Saturday 28 October 2017

Sis Kelimesi / İsmi, Hangi Lisana Ait ?



Sis Kelimesi Hangi Lisana Ait ?

Sis kelimesinin anlamı için Nişanyan'ın sözlüğüne bakıldığında, karşısında  ? soru işareti görünüyor.
Kökeni meçhulmüş, öyle diyor.
Malüm literatür ve günlük lisan da bilinen, duyulan ve kullanılan  bir kelime.
Hatta Medieval dönemlerde Cilicia, şimdiki Maraş-Adana-Mersin Toroslarının bir kısmını da kapsayan Ermeni krallığının ( Lesser Armenia) başşehrinin ismi de Sis idi.
Sonradan isim Kozan'a çevrilmiş, Adana'nın ilçesi.

Sis aynı zamanda da Giresun'un Görele ilçesindeki meşhur bir dağın ismidir.
Gezi rehberlerinde gururla yazılan  yaylasının ismi de Sis.
Cumhuriyet Türkolog/tarihçi ile halefleri ve dahi TDK, ismi muhtemelen Türkçe sandıklarından, yerine bir adet ''türetip'' değiştirmeye bile kalkışmamışlar belli, hala duruyor kelime ve de isim.

Demek ki kelime Ermenice değilmiş, yoksa bilinirdi, en azından Sevan Nişanyan yazardı sözlüğünde.
Rumca da değilmiş, olsaydı o da çoktan yazılmıştı.
Arapça veya Persçe olsa, yine bulunması ve tesbiti kolay olurdu.

Süryanice de değil. Gürcüce de!

Neden bulunamıyor dersiniz ?

Çünki Sis kelimesi Kürdçe'dir de, ondan: ''safi beyaz, bem beyaz'' anlamına gelir.
Kaynak: p.555: sis سيس   Kurdish-English Dictionary , Michael L. Chyet

Diğer verilen  Kürdce anlamları ise '' solmak, sönmek, geçmek, tedricen gözden kaybolmak ; sararıp solmak ; zayıf, donuk, baygın, belirsiz.''

Giresun Sis dağı'nın fotolarına bakanlar, dağın üzerinin bembeyaz olduğunu göreceklerdir. O zaman soru şu; bu Kürdce ismi Giresun'da bulunan bir dağa kimler vermiş olabilir?
Onu da yazacağız bir gün.

Wednesday 25 October 2017

Eşek Gibi Zırlamak ile Ayı Gibi Hırlamak

Zırlamayı eşeklere, metaforik olarak ta insanlara yönelik kullanıyoruz. Hırlamayı da yine, ayı ve köpeklere, metaforik olarak ta insanlara.

Peki bu kelimelerin kökeni nedir diye sorsak ve sözlüklere baksak, onom. ''ağlama sesi,gırtlak sesi, ayı sesi, eşek sesi vb.'' ile  bir çok benzeri kelime bulabiliriz.

Ama her kökeni belirsiz kelime gibi, bunun açıklaması da eften püften belirlemeler ve bir evvel ki sözlükten aynen kopyala-yapıştır gelenek ve mantığıyla,  aynen gürültüye gider.

Zırlama- Hırlama kelimelerinin baş harfleri Z ile H'yi  bir anlık atalım, önümüzde belirecek
olan , '' ırlama -ırlama,'' yani aynı kelimedir.

Hııım diyecekler  vardır şimdi sanırım.


Türkçe'de Y ile başlayan bazı kelimelerde , bu harfin düştüğü,muhafaza edildiği, ya da farklı olanıyla ifade edilenler olabiliyor.

Mesela , kaynaktan aynen aktarayım,

1. Yılan kelimesi :  ilan-yilan, 
2.Yıldırım :  ıldırjan-yaltıra-j(z)ıltıra- dz(j)ıldırım,
3.Yüz( surat) : üzi-yüz,
4.Yedi : idi, yete-yet.-yetti
5.Yetmiş : itmiş-yitmiş  
6.İpek: Uzb.ipex, ET. yipek,

Bir tane de ben ekleyeyim: İlduz-Yıldız...

Kelimemize gelince, şimdi sıkı durun :

Zırlamak meğerse Türkçede şarkı söylemek demekmiş : '' irla " sing songs! " = Divan yirla-, Chag. yirla-, Karakalpak dzirla-  "to sing."


Burada iddia edilen kelimenin esasen ''yırla'' yani ''yir-yır'' olduğu, ama diğer formların da geçerli olduğuna dikkat çekelim. Karakaplaklarda ise Jırla ( J z gibi ses veriyor) ve Osmanlıya'da Zırla olarak transfer olmuş.
Hırlamak ta bir başka versiyon.

Velhasılı, eşeğin zırlaması ile  ayı ve  itin hırlaması, aynı kelime.
Yani şarkı söylemek ile Türkü çığırmak. 

Tabi bu durumda ''çığırmak-çağırmak'' kelimesinin anlamı da merak edilebilir.

Tuesday 24 October 2017

Şaklaban

  
Şaklaban Kelimesi Üzerine,

Bu kelimenin sosyolojik / etnik hatta coğrafik karşılıkları var. Bunları az da olsa deşmeden yapılan etimolojik çalışmalar, ister istemez yetersiz kalmaya mahküm.

Şaklaban kelimesinin anlamı ve etimolojisine yönelik  bir kaç sözlükte yapılan açıklamaların, kanaatimce pek üzerinde durulacak yanları yok, o sebeble de  buraya almadım.
Zaten bu kelime için yapılan yeni bir araştırma ve bulgu  olduğuna dair de bir belirti yok. Varsa da, ben maalesef okuyamadım. Eğer benden evvel bulup  yazan olduysa, hem takdir , hem de gıpta ederim.

Kelime  bir çok kitapta geçiyor, en başta da medieval tarihte.

Evvela bir nerelerde geçtiğine bakalım, bulabildiğim, okurken rast gelebildiğim kadarıyla.

1-) Tabakati Nasıri, Vol II : p.318. Burada çevirmen  Moğolların Merw de insanlara yaptıkları zulüm ve burun-dudak kesme gibi vahşetleri naklederken, döneminde ki benzeri uygulamalara dikkat çekiyor ve bu arada bize lazım olan  Sag-lab kelimesini kullanıyor : '' The Mughals went and brought back with them the persons named, and, with the aid of the rack and other tortures, succeeded in extorting the money ; and, besides these unfortunates, nearly 10,000  other persons were tortured to death.After this, the Majir-ul- Mulk was mutilated by having his ears, nose, and lips cut off-~the fashion of the “ Sag-lab” Montenegrin and Bulgarian “heroes ” of the present day (...)''.

- Not düşmüşüm kitabı okuduğumda : ‘’Bu Sag-lab dediği Saklab+an , yani Türkçedeki Şaklaban  olmalı.’’

2-) Aynı eser, p.450-455 . Yazar bize Moğol Batu Khan’ı anlatırken kelimemizi kullanıyor : '' When Tushi, ( Juji, my note) the eldest son of the Chingiz Khan as has been previously stated, was removed from the world for conspiring against his father, several sons survived him, and the eldest of them all was Batu. The Chingiz Khan installed him in the place of his father,and all the states of the tribes of Turkistan , from Khwarazm,Bulghar,Bartas, Saklab,as far as boundaries of Rum,came under his sway; and, in that region , he subjugated all the tribes of Khifchak,Kankuli,Yamak, İlbari(Albari), Rus, Charkas (...).''

  • Yazar yukarıda Moğolların etki alanlarından bahsederken, Khwarzm’dan başlayıp, batıya doğru coğrafik bir hatta bulunan ‘’Bulgar,Bartas ( çok ilginç, burası neresi ?) Saklab ve taa Rum sınırlarına kadar,’’ diyor.Bir Saklab daha...

3-) hudud al alam  ,

p.79 : (not almışım) şaklaban kelimesi olmalı bu , Trakya civarı veya batısında bir nehirden bahsediyor, belki de Meriçtir : '' Another river rises in the west of the country Rum ( Bizans) , from the mountain Bulghari , and follows (hami ravadh) an easterly direction until it reached the place ( jay ) of the Saqlabians living in the Rum country.(...)''

-Rum ülkesinde yaşayan Saklabianlar'dan bahsediyor. 
Burada bir nokta daha var, not almıştım zaten, o da bahsedilen nehrin döküldüğü yer olan Jay...Üzerine düşünmedim ama şaklabanlık gibi bir kavramla anılan bu grubun yerleşik olduğu alanlardan birinin isminin Jay olması, bana ‘’caymak’’ kelimesini de hatırlatıyor. Ama bu sadece bir spekülasyon şimdilik.


4-) p.82 : -burada yine, Istanbul boğazının kuzeyinde ‘’Saqlab ülkesi,’’ diyor. 

5-) Rubruk:

p.194: ''(...) it is a well established fact that those provinces from Constantinople ( westward)and which were called Bulgaria , Blackia and Sclavonia were provinces of the Greeks , and that Hungary was Pannonia.''

-Sclavonia'da kelimemiz  Saklaban'la bağlantılı. İstanbul’dan batıya doğru Bizansa bağlı bölgeler, ülkeler, Macaristan’dan evvel de Sclavonia var.


6-) La Brocquière

P.274-275 : ‘’Sclavonia : ''(...) Wallachia, Bulgaria as far as Sophia, Bosnia and the part of Albania he now possessed which was dependent on Sclavonia.''

-Burada da Sclavonia geçiyor. Wallachia denilen ülke ise şimdiki Romanya’da Karpat Dağlarının güneyindeki alan oluyor.

Yukarıda epeyi bir örnek ve kaynak verdik. Şimdi de, bakalım bu verilen formların bağlantıları, anlamları neymiş:

7-) Etymology  dictionary

Slav(n.) : ‘’late 14c., Sclave, from Medieval Latin Sclavus (c.800), from Byzantine Greek Sklabos (c.580), from Old Church Slavonic Sloveninu "a Slav," probably related to slovo "word, speech," which suggests the name originally identified a member of a speech community (compare Old Church Slavonic Nemici "Germans," related to nemu "dumb;" Greek heterophonos "foreign," literally "of different voice;" and Old English þeode, which meant both "race" and "language").

Identical with the -slav in personal names (such as Russian Miroslav, literally "peaceful fame;" Mstislav "vengeful fame;" Jaroslav "famed for fury;" Czech Bohuslav "God's glory;" Latinized Wenceslas "having greater glory"), perhaps from PIE root *kleu- "to hear." Spelled Slave c. 1788-1866, influenced by French and German Slave. As an adjective from 1876.’’

-Sclav-Sclave, aslında Slav demekmiş.O zaman da bu kelimeyle ifade edilen geniş halk toplulukları olduğu da göz önüne alındığında, büyükçe bir coğrafyada yaşayan ve benzeri lisanı konuşanları  kapsayacağı belli...O sebeble de zaten muhtelif eserlerde farklı ama bir biriyle bağlantılı bir coğrafyadan bahsedildiği de görülüyor.
Kelime için muhtemelen ‘’söz, konuşma’’ anlamında olduğu yazılmış.Bir lisanı konuşan topluluğun üyesi...Mesela Old Church Slavonic diye anladığım kadarıyla 9.yy da Selanik etrafında konuşulan Bulgarca için de kullanılıyor. Bu arada adı geçen kilise ile bağlantılı bir Alman grubu için de ‘’aptal’’ tabiri kullanılmış. Fazla bilgiye wikipedia’da da ulaşılabilir.
Fransız ve Alman etkisiyle Slave (köle olmalı İngilizce) biçiminde telaffuz edilmiş 1788-1866...

Pekala, akla şu gelecektir. Bu verilen kelime S ile başlıyor, Ş ile değil. Dolayısıyla bir eksiklik var gibi…

Onun da çaresini bulduk,

8-) The Encyclopaedia Of Islam Vol Iv by Basset, R.  Publication date 1934 ,

p.89. Şakaliba , Slavs.The name Şakaliba( the singular forms are şaklab,şaklabi,also with initial S ,instead of Ş) is usually applied by the Arab geographers of the Middle Ages to the to the peoples of various origins who lived in the lands adjoining the territory of Khazars , between Constantinople and the land of the Bulghars.

-İslam Ansiklopedisine göre kelimemizin  asıl söylenen formu Ş ile  başlayanıymış,tekil formları ise  ‘’şaklab,şaklabi’’ imiş. Ve aynı zamanda S ile de yazılmış…

Persçe transkripsiyon,Sclava/Sclave değil, asıl orjinal Grek Sklabos, yani B ile olanını yansıtıyor. O sebeble de Şaklavan değil, ŞaklaBan olmuş.

Tekil biçimi, şaklab, İrani +an çoğul eki de eklendi mi, oldu size şaklab+an, şaklaban...


Thursday 19 October 2017

Kirve Kelimesi


Kirve üzerine net te epeyi bir kelam mevcut. Kelimenin farklı transkripsiyonları da var.
Kirve-Kirva-Kirif-Kirivo-Girva-Kirvan vs vs .
Fakat sözlükler'de kelimenin etimolojisine dair pek bir bilgi yok. Sadece Nişanyan'da bulabildim, şöyle yazmış :

'' TTü: [ Ahmed Vefik Paşa, Lehce-ı Osmani, 1876]
sünnet çocuğu sağdıcı: kirve. [ Cumhuriyet - gazete, 1974]
Cumhurbaşkanı Celal Bayar Adana'da ikinci defa kirve olmuştur.
≈ Kürd kirîv vok. kirîvo çocuğu sünnet ettiren ve yaşam boyu sahip çıkan kişi Süry ḳarīvō ܩܪܝܒܐ yakın kişi, akraba, vaftiz babası ≈ Ar ḳarīb yakın kişi, akraba
 kurb
Not: Doğu ve Güneydoğu bölgelerine özgü bir gelenektir. • Pehlevice kirbakkar, Pazend kirbagar >> Fa kirfeger "kirve, godfather" biçimleri nihai olarak Aramice/Süryaniceden alıntıdır.''

Şimdi Nişanyan'ın sözlük çalışmasına çok saygım var. Ama, bu kelimeye dair etimolojik bulgusunun   biraz temelsiz olduğunu söylemek zorundayım.

Ne Süryanicesi, ne Arapçası kardeşim.

Kir-Gir-ğır (varyantlarıyla),  Kürdçe'de,  ''Penis'' demektir. 

Kürdçe'de +wan (van) kelime/soneki var. Konumuza uyan tariflerden biri 
olan  ''a keeper ( tutan),''  anlamını verir.

Ayrıca ''pertaining to ( ile mahsus olmak, ait olmak, ilgili olmak vb.'')  anlamlarına da gelir.

Kir+wan, Kirwan da olur size ''penis tutan''.

 Ve aslında bunun  ilginç ve zahmetli bir çalışmayı gerektiren ( benim açımdan en azından)  çok eski sosyo-kültürel bir kökeni var. Ama farklı bir husus.
 
Bu gelenek öyle bir yaygınlaşmıştır ki bu ilişkiyi geliştiren ve kuranlar arasında , Kirwan-Kirva-Kirve-Kirif-Kirivo vb bir çok formu kullanılagelmiş.
Sebebleri var elbette. Komşu halklar da öğrenip, kullanmışlar kelimeyi kendi şivelerine uygun biçimde.
Kürdler arasında ki lisan/lehçe/diyalekt farkları da elbette bu telaffuzları tetiklemiş.
Mesela Yezidiler, vaktiyle asıl gelenek icabı Kirve  olunan aileden kız alınmadığı için, etraflarında kim varsa, Müslüman Kürd, Alevi Kürd, Şabak Kürd, Kakai Kürd, Şii Kürd, Keldani, Süryani, Ermeni, Arap, Şemsi gibi topluklardan Kirve seçiyorlardı ki, Yezidi ailelerden kız alınmasına engel çıkmasın.
Benzeri bir eğilim yaşanılan sosyo-coğrafik bölgeye göre, Alevi Kürdlerde de vardı yer yer.

Velhasılı kelime tastamam Kürdçedir, Süryanice veya Arapça değil.







Wednesday 18 October 2017

Kalantor

Kalantor,

İşin açığı Türkçe'de kaynağı tesbit edilmemiş kelimelerden çok, anlamı bilindiği sanılanlar ve okuyucuya bir önceki sözlüklerden  kopya kolaycılığı ile yanlış köken sunulanlar daha bir problem teşkil ediyor.

Kalantor, bütün Kürdler ve de Türk/Türkmenlerce bilinen, kullanılan bir kelimedir demek mümkün.
Kalantar, galontor, kalantor, ğalantor vb., telaffuzlarla.

Bir noktaya dikkat çekeyim; Avrupalı bir lisana ait olduğu yazılıp çizilen ve eski zamanlardan beri mevcut bir kelime, eğer Anadolu'da ki Türk  ( yani Türk olanlar, ''benim atam Dobruca'ya Yozgat'tan gitmiş'' çiler değil !)  köylüler/kasabalılarca kullanılagelmişse, dikkat edilsin.Çok büyük ihtimalle sanıldığı gibi bir Avrupa lisanına ait olmayabilir...Keşkül/ kaşkol gibi, zira keşkül'ü  yazılışı itibariyle kaşkol okumak ve telaffuz etmek te mümkün, nitekim de öyle olmuş.
Makalem mevcut bu kelimeye dair.

Evvela Türkçe sözlükler de  kalantor için yazılanlara bakalım.

Red House. kalantor:  İtalyanca halk dilinde ‘’ fat man well-to-do and important appearance.’’

Yani , önemli görünen ve tuzu kuru şişman biri.

Nişanyan da ise şöyle geçiyor:

‘’ "(argo)" [ Osman Cemal Kaygılı, Argo Lugatı, 1933]
kalantor: Zengini kibar, hatırlı adam.
~ İt galantuomo centilmen, kibar beyefendi § İt galante zarif, şık (~ Fr galant a.a. < Fr galer hoşça vakit geçirmek, iyi halde olmak +ent° ~ Ger *wala iyi, hoşnut ) + İt uomo adam (<< Lat homo a.a. )’’

Hiç alakası yok !

Medieval dönemlerde , belki de daha evvel, Arapça’nın ezici üstünlüğüyle Kürdçe ile dokuzuncu yy., itibariyle geliştirilen Dari-Farsça’ya girmiş, bu lisanlardaki kullanımına başlanan ve sonekleriyle üretilen kelimelerden biri bu.
 Kelimenin  kökeni Arapça Khal-Xal; bu kelime  insan vücudun da ‘’leke’’ yanında, asıl bir de ‘’dayı’’ anlamı da veriyor.
Michael L. Chyet’te, Kurmanji-English sözlüğünde Arapça  Xal(kahl)   için ,’’middle-aged, man of mature aged( orta yaşlı, olgun yaşlarda erkek,)’’ anlamlarını vermiş.

Bu Xal, Kürdçe’de çok yer etmiş, öyle ki sanki Aryan dillerinde  dayı kelimesi yokmuş gibi, Xal aynen alınmış ve hala dayı  olarak kullanılıyor.
Yetmez, ‘’~ Ar χāla(t) خالة [#χwl faˁla(t) mr.] teyze, annenin kızkardeşi < Ar χāl خال dayı ( bkz, Nişanyan sözlük)  alınmış.

Yani Xala(t,) Türkçe’de de Hala biçiminde olan ve aslında teyze anlamına gelen Arapça kelime, Kürdçe’de ise Xalte  biçimin de ve olmuş size teyze.

Sadece Xalo ve Xalte mi ?

Bir de Kal var, yukarıda verdiğim,aynı kelime ve yaşlı demek.
Farsça’da da, aşağıda nakledilene göre , Xal (dayı) biçiminde mevcut; elbette  Xala-Hala olarak zaten var ve aynen bu biçimde de  Türkçeye geçmiş, belli.

Xal-Kal için Farsça sözlükte ki anlamlar : 'A mole on the face.An uncle(by the mother).An excellent administrator or factor. A lord or master. the standard of an army.A striped Arabian garment.(...).''

  • Suratta bir leke. Annenin erkek kardeşi. Mükemmel-kusursuz yönetici veya etkileyenlerden. Efendi veya amir,üstad. Bir ordunun flaması. Çizgili bir Arap elbisesi.

Ve, aynen Halı kelimesi de buradan geliyor,ve Türkçe’ye de Farsça’dan geçme,

Khali : ‘’ A large carpet.One mole ( on the face).A maternal uncle.A garment. A handsome man(...).''
  • Büyük bir halı. Bir leke( suratta). Dayı.Giyecek.Bir yakışıklı adam vb.

Bu Xal-Kal, özellikle Kürdçe, ile Farsça ve elbette Türkçe’de epeyi bir anlama geldikten sonra, bu defa kelimeyi +an soneki verilmiş haliyle görüyoruz.

Kalan.

Farsça sözlük ne diyor  bakalım şimdi Kalan için : ‘’Large, great, big, grand, bulky. Elder.High.More.''

-Büyük, iri, yüce,ulu,cüsseli,yaşlı, fazla, yüksek.

Kelimemiz olan Kalantor’a ulaşmak için de Kürdçe ve Farsça’da bulunan isim yapan eklerden birine başvurmamız gerekiyor.

Bu da ‘’dar-tar’’ kelimesi.

Kürdçe ve Farsça’da  ‘’holder of ( her hangi bir şeyi veya kontrolünü)’’, ile ‘’possesser of , having ( sahibi olan, malik olan, kendinde bulunduran vb.)’’ anlamlarına  geliyor.

Kelime,oluyor  Kalan+tar , kalantar  sözlük şu anlamları veriyor : ‘’Bigger, greater, larger. The chief man( especially for life)in a town, in whose name everything is done.''

  • Daha büyük, daha yüce, daha iri. Bir şehirde , hayat boyu her şeyin adına yapıldığı en önde gelen adam.

Kalan’a süperlative ( en, en çok, en üstün en en vb. arttırma) anlamı yanında, bizi asıl  ilgilendiren tarif-anlamı da veriyor, ‘’bir şehrin en önde gelen adamı , ya da bir tanesi,’’ diyelim.
Bu önemli kavramın tarihteki kullanımına dair bazı örnekler vereyim. 
Mesela IV. yüz yılın ikinci  yarısında Transoxiana’da güç ve iktidar çekişmelerinden  bir pasaj: ''As the greater number of the hordes and tribes proffered their allegiance to me, and acknowledged me as their (Kelantur) superior, Amyr Ilussyn became jealous, wishing to be himself the Sovereign.''

- Çok sayıda göçebe ve aşiretlerler  sadakat ve bağlılıklarını bildirip,beni kendilerinin  kalantor’u ( üstün şahıs) olarak kabullenince , Amir Illusin kıskandı ve  kendisi hükümdar olmak istedi.’’
Kalantor kelimesi burada idari bir anlamı da edinmiş görünüyor.

Bir başka misal : ‘’ Another, Omar Shaikh, chief [kalantar] of the Shulkarchi.’’

-Şulkarçı’nın kalantar’ı, reisi,lideri,önde geleni Ömer Şeyh.

Bir tane daha : ‘’ Kilan, or  rather Kilanter,is a sort of Mayor of towns of Persia.’’

 -''Kalantor, İran şehirlerinde bir nevi belediye başkanı gibi.''

Velhasılı   Kalantor kelimesinin ne İtalyanca halk dili, ne de şişmanlık, ne de Fransızca hoş vb., kelime ve anlamlarla alakası yok.
Kelime Persçe(Farsça). 




Wednesday 11 October 2017

Kör, Sakar, Alengir ve Anır Kelimeleri


            Kör , Sakar, Alengir ve Anır (mak),

Bir lisan düşünün ki, İran Büyük Selçuklu hanedanından, Anadolu Rum (Selçuklu) ve Osmanlı'ya kuruculuk yaptığı iddia edilen Türkmen halkına  ait olsun.
Selçuklu ve Osmanlı uzmanı Batılı Akademisyenler de, söz birliğiyle Anadolu'da neredeyse bir millenyumdur Türkçe konuşulduğunu yazarlar.

Pekala, Türk lisanında ''gözü görmeyen''  canlılar için bir sıfat üretilmemiş mi ?
Zira kör, Persçe ile Kürdçe lisanlarda kor-gür-kör gibi formlarda görülen kelime.
Türk dilinde kör kelimesinin karşılığının ne olması gerektiği hususu, farklı bir tartışma olduğundan girmiyorum. Sadece tuhaflığa dikkat çekmek için bu örneği verdim.
Bu kelimenin bile Persçe olması, biraz dikkat çekici.

Ama, daha neler var neler...

Sakar  kelimesine bir bakalım şimdi de. Bu kelimeyi Clauson'da bulamadım.
Red House da iki başlık altında anlamlar verilmiş.
1.At'ın alnında bulunan beyaz bir leke, at'ın alnındaki beyaz işaret.
2.Eli işe yakışmaz,devamlı kıran-döken ; uğursuz,şanssız.

Nişanyan'da şöyle yazıyor :

''KTü: [ Ebu Hayyan, Kitabu'l-İdrak, 1312]
sakar: al-aġarr min al-χayl [[atlarda beyaz alın izi]]  
TTü: "... uğursuz" [ Ahmed Vefik Paşa, Lehce-ı Osmani, 1876]
sakar: Atların alnında subāhu'l-hayr, akıtma. sakar ve sakarlı at: meş'um.  
TTü: "... belalı" [ Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki, 1900]
sakar: (...) sıf. 1. Meş'um, uğursuz (at). 2. Çifteli (adam).

<< OTü sakar hayvan alnında beyaz iz <? ETü sark-/salk-
 sark-
Not: Atın alın izi ile "şaşkınlık" ve "uğur/uğursuzluk" arasında kurulan ilişki Arapçada da mevcuttur. Karş. aġarr "1. atın alın izi, 2. şaşkın, şapşal" (Lane I:2240), ve aynı anlamda ṣubāḥu'l-χayr صُباح الخير "uğur fitili". • Anadolu ağızlarında "uçurum" anlamında kullanılan sakar, sakarbaşı sözcükleriyle bağı anlaşılamadı. Belki "uğursuz yer" anlamında. Dinç 391.''

Şimdi bu ''atlarda ki beyaz alın izi'' Türkçe'de hangi kökene bağlanabilir, tam bir muamma.

Ahmet Vefik Paşa'nın ''uğursuz'' tarifi de açıklayıcı ve tatminkar değil. Türkçe olduğu iddia edilen bir kelimeye Türkçe olduğu yazılan bir başka kelime olan uğursuz karşılığını vermek, bana yine uyumsuz geliyor.
Ama sebebini biliyorum bu karmaşanın.

Çünki sakar-sokor-sokur , Moğolca  ve kör demekte, ondan.

İlginç değil mi, Moğolca sokor-sokur, sakar, Türkçe'ye girmiş, ama kör anlamında değil de, biraz yakın. Vurup kıran döken, sağa sola çarpan ve giderek uğursuz anlamlarında.

 Alengir kelimesine gelince,

Nişanyan şöyle yazmış:

"süslü, fiyakalı (argo)" [ Andreas Tietze, Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati, 1948]
?
Not: Tietze'nin önerdiği Fr à l'anglais açıklaması fantezidir.''

Orta Anadolu'da Türk kasaba köylülerinin rastladığım kesiminlerinde, mesela yeni olan, bazı karmaşık aletler  kullanılırken ya da diyelim incelenirken  bilinmeyen, görülmemiş nesnelerin tarifinde, tamirinde, yeni duyulan ya da anlaşılmayan kelime kavramlar için vb. yer yer kullanılan kelime...

Bu  kelime de Moğolca.


 Alanggir, boynuz değil de, çam ya da köknar ağacı tahtasına monte edilmiş yay için kullanılırmış.

Demek ki 1200 yıllarında böylesi yayların bu tür  ağaçların tahtasına monte edilmiş olanlarına Moğollar'da rastlanmış ki, ''alengir'' tabiri hafızalara yerleşmiş.

Son kelimemiz Anır.

Clauson'da enteresan şeyler naklediliyor; anra / ınra gibi formların, belki bir onomatopoeic  anır/ınır formunu alabileceğini yazmış. Uzun açıklamaları var,isteyen s.234 den bakabilir, nette mevcut zaten bu değerli ve çok önemli eser. Açıklamasının sonunda ise Osmanlı'da anra/ınra/inre formlarında görülen kelimenin ''kükremek, böğürmek,ulumak'' anlamlarında kullanıldığını yazmış.

Ama ''anırmak'' yok.

Nişanyan şöyle yazmış:

'' ETü: [ Kaşgarî, Divan-i Lugati't-Türk, 1073]
eşgek aŋıladı [eşek anırdı] TTü: [ Aşık Paşa, Garib-name, 1330]
aŋradı bu ˁālem içre hemçü şīr [aslan gibi kükredi] TTü: [ Evliya Çelebi, Seyahatname, <1683]
eşek gibi segāh maḳāmıŋda aŋırdıkları zamān gūyā Deccal'in eşeği aŋırır
<< ETü aŋra-/aŋıla- (eşek, aslan) haykırmak ETü aġız
 ağız
Not: Kaşgarî'nin kaydettiği aŋıla- biçimi muhtemelen *aŋırla- veya *aŋra- olarak okunmalıdır. • ETü ağız, keŋiz, boğuz, kögüz ve bağır, bögür sözcükleri onomatope kökenli olup ses bildiren fiiller üretirler.'' 

Nişanyan'ın verdiği örnekler arasında da  ''anırmak'' diye bir kelime görünmüyor.

Bu anır kelimesi de, Moğolca,
Lessing, p.58; to produce a sound, make noise; to echo. Yani '' ses çıkarmak, gürültü yapmak; yankılamak.
Bu kadarı da çok fazla ilginç değil mi ?
Neler var neler, mümkün olduğunca yazacağım.
  

Hoşaf Kelimesi

 

                           
Hoşaf / Hoşav  Kelimesi,

Maksat, anlamları bilinmeyen , yanlış yazılan ya da  Türklerce Anadolu'da kullanıldığı halde sözlüklerde yer almayan  kelimeleri araştırıp bulmak, ve doğrusunu yazabilmek.
Türkçe, üzerine düşüldükçe , çok ilginç ve zevkli etimolojik tartışma alanları sunabilir meraklılarına. Sebebi ise bence bu lisan’da  mevcut bulunan bazı ‘’derin’’ problemler.
Yani öyle bir şey ki, mesela Osmanlı tarihi histeriyografisi alanında bazı meşhur uzmanlar, çok iyi Osmanlıca-Arapça-Persçe  vs bilgilerine rağmen belge-vesikaların otantitesi hususunda kronik yanlışlara düşebilirler.
Ayrıca, Kaşgarlı Mahmud ismiyle yayınlanmış ve otantitesi hususunda ilgili Batılı Akademisyenlerin hiç bir tereddütleri bulunmadığı bilinen bin yıllık eser'de de bazı interpolasyon, hatta katakulliler olabilir bence.
Kısaca belirtmek gerekirse, bunun belirtileri de var.
Ama hali hazırda an itibariyle  bu arazı  tafsilatlı yazabilecek durumda değilim, zira filolojik  jargon ve literatüre uygun lisanı kullanabilmek , daha bir fırın ekmek yemeyi gerektiriyor.
İşkembeden atmak ise kolay. Ama benim derdim de artık o değil.
Hata yapacağım elbette, umarım asgari düzey de kalır, ya da hiç olmaz.

Bu üvertürden sonra, hoşaf-xoşav kelimesine bakalım.

Red House da, hoşaf için, ‘’ kaynatılmış meyvanın  bol sulu ve soğuk tercih edilen içeceği( yaklaşık böyle),’’ yazıyor.
Hepimiz üç aşağı beş yukarı biliriz anlamını.
İlginçlik hemen başlıyor.
Hangi lisandan alındığına dair bir kaynak verilmemiş. Ama ‘’hoşaf’’ kelimesini takiben  Arap alfabesiyle karşılığı nakledildikten  sonra, parantez içinde  ‘’hoşab’’ kelimesi yazılmış.
Ayrıca hoşaf’ın bir üst kolonunda da yine ‘’hoşab’’ kelimesi , anlamlarıyla verilmiş.Köken olarak Farsça ( P harfi ile) belirtilmiş. Ve ‘’hoşaf ile aynı’’ denmiş !

Yani iki kelime var ortada. Biri hoşaf, diğeriyse hoşab…

Fakat anlaşılan o ki, her ne kadar hoşaf ve hoşab ayrı ayrı sunulup, aynı oldukları yazıyorsa da , kelimelerin sonundaki harf farkından bahis yok.
Okuyan da muhtemelen bir diyalekt farkı olarak düşünecektir.
Gerçi Red House sadece bir sözlük.

Bir de Nişanyan’a bakalım.

Hoşaf ,
‘’ [ Mercimek Ahmed, Kâbusname terc., 1432]
erik yā zerdālū χoşāfı-ile tīmār olur

~ Fa χʷoşāb خوشآب «tatlı su», şerbet, komposto
hoş, ab
Benzer sözcükler: hoşafına gitmek’’

Bir evvelki makalem’de bahçevan kelimesini tartışırken de ''bahçe-ban'' üzerinden benzeri bir tuhaflığa dikkat çekmiştim.Değişiklik, bu defa bir farklı kelimeyle karşımıza çıkıyor.

Nişanyan  bize evvela  içinde xoşaf kelimesi geçen  bir  cümleyi , 1432 tarihli bir eserden alıntılıyarak sunuyor.
Daha sonra da altında Xoşab kelimesi ve anlamını, yanında Persçe transkripsiyonuyla birlikte veriyor.

İyi hoş ama, etimolojisi tartışılan kelime Xoş + ab değil, Xoş +af...

+ab kelimesi Persçe, +av kelimesi de Kürdçe ,su demek.
Xoş-Hoş ise her iki lisanda da aynı anlamı veriyor.

Hoşab Persçe, Hoşav-Hoşaf olursa da, Kürdçe’dir.

Saturday 7 October 2017

Bahçıvan ile Öreke Kelimeleri

           

       
         Bahçıvan ile Öreke Kelimeleri,

1-  Bahçıvan’dan başlayalım.  Nişanyan sözlükte çok ilginç bir belirleme var, zaten de o sebeble bu kelimeyi yazıya dahil ettim. Şöyle açıklanmış bahçıvan :

‘’[ Aşık Paşa, Garib-name, 1330]
şāh buyurdı bağçevānlar geldiler

~ Fa bāġçe-bān/baġçe-wān باغچه بان bahçe gözeten, bahçe bakan
bahçe, +ban ‘’

Kelime için Farsça deniyor. Evvela ‘’bağçe-bān’’ verilmiş. Doğru, bu kelime Farsça.
Farsça  ‘’bağçe’’  kelimesine, yine Farsça ‘’koruma, bakma, gözetme’’ anlamlarını veren +ban soneki  konunca, oluyor bağçeban, yani Farsça bahçe bakan, koruyan…

İyi de, kelime bağçe-ban değil ki, bağçe-van.

Nişanyan’da  bağçe-ban ile bağçe-van’ın devamında da Arapça alfabesiyle Farsçası  verilmiş.Ama orada sadece bağçe-ban yazıyor, bağçe-van kelimesi yok !

Bir de açıklamanın en altında, sağa ok işaretiyle bahçe ile yanında +ban kelimeleri verilmiş, okuyucu anlamlarını tetkik edebilsin diye.
Fakat  asıl kelime (bahçıvan) bağçe-van’ın, van’ı da  yok...

Bahçıvan(bağçe-van), Kürdçe bir kelime.

Farsça’daki +ban sonekinin Kürdi anlam ve de kullanımıyla karşılığı +wan(van) dır. Bağçe ise ortak kelime. 
Bağçe +van,bahçıvan.
Kürdçe’de ban kelimesi var ama bu anlamı veren sonek değil. Neticede mahvedilmiş bir lisandan bahsediyoruz ama neyse ki  yazılmış vaktiyle…
Yoksa, ben de  Kürdçe veya  Farsça bilmiyorum.


2-  Öreke Kelimesi

Bu, Anadolu'da Türklerin aşina oldukları, belki erkeklerinin çoğunluğunun  bir vesileyle de olsa vaktiyle kullandığı, ya da daha doğrusu duyduğu bir kelime. Türkler derken, Türkmen ve Yörük toplulukları kasdediyorum.Bunlarla bir arada, iç içe veya aynı bölgede bulunan, yaşayanlar da duymuş olabilirler.
Ben de bu ikinci gruba girenlerdenim.

1977 ,ya da 79 seçimleri olsa gerekti. O zamanlar yanılmıyorsam Milliyet'te yazan bir Örsan Öymen vardı. Köşesinin de ismi sanki Politika Kazanı ya da Kepçesi gibi bir şeydi.

Bir gün , seçim çalışmalarını izlemek için Antalya olsa gerek giderken, yol üstünde Afyon civarında her geçişinde uğradığı ''Cıllığ'ın ( aklımda öyle kalmış)'' yerine kahvaltı için uğruyor.
(Hemen not düşeyim, mesela bu Cıllık -Cılık'ın anlamı nedir acaba ?)
Neyse, sahibini de tanıyor.
Soruyor yiyecek ne var diye; Cıllık saymaya başlar, işte sucuklu yumurta vaa, mercimek  çorbası vaa, bal-gaymak vaa...
Örsan sormaya devam eder, başka ne vaa ?
Cıllık cevap verir, bir tane daha, Cıllık yine saymaya devam ediyor.
Örsan Öymen bir daha sorunca Cıllık, '' ebenin örekesi vaa ! '' cevabını biraz da hafif kızgınlıkla verince, Örsan gülmekten yerlere yatıyor.
Bunu köşesinden okumuş, ben de epeyi bir gülmüştüm.

Bu öreke kelimesi aynen bu durumlarda kullanılıyordu.

Ve aynen şu telaffuzla : ‘’ ebeeng örekesi !’’.
Ama herkese değil de, bazen adamına ve de pozisyona göre.
Yani karşınızdakini bir nokta da  bıktırıyorsunuz,en sonunda da bu cevabı alabiliyorsunuz.
Ve belli ki, yine kadınlarla ilgili, seksist  ve  Türkçe bir argo.
Zaten kelime anlamını tam olarak bilenle karşılaşmadığım gibi, hiç bir yerde de okumamıştım.
Ama kullanılıyor, ve de anlam elbette tahmin ediliyordu, konuşulmaksızın.

Uzun yıllar sonra kelimeyle karşılaştım.

Evvela kıyaslama babında öreke için bulabildiğim kaynaklara bakalım :

Clauson  , ''ör, örk,'' kelimesini vermiş. ''tether'' and the like, diyor. Yani ''hayvanı bağlama ipi, bağlayıcı şey, sınır'' demiş. Örük, öruk gibi formları da varmış , kelime benziyor ama ''ebenin kazığı, ebenin beygir bağladığımın direği'' vs gibi anlamlar vereceğinden, uymuyor.

Nişanyan ise , ''[ anon., Ferec ba'd eş-şidde, <1451]
ipek ü öreke getürdi bir batman pamuğı egirmege
~? Yun róka ρόκα yün eğirmekte kullanılan ucu çatallı oval tahta, öreke ~? İt rocca a.a. ~ Ger
Not: Yunanca sözcük EYun ηλακάτα karşılığı olarak en erken İskenderiyeli Kyrillos Leksikonunda (16. yy?) kaydedilmiştir. DuCG 2:1305. • Karş. Nor rokkr, EAlm rocco > Alm Rocken (a.a.). • TTü örmek fiiliyle birleştirilmesi gerek anlam gerek yapı bakımından imkânsız görünüyor.''

Nişanyan sözlükte  yün eğirme aleti  ismi  olarak verilen öreke ile Clauson'un seçtiği  kelime ve anlamlar da tamamen farklı.

Bir de , kelimenin yün eğirme aleti olduğunu farzetsek bile, küfre pek uygun düşmüyor gibi.

Çok ilginç olanına Red House Türkçe-İngilizce'de rastladım. Öreke için, 1.distaff ,''kadın işi, kadın veya kadınlar,''  2. midwife's stool, ''ebe lazımlığı'' gibi çevirdim bunu, aslında daha var farklı anlamlar.
Bu anlamlar da tam uymuyor. Zira sanki biraz,  ya da metaforik olarak kadın vücuduyla ilgili kaba bir seksist öge taşıması gerekiyor gibi; yukarıdakiler de ise bu hususiyet pek görünmüyor.

Tesadüfen kelimenin anlamını ve hangi lisana ait olduğunu, aklımda hiç yokken, bir kitapta buldum.

Moğolca.

Moğol'ca da çadıra, muhtemelen dönemsel olarak  ''ger, yurt(yurta), khargah ( bu İrani tabir, büyük çadırlar için),'' gibi isimler verilmiş. Bunlar seyyar; katlanıp, arabalara yükleniyorlar.
Bu çadırların kapıları, büyüklerinde ise oda gibi ayrılmış kısım ve pencereleri var. Bir de elbette içinde ateş yakılıyor.

Çadırların içinde dumanın dışarı çıkması için de, tam tepede bir delik var.

İşte dumanı, kokuyu  vs., dışarıya vermek için çadırda bulunan deliğin  adına Moğol, ''öreke'' demiş: ''smoke hole in on the roof of a yurt; household; family''.
Kısaca, yurt( çadırın) çatısında bulunan duman deliği.

Ebeeng örekesi...