Friday 22 March 2024

Hasır, Bir Istanbul Nostaljisi

 

Aklıma Hasır'da ilk defa tattığım karides sufle geliyor. Hasır'dan bahsetmiştim bir ara ama yine lafını edeyim istedim...
Özel bir Rum meyhanesiydi, en harbisinden. O zamanlar bu nadide ve güzide Istanbul meyhanesinin ''asli'' müşterileri çok az sayıda da olsa mevcutmuş. Ben maalesef en son zamanlarına yetiştim, 1981 Kasım ayı olmalı... Çok samimi bir arkadaşımın arkadaşından öğrendik yerini. Rum meyhanesi merak ediyorduk. Annesi Tophaneli Rum imiş ve kendisi de dayısından duymuş iki ismi. Biri Tatavla'da, diğeri ise Hasır, ve kısaca anlatarak o ilk günü tekrar yaşayayım istedim.
O sert, soğuk taneli ve erken çöken karanlığında ıslaklık saçan Kasım yağmurunu bile özlediğim, ve bir daha hiç göremeyeceğim Istanbul'un Tarlabaşında, Nazım Karakollukçu Polis karakolunun yan tarafında zemin kattaydı. Giriş, hatta alt katta, basık, o yuvarlak oturaklı ve çocukluğumdan hayal meyal hatırladığım sandalyeleri ve tertemiz beyaz örtülü masalarıyla lezzet ve nostalji tadını damaklara aşılayan mekan...Yahudi vestiyeri Marko, mahalle ve meyhanenin Ermeni delisiyle birlikte yanımızda oturan müdavim arkadaşın işaret ettiği ve restoranın tam köhne köşesinde balık çorbasını içen mekan sahibi yaşlı Nikosuyla, Hasır...
Bize kalsa, balık, rakı, şiş, meze vs derken çıkar, bir de ''ulan kerameti ne buranın be!'' diye söylene söylene hala atıştırmaya devam edecek soğuk yağmur tanelerinin altında Taksim'e doğru taksi bulmak için yürüyor olurduk.
Ne büyük bir şans ki, semtten kel alaka ve normalde üzerine para verilse dinlemeye katlanamayacağım biri içeri girdi, bizi farketti ve yanımıza, benim tüm melül ve asık suratıma rağmen, ilişti. Veee, tabaklarımıza baktıktan sonra ''yahu burada bu şeyler yenir mi kardeşim'' dedikten sonra, garsonu evvela meze tepsisiyle çağırdı, ismen...
Sonra da başladı, tepsiden fava, radika ve ismini çıkaramadığım bazı mezeler yanında, daha sonra bomba dediği hayatımda onu da ilk defa gördüğüm irilikte fasulye sipariş ederken meyhanenin tarihi, sahibi ve ismini, müşteri profili ile vestiyer ve mekan delisine varıncaya kadar anlattı. Daha sonra ısmarlayacağı o göbek marul bile bir başkaydı.
Lakerda yokmuş o zaman.
Ve o sırada da kendini bu yeme-içme alanında da çok beğenmiş bizlere, nasıl da Istanbul meyhaneleri ve lezzetinden bi haber bulunduğumuzu bir güzel gösterdi.
O karides sufle!
Niko her sabah balık pazarına çıkar, alışverişini yaparmış. Arkadaş bize ''korkuyorum, Niko çok yaşlı, öldüğünde vallahi burası kebabçı olur'' diyordu.
Olmamış galiba, ama Nikosuz oluyor mu, bilinmez.
Ve bize Tarak sipariş etti arkadaşımız daha sonra.
Hep aklıma gelir, İstanbul'da vatandaş daha istiridye ne, duymuşmu şüpheli, tatmış mı, Tarak'ı nereden bilsin?
Scallop deniyor gavur ülkelerinde, aha işte o. Biraz evvel bir Türk sitesi ni gugullayarak buldum, Tarak diye Clam'ı fotosunu da çekerek, pişirme tarifiyle yazmış palavracı.
Bizim memlekette bu tipoloji neden çok yaygın, akademik tez konusu olabilir.
O scallopu nasıl yediğimizi anlatmayacağım, ama demek ki o zamanlar bilenler varmış, biz de sayelerinde öğrenmiş olduk.
Bir sonra ki gidişimde hemen karides sufle sormuşdum. Garson, Niko'nun pazarda karidesleri beğenmediğini, dolayısıyla menü de bulunmadığını söylemişdi.
O sufleyi Niko sağken yiyemedim bir daha...
Zaten 1992 de ölmüş.
Ve o dönemlerdeydi, son gittiğimde ise ''herkes'' oradaydı.
Tıklım tıklım.
Ne o ilk gördüğüm müşteri profili, ne de Yahudi vestiyer Marko ile mekanın delisi Ermeni vardı artık...