi günlere ihtiyaçlari var elbette, ne yapsın adamcağızlar...Ingiliz kolonisi olmaktan kurtularak, zamanla yer kürenin her köşesinden göçmene kucak aciyorlar.
Burada kendisine asil Avustralyalı diyen, genellikle Ingiliz-Keltik asıllı göçmenler bu tarihe sahip cikiyorlar. Mesela birkac tanesiyle konusmustum; adamlara Osmanli'nin o zaman Avustralya diye bir devlete savas acmadigini, aslinda boyle bir yerin varligindan Talat-Enver paşaların haberlerinin oldugunun bile şüpheli oldugunu, isim vermeden anlatmaya çalışmıştım
Ama bu arada elbette Ata'miz da Çanakkalede canini siper ederek, bu Anzac'lara karsi vatanı savunuyor ve Osmanlı askerlerinden kendilerini feda etmelerini yüksek ses ve sert emirlerle talebediyordu.
Neyse, bazi izlenimlerinimi aktarmak istiyorum sizlere; Avustralya'da yaşadığım şehre ilk geldigimde, tabiatiyla biraz gezip dolaşmıştık, kisa bir süre önceydi bu...
Şehrin ana meydanı sayılan yeri ilk gördüğümde, bir boşluk hissettim adeta; malum memlekette, her il, ilçe ve nahiye, hatta iri belediyelik yerleşim merkezlerinde, Ata'mızın muhtelif ebad ve boy'da, bıyıklı bıyıksız, kalpaklı, şapkalı veya bunlarsız, kah şahlanmis bir at üzerinde, kah yanı başında muasır medeniyet seviyesine uygun kıyafetli olduğu anlaşılan gençlerle; ya da öküz tarafından çekilen kağnı yanında, kendisini iki büklüm kılmış ve sonradan top mermisi olduğu izlenimine milletce vardığımız omuzuna attığı o dev mereti taşıyan nineyle, artık adını aziz Turk Milleti koysun, her ahval ve şeraite uygun heykel ve büstlerine alışığız.
E burada vallahi ilk etapta hiç heykel ya da büst görmedim.
Ne biçim adam bunlar, anlaşılır gibi değil!
Bunların hiç Milli Önderleri yokmuydu?
Ne bileyim işte, haydi hak verelim, bu Ingilizlerin bizim Irk kadar katırla beygirle falan işleri olmadı, anlaşılır.
E birader bari kanguru sırtında bir Ata ve kurtarıcı heykelleri olsaydı...
Yok Allah( CC ) yok!
Ama elbette, ben çok yeniydim bu şehirde; neyse bir kaç gün evvel, daha önce hiç görmeye fırsat bulamadığım nehir kıyısına doğru şehrin ana caddesinde yürüyüşe çıktım...
Karşı kaldırımda, çok sevdiğim bir arkadaş olan hemşerimiz Nuri'yi farkettim...
Nuri, bu kasabaya benden evvel yerleşmis, bize karşı çok saygılı, dost bir arkadaş.
Aslen Bitlis'li...
Kendisi çok afedersiniz Kürd; ama biz Türklerden çok daha fazla Ulusalcı diyebilirim.
Mesela her görüştüğümüzde Milli takımımızın başarılarından, Cim Bom'dan bahseder...
Allah var, bir gün bile Diyarbakırspor'dan söz etmemiştir!
Üstelik, benim dükkanın alt tarafında, tam köşede hamburger satan o kendini beğenmiş Yunanlıya da, arada bir saydırır!
Yani bu kadar vatanına, milletine düşkün biridir bu Nuri...
Elinden de çok iş geliyor; elektrikçilikten anlar, beyaz eşya tamiri yapar falan..
Kaç gündür hanım kafamı şişirip duruyordu;"beni her gün eşşek gibi on saat çalıştırıyorsun dükkanda, millet calışarak bari ücret alır, bizse çalışarak elimizdeki parayı kaybediyoruz; yetmiyor eve geliyoruz yorgun argın, çamaşır makinası çalışmaz, yeter be adam, nedir bu çektiğim!", falan diye dır dır da dır ...
Bari Nuri'ye haber vereyim de, bir baksın bu nalet çamaşır makinasına dedim.
Bir hususa değineyim, eğer Bati ülkelerine gelmek isteyen falan olursa diye; kardeşim, bu memleketlerde kadın erkek ciddi ciddi eşit !
Yani, allah korusun boşanma falan icin bir mahkemeye düşerseniz, hele bir de küçük çocuk varsa, vallahi yandınız!
Hakimler hep entel-liboş burada...
Malı mülkü anında kadına takdim ediveriyorlar; mazaallah, işin içinde cascavlak ortada kalmak da var; nitekim bir çok Turk evladının başına geldi bu durum...
Şimdi bakın; tamam, ben de kadın erkek eşittir diyorum...ama...e şimdi nasıl olurda bir kadın Atamız Atatürk'le eşit olabilir, değil mi ama!
Burada durup Cinci hocanın görüşlerini savunacak degilim elbette.
Bana kalırsa, en doğru tavrı Sn.Başbakanımız Recep Tayyip Erdogan Beyefendi koydular...
Başbakanımızın Türk kadınına son talimatını hatırlamak lazım; Türk kadınının ilk vazifesi, ortalama üç adet doğurup, onları Ataturk ilke ile Milli ve manevi değerlerimize uygun birer Türk olarak yetiştirmek olmalı!
Bundan daha veciz, daha ulvi bir kelam olabilr mi?
Elbette iki oğlan bir kız olmasi tercih edilir...Işin icinde, ırkımızı devam ettirmek için bir de yabancı damat falan aramak zorunda kalmak ta var, Tanrı korusun!
Başbakandan bahis açılınca, aklıma Sn.Recep Tayyip Erdogan'in Uygur Türklerinin ülkesi, atalarımızın kaynağı olan topraklara son ziyareti geldi, bir kaç hafta evveldi...
Orada Başbakanımız, ırkdaşlarımızla fotoğraflar cektirdi...
Yahu bu ırkdaşlarımız, ne bize, ne Sn. Basbakana, hele Allah göstermesin ATA'miza hiç mi hiç benzemiyorlar!
Daha çok kendilerine dünyayi zından eden Çinlilere benziyorlar...
O zaman aklıma gelen şu:
Demek ki Çinliler'de Türk!
Zaten çay'a onlarda çay diyormuş.
Konuyu dağıtmayayım; işte arkadaşımız Nuri'yi karşı kaldırımda görünce, beni farketsin diye ellerimi sallayarak kendisine seslendim, '' heyy Nuri, ne haber yahu'' gibi, yani beni duysun diye, bir merhaba falan...
Birden farkına vardım ki, önümde yürüyen insanlar, dönüp olduğum tarafa doğru bakıyor!!
Ben anında uyandım arka tarafımda bir şeylerin cereyan ettigine ve bu defa dönüp, geriye bakarak ortalığı kontrol ettim.
Haydaa, geridekiler de dönmüş, benim oldugum tarafa bakıyorlar, iyi mi!
Ülen, içimi aldı mı bir korku şimdi; acaba bu gavurlar arasında bir husumet falan mı var, malum ulusalcı, solcu, dinci hatta Allah etmesin bölücü buralarda da mevcut, çatışmanın arasında kalıp, başımıza iş almayalım...
Neyse, uzun sürmedi, bazıları sırıtarak, bazıları da bana doğru bakıp kafalarını sallayarak yollarına devam etti.
Hiç olmazsa, korktuğum başıma gelmedi.
Bu arada da Nuri, beni duymadı ve gözden kayboldu...
Şimdi asıl mevzuyu dağıtmış olmayayım.
Neyse ,nehrin kıyısına yaklaşırken, birden gördüm o'nu ...
Yani, heykel veya büstü.
Takriben bir metre yüksekliğinde bir platform üzerine oturtulmuş, yüzü nehre dönük irice bir büst...
Yani simdi birden içimi heyecan bastı...
Zaten uzun zamandır Istiklal marşımızı bile okuyamamıştım; bulunduğum yer ise, zaten dış temsilcilikler ile Kıbrıs'a pek yakın da değil, işin gerçeği...
Heykele yaklaştıkça, adımlarım bir başka şekle bürünmeye başladı; daha bir düzenli, topuklarım yere daha bir tok vuruyor, yani!
Ne de olsa Asker Milletiz!
Zaten ilkokul birinci sınıftan itibaren Ata'mızın ilke, devrim ve düsturlarına uygun adım marşlar eşliğinde hazırolda durmayı binlerce defa tekrar ederek uyum sağlamayı öğrenmiştik, malum...
Heykele iyice yaklaştım, "esas duruşumu" gösterdim ve tüm duygularımla gırtlağımı da şöyle sesli biçimde temizledikten sonra onuncu yıl marşına da tam başlayacakken, bir de ne göreyim?
Yahu koca heykel, bir romancı yazara ait değilmiymiş!!
E vallahi bu kadarı da olmaz canım!
Arkadaş, bu adamlarda hiç milli gurur yok mu?
Yani bu Avustralyalıların vatanı hiç kurtarılmamış mı kardeşim?
Demek ki Avustralyalılar bizim bazı Türk sosyalist liderlerin isimlerini hiç duymamış, dolayısıyla da ilham alamamışlar.
Eserlerini okuyup, demeçlerini dinleyebilselerdi, bir insanin ayni anda "hem milliyetci, hem komunist, hem demokrat hem de Ataturkçü" olabilmesinin sırlarını kestirmeden öğrenebilirlerdi...
Elbette muasır medeniyet seviyesine ulaşmanın yolu, ilim ve irfandan da geçer.
Fakat ya kahrolası emperyalizm Avustralya'yı işgal ederse, o zaman onların top, tufek,helikopterlerine karsi kitap, roman, kirtasiye malzemeleriyle mi savunacaksınız vatanı, birileri neden anlatmıyor bunları Avustralyalılara yahu ?
Bence bizim memleketteki mahallenin kasabı Osman'in büstünü dikseler daha iyi olurmuş...Hic olmazsa et, sucuk, pastırma satıyor, bir işe yarıyordu adam...
Satın alıyor, çoluk çocuk yiyiyorduk işte...
Velhasıl, siz siz olun, her ebad heykel, büst ve ilkeleriyle ATA'mız ile şanlı ırkımız ve tarihimizin kıymetini bilin...
2016.
not: bu yazıyı sanırım beş ya da altı yıl evvel kaleme almıştım. Bir kaç ehemmiyetsiz ilave-çıkarma yaptım, alfabeyi düzelttim.