Labirent,
Filmin Türkçe ismi de bu mu, bilmiyorum ama kaleme dökmeden bir kaç hafta evvel izlemiştim. Filmin kritiğini face book sayfama 21 Nisan 2017 tarihinde postalamışım. Bugün (21 Nisan 2023) karşıma çıktı, bloga taşıyayım dedim.
Karar verdiğimizde, henüz senaryoya Fransız olduğumdan, üzerine ukelalık yapamadım beni filmi izlemeye zorlayan eşime...
Ama, arada bir mide krampı vaziyetine zorlanacağım enstantane yağmuruyla karşılacağımın, ön yargılı olduğumu da kendi kendime teslim ederek, farkındaydım.
Daha da beteri oldu!
Hayatımda izlediğim en rezil Yeşilçam prodüksiyonu dedim, film izledikten sonra...
Ama evvela mukayese olsun diye geçmişe döneyim: 1980 sonları, ya da 90 başlarıydı galiba; beşinci sınıf oyuncu, ve Türk solcularının kalbinde yer eden Ulusalcı Tarık Akan ile, siyasi görüşünü hiç bilmediğim, ama çok esaslı bir aktör olan Kemal Sunal'ın bir filmine Selimiyedeki kahvede ister istemez göz atıyordum.
Gülmekten yerlere yatıyordum için için.
Kemal Sunal'ın ağzını açışı, veya o mimiklerine değil.
Senaryo ve çekime...
Bir cadde de, Tarik Akan ile arkadaşları, hemen her ayrı sahnede, aynı elbiseler, hatta gömlek kırışıkları bile taze ve aynı, habire aynı cadde'de turalıyorlar!
Bir aşağı, bir yukarı, ha babam volta atıyorlar!
Yani rejisör oyuncuları bu kabaramaz kel Fatma misali şişinerek caddenin tam da ortasında ileri-geri dolaştırırken neyi amaçlamıştı, vallahi filmin dandik senaryosundan daha dikkat çekici gelmişti bana!
Galiba Kemal Sunal ve arkadaşları da, ya da kendisi, veya hafızamda silinmeler husule gelmiş olabilir, birlikte, aynen berdevam!
Aynı cadde.
Aynı adamlar.
Aynı kıyafetlerle...
Ve dahi aynı gömlek kırışıklıkları!
Fakat, hiç bir ülke sineması, ya da güncel Batı'lı bir hadise, olgu, moda ve senaryo araklaması yok !
Saçma sapan, basit, ucuz bir çekim.
Tüm şapşallıklarıyla da olsa, hakiki ama!
Jargon, tavır, diyalog, kavga, jest, mimik vs vs vs., tam bir İstabul sosyolojisi.
Labirent'te ise, karşımızda Hollywood askeri-polis macera prodüksiyonlarından alışık olduğumuz ''terör veya falan filanla mücadele'' odası.
Türk polisi veya MİT, anti-terör uzmanları, canla başla İslamcı örgütü enselemeye çalışıyor. Ve odanın içi elbette gelişmiş cihazlar, izleme monitorları ve aletle dolu.
Filmin tevellütü 2011 olduğundan, zamanın politik ortamına uygun kaygılar göz önüne alınmış olsa gerek ki, Kürdlere pek hakaret yok.
Yaşı biraz geçkince bir hanım bacımız da kahraman anti-terör timimizin içinde.
Hani aslında, filimin oğlanı ve sonunda gayet komik biçimde mevta olan genç müdüre pek uymuyordu sevgili vaziyetlerinde.
Yahu Mardin di galiba, daracık sokak ve labirentlerde bir takip sahnesi var, vallahi benim altı yaşındaki torunum bile birilerinden kaçıyor olsa, arkasında tuhaf biçimde kendini takibeden bu artizleri farkederdi.
Elbette, filimin oğlanına ''abi'' diye hitabeden, ve de dünyaya acıklı sahne çekimlerine konu edilecek bir ölümle elveda diyecek yardımcı oğlan ve eşi de görüntü veriyor icabında... Aynen araklanan Batılı film replikleri, yani kadıncağızın, ''işi bırak, daha ne kadar böyle tehlikeli, çocuk vs'' mealinde yakınmaları...
Eh biz izleyicilerde eşek değiliz ya, zaten çakozluyoruz senaryodaki mukadder akibeti!
Allahım bana bir kaç kilo sabır, diyerek izlediğim bir kaç enstantaneyi daha nakledeyim; İngiliz gizli servisinden bi amcam, Türk müdürle İngilizce konuşuyor falan (hani İngilizce de biliriz icabında!). Bizim oğlan tam Türk Ulusalcı+Milliyetçi+Vatansever+ Anti Emperyalist ( o zaman da Devrimci olmalı).
Tüm dünya, ve elbette Batı'nın biz asil Türklere nasıl ayrımcılık yaptığını İstanbul'da ismi cismi, adresi, ajanlarının façası belli İngiliz ajan başına bir çakması var kardeşim( tövbe bir kaç defa), hı hı, her kes haddini bilecek hani bi yerde, haddini!!!!!
Yalnız, elbette tüm bu olan biten vs ( Türk ulusal hasletlerinin en başında gelen Batılıya karşı aşağılık duygusu tezahürü çakmalar hariç, onların alayı yerli ve Milli!), tamamı, şu veya bu filmden araklanmaların bileşkesi.
Hele bir terörist hücrelere baskın bölümleri var ki, hanım muhtemelen benim dudak hareketlerimden tozutma safhasına doğru ilerlediğimi farketmiş olmalı ki, kumandayı tam fırlatma pozisyonuna soktuğum elimi tutmasa, bizim televizyon o çarpmayla tuzla buz olacaktı. Bağırtı, kavga, temizlik, masraf vs, yani tam kabus...
Sahnee...
Şİmdi, hücre evin kapı önünde duruyor ustalar.
Yaşı biraz geçkince anti-terör dedektifi bacımızın bir duruşu var, yani mübarek sanırsınız ki Kurban bayramında ev ziyaretine gelmiş, sürpriz yapacak kapıda !
İçeri giriyorlar; mesela bir tanesi diyelim soldaki odaya zorlama vaziyetlerde dalıyoooor, ve bu defa da beni sehpayı kaldırıp fırlatmama ramak kala pozisyona iten o acaip kelimeyi duyuyorum: '' TEMİZ !! '', ve arkadan diğer görevliler sökün ediyorlar.
Sehpayı monitöre fırlatamayınca, bu defa beni aldı mı bir gülme!
Temiz, diyor yahu!
Ve öbürleri de giriyor.
Yahu ne demek istiyorsun birader, yani leş falan, ya da terörist bokuyla karşılaşmayı mı umuyordun da, eh odanın hava-koku vaziyetleri ve zeminde bir numara yok diye mi ''Temiz!'', diyorsun be muhterem rejisör?
Hollywood filmlerinde hani timler odaya girer falan ve ''Clear'' diye bağırırlar da, diğerleri içeri dalarlar ya !
Adam, ''Clear!'', diyor yahu, ''Clean!'' demiyor, kurban oluyum Clear, yani ''açık-saydam-aydınlık-berrak-boş (yani boş-açık bırakılmış, açık tutulan)'' demek. Yani işte o aradığımız herif(ler) yok, yer müsait, dalış serbest vb., gibi...
Son olarak, polis müdürünün para için ihaneti ve gerekçeleri bile alabildiğine yapmacıktı ve aynen Hollywood araklaması tabi... Replikler aynı sanki...Nasıl bir rejisörse, insanda biraz utanma arlanma olur yahu!
Sahi, tek doğal ve maalesef, böylesi araklama üstadı tın tın rejisörün kurbanı olan oyuncu ise, kadim dostum-arkadaşım Renan Karagözoğlu idi. Kısacık bir rol verilmiş kendisine. Oysa, dikkat çekici, yaşına rağmen hala çok belirgin yakışıklılığı, hal ve hareketleri ve tecrübesiyle Renan polis müdürünü çok daha dikkatli, uygun ve profesyonel biçimde canlandırırdı, gerçi diğer oyuncular ne yapsın, aktörlere bu uyduruk malzemeyi dayatan rejisörün kendisi!
Ama zaten, en büyük hasletlerinden biri Batı dünyası karşısında aşağılık duygusu olan toplumun ürünü rejisör ve senaristten ancak böyle bir mamül çıkması gayet doğal!
Rejisöre sormak lazım; kardeşim tek bir sahne düzgün, ve de senin havsalan, zeka ve görgüne ait olsa ne kaybederdin?
Bu rezalet bittikten sonra aklıma 1975 te izlediğim Yılmaz Güney'in Arkadaş filmi geldi. O zaman 22 yaşındaydım ve yine de filmde bazı abartılı sahneler olduğunu hep düşünmüştüm.
Nasıl da haksızlık etmişim, nasıl, nasıl...