Thursday 20 April 2023

Bir Film Kritiği

 Labirent,

Filmin Türkçe ismi de bu mu, bilmiyorum ama kaleme dökmeden bir kaç hafta evvel izlemiştim. Filmin kritiğini face book sayfama 21 Nisan 2017 tarihinde postalamışım. Bugün (21 Nisan 2023) karşıma çıktı, bloga taşıyayım dedim.

Karar verdiğimizde, henüz senaryoya Fransız olduğumdan, üzerine ukelalık yapamadım beni filmi izlemeye zorlayan eşime...
Ama, arada bir mide krampı vaziyetine zorlanacağım enstantane yağmuruyla karşılacağımın, ön yargılı olduğumu da kendi kendime teslim ederek, farkındaydım.
Daha da beteri oldu!
Hayatımda izlediğim en rezil Yeşilçam prodüksiyonu dedim, film izledikten sonra...
Ama evvela mukayese olsun diye geçmişe döneyim: 1980 sonları, ya da 90 başlarıydı galiba; beşinci sınıf oyuncu, ve Türk solcularının kalbinde yer eden Ulusalcı Tarık Akan ile, siyasi görüşünü hiç bilmediğim, ama çok esaslı bir aktör olan Kemal Sunal'ın bir filmine Selimiyedeki kahvede ister istemez göz atıyordum.
Gülmekten yerlere yatıyordum için için.
Kemal Sunal'ın ağzını açışı, veya o mimiklerine değil.
Senaryo ve çekime...
Bir cadde de, Tarik Akan ile arkadaşları, hemen her ayrı sahnede, aynı elbiseler, hatta gömlek kırışıkları bile taze ve aynı, habire aynı cadde'de turalıyorlar!
Bir aşağı, bir yukarı, ha babam volta atıyorlar!
Yani rejisör oyuncuları bu kabaramaz kel Fatma misali şişinerek caddenin tam da ortasında ileri-geri dolaştırırken neyi amaçlamıştı, vallahi filmin dandik senaryosundan daha dikkat çekici gelmişti bana!
Galiba Kemal Sunal ve arkadaşları da, ya da kendisi, veya hafızamda silinmeler husule gelmiş olabilir, birlikte, aynen berdevam!
Aynı cadde.
Aynı adamlar.
Aynı kıyafetlerle...
Ve dahi aynı gömlek kırışıklıkları!
Fakat, hiç bir ülke sineması, ya da güncel Batı'lı bir hadise, olgu, moda ve senaryo araklaması yok !
Saçma sapan, basit, ucuz bir çekim.
Tüm şapşallıklarıyla da olsa, hakiki ama!
Jargon, tavır, diyalog, kavga, jest, mimik vs vs vs., tam bir İstabul sosyolojisi.
Labirent'te ise, karşımızda Hollywood askeri-polis macera prodüksiyonlarından alışık olduğumuz ''terör veya falan filanla mücadele'' odası.
Türk polisi veya MİT, anti-terör uzmanları, canla başla İslamcı örgütü enselemeye çalışıyor. Ve odanın içi elbette gelişmiş cihazlar, izleme monitorları ve aletle dolu.
Filmin tevellütü 2011 olduğundan, zamanın politik ortamına uygun kaygılar göz önüne alınmış olsa gerek ki, Kürdlere pek hakaret yok.
Yaşı biraz geçkince bir hanım bacımız da kahraman anti-terör timimizin içinde.
Hani aslında, filimin oğlanı ve sonunda gayet komik biçimde mevta olan genç müdüre pek uymuyordu sevgili vaziyetlerinde.
Yahu Mardin di galiba, daracık sokak ve labirentlerde bir takip sahnesi var, vallahi benim altı yaşındaki torunum bile birilerinden kaçıyor olsa, arkasında tuhaf biçimde kendini takibeden bu artizleri farkederdi.
Elbette, filimin oğlanına ''abi'' diye hitabeden, ve de dünyaya acıklı sahne çekimlerine konu edilecek bir ölümle elveda diyecek yardımcı oğlan ve eşi de görüntü veriyor icabında... Aynen araklanan Batılı film replikleri, yani kadıncağızın, ''işi bırak, daha ne kadar böyle tehlikeli, çocuk vs'' mealinde yakınmaları...
Eh biz izleyicilerde eşek değiliz ya, zaten çakozluyoruz senaryodaki mukadder akibeti!
Allahım bana bir kaç kilo sabır, diyerek izlediğim bir kaç enstantaneyi daha nakledeyim; İngiliz gizli servisinden bi amcam, Türk müdürle İngilizce konuşuyor falan (hani İngilizce de biliriz icabında!). Bizim oğlan tam Türk Ulusalcı+Milliyetçi+Vatansever+ Anti Emperyalist ( o zaman da Devrimci olmalı).
Tüm dünya, ve elbette Batı'nın biz asil Türklere nasıl ayrımcılık yaptığını İstanbul'da ismi cismi, adresi, ajanlarının façası belli İngiliz ajan başına bir çakması var kardeşim( tövbe bir kaç defa), hı hı, her kes haddini bilecek hani bi yerde, haddini!!!!!
Yalnız, elbette tüm bu olan biten vs ( Türk ulusal hasletlerinin en başında gelen Batılıya karşı aşağılık duygusu tezahürü çakmalar hariç, onların alayı yerli ve Milli!), tamamı, şu veya bu filmden araklanmaların bileşkesi.
Hele bir terörist hücrelere baskın bölümleri var ki, hanım muhtemelen benim dudak hareketlerimden tozutma safhasına doğru ilerlediğimi farketmiş olmalı ki, kumandayı tam fırlatma pozisyonuna soktuğum elimi tutmasa, bizim televizyon o çarpmayla tuzla buz olacaktı. Bağırtı, kavga, temizlik, masraf vs, yani tam kabus...
Sahnee...
Şİmdi, hücre evin kapı önünde duruyor ustalar.
Yaşı biraz geçkince anti-terör dedektifi bacımızın bir duruşu var, yani mübarek sanırsınız ki Kurban bayramında ev ziyaretine gelmiş, sürpriz yapacak kapıda !
İçeri giriyorlar; mesela bir tanesi diyelim soldaki odaya zorlama vaziyetlerde dalıyoooor, ve bu defa da beni sehpayı kaldırıp fırlatmama ramak kala pozisyona iten o acaip kelimeyi duyuyorum: '' TEMİZ !! '', ve arkadan diğer görevliler sökün ediyorlar.
Sehpayı monitöre fırlatamayınca, bu defa beni aldı mı bir gülme!
Temiz, diyor yahu!
Ve öbürleri de giriyor.
Yahu ne demek istiyorsun birader, yani leş falan, ya da terörist bokuyla karşılaşmayı mı umuyordun da, eh odanın hava-koku vaziyetleri ve zeminde bir numara yok diye mi ''Temiz!'', diyorsun be muhterem rejisör?
Hollywood filmlerinde hani timler odaya girer falan ve ''Clear'' diye bağırırlar da, diğerleri içeri dalarlar ya !
Adam, ''Clear!'', diyor yahu, ''Clean!'' demiyor, kurban oluyum Clear, yani ''açık-saydam-aydınlık-berrak-boş (yani boş-açık bırakılmış, açık tutulan)'' demek. Yani işte o aradığımız herif(ler) yok, yer müsait, dalış serbest vb., gibi...
Son olarak, polis müdürünün para için ihaneti ve gerekçeleri bile alabildiğine yapmacıktı ve aynen Hollywood araklaması tabi... Replikler aynı sanki...Nasıl bir rejisörse, insanda biraz utanma arlanma olur yahu!
Sahi, tek doğal ve maalesef, böylesi araklama üstadı tın tın rejisörün kurbanı olan oyuncu ise, kadim dostum-arkadaşım Renan Karagözoğlu idi. Kısacık bir rol verilmiş kendisine. Oysa, dikkat çekici, yaşına rağmen hala çok belirgin yakışıklılığı, hal ve hareketleri ve tecrübesiyle Renan polis müdürünü çok daha dikkatli, uygun ve profesyonel biçimde canlandırırdı, gerçi diğer oyuncular ne yapsın, aktörlere bu uyduruk malzemeyi dayatan rejisörün kendisi!
Ama zaten, en büyük hasletlerinden biri Batı dünyası karşısında aşağılık duygusu olan toplumun ürünü rejisör ve senaristten ancak böyle bir mamül çıkması gayet doğal!
Rejisöre sormak lazım; kardeşim tek bir sahne düzgün, ve de senin havsalan, zeka ve görgüne ait olsa ne kaybederdin?
Bu rezalet bittikten sonra aklıma 1975 te izlediğim Yılmaz Güney'in Arkadaş filmi geldi. O zaman 22 yaşındaydım ve yine de filmde bazı abartılı sahneler olduğunu hep düşünmüştüm.
Nasıl da haksızlık etmişim, nasıl, nasıl...

Sunday 16 April 2023

İslam ve Türk'ün Hilali ile Ahmet Yesevi Üzerine

Yıllar önce notlarım arasından derleme,

 Islamiyette hilal'in yaygın kullanımı var, aynı zamanda Türkiye'nin ve diğer bazı devletlerin bayraklarında da mevcut.

Türklere göre Türklük, Islamcılığa bakılırsa da Islamla ilgili, adeta kutsal bir amblem mahiyetinde.
Ama hilal, adına Stupa verilen ve Buddhizm'de önemli bir yeri olan yığma tepecikte üstte, ya da Buddha heykelinin baş kısmında görülebilir.
O zaman hilal Buddhizm'den Islam'a geçmiş denebilir mi?
Hayır.
Zira hilal, Sasani'nin merasim sembolü ve Zerdüşti. Yani Zerdüştilikten diğer inançlara geçme. Hristiyan yazar Hieronymus'un Buddha'nın Hz.Isa gibi bakire anne'den doğmasına dair kelam ettiği yazılıyor. Acaba bu Hristiyanlıktaki bakireden doğum fenomeni Budizmden mi alınma? Mevlana Celaleddin Rûmi'nin Mesnevisinde, Kuran ile Peygamberlik temalarıyla beraber 60 kadar Hind hikayesi bulunmaktaymış. Bunlar aslında Buddhist menkıbesi Bilawahr ve Budâsef den çıkartmalar. Aynı zamanda da Sindbad Nameh ile Kelila ve Dimna'dan da... Mesela dikkat çekici olan bir husus daha; Farsi yazılı Tuti Nameh veya Chehel Tuti tamamen Buddhizm'den alınmaymış! Sufi menkıbe kültüründe mevcut bu eser ve demekki bazı etkilerini Kürdlerin Yezidi-Alevi-Yarsan örfleri, anekdotları-menkıbelerinde teşhis ve müşahade edebilme ihtimali mevcut. Yezidi, Reya ( Alevi) ile Yarsan gibi Kürdi antik inançların Sufilikle de kültürel alış verişinin yaygınlığı biliniyor. Burada asıl mesele, etkisinin mahiyetini ölçebilmektir kanaatimce, yani araştırmalarda bilgi radarları daha geniş ve farklı veçheleri olan alanları tarayacak kapasiteyi haiz olmalı, derinlemesine araştırmanın karşılığı hafif bir yüke tekabül etmiyor maalesef. Mesela yeri gelmişken hemen belirteyim; aslında başlı başına bir uzun makale konusudur, hatta kitap, ama erişebileceğimiz alan face book la sınırlı, dolayısıyla daha az özenli, çok kısa ve hızla yazıp, geçiştiriyoruz. Devletçe sponsorluğu yapılan Alevi-Bektaşi dernekleri ile sitelerde yazan Prof, Doç.dr titrli Türk yazarlar ile her okur yazar ile Türk siyasiler iki de bir Ahmed Yesevi ismini ortaya atarlar. Bu önemli ismin Orta Asya hakiki Türk, Oğuz, Türkmen ve yine Türk Aleviliğinin Horasandaki kurucu babalarından biri, köklerin kendisine gittiğini ısrarla iddia ederler. Oysa gerçekte, Ahmet Yesevi'nin bırakalım Alevilik gibi, hiç araştırma yapmamış birince dahi doğrudan heteredoks ilan edilebilecek ve aslında kendi başına bir din olan Şiilikle bile ilgisi yok. Ahmet Yesevi, bir Sünni Hanefi Müslüman. Kendisinin ait olduğu kol-tarikat, 1140 yılında ölmüş Yusuf Hamadani tarafından kurulan Khwajagan'ın Orta Asya tarafında yayılan kolu Yasaviyya dır.
Yani bu tarikatin ismi Yesevi...
Yesevinin Aleviliği uydurmasına cevap teşkil edip reddeden bir örneğin tam da yeri şimdi: Daha 1850 lerde Ahmed Yesevinin Orta Asyadaki Türkmen soydaşları kendilerine bahsedilen Azerileri Şii olduklarından ötürü kafir ilan ediyorlardı!
Acaba bir de Şiilikten çok farklı ve Alevilik ismi de verilen Kürd Reya Haq inancı ve özelliklerini duysalar ne diyeceklerdi!
Sonuç olarak, Atatürk ekibince başarılı operasyonlar ve uluslararası destek sonucu varlığı inkar edilen Kürd halkı üzerinden, tarihte hiç var olmamış bir Türkmen Aleviliği uyduruluyor. Absürd iddianın dayanıksızlığına çare için, Sünni Hanefi Müslüman bir tarikat şeyhi Ahmed Yesevi'den medet umuluyor. Zira Anadoluda kaynak gösterilebilecek ne topluluk, ne de figür var! Yegane çözüm, Orta Asya'dan bir örnek seçip piyasaya sürmek olmuş!
Ama elbette Sünni Hanefi tarikat şeyhi Ahmet Yesevi'nin Aleviliği ancak Hz.Musa'nın Marksist olması kadar gerçekçi görünüyor!