Friday 23 November 2018

Sultan Celaleddin Şah'ın Kürd Tarafından Öldürülmesi ile Tanrı ve Mengü Kelimeleri

Moğol  işgaliyle gelen korkunç yıkımı  topraklarımıza ve tüm bölgeye musallat etmeyi başaran şahıs, evvela Harzem'de   hakimiyet kurup, giderek  büyük bir alana hükmeden Türk köle hanedanından bir sultan olmuştu. Harzem, Anuş-Tekin ismi verilmiş bir Türk kölenin  soyundan Atsız/Utsuz'un kurduğu geliştirdiği devlet idi. Harzemden, Iran ve Anadolu ile Mısır'a kadar Türk genel adı altında aşağılanarak satın alınan muhtelif soydan köleler ile çocuklarının bir kısmının krallık kurabildiklerine dair çok önemli bir misaldir bu Harzem Şahlar (Gazneli Mahmud'da öyle). Daha sonra yukarıda ismini verdiğim Atsız / Utsuz'un soyundan Sultan Muhammed, bu Türkler her ne kadar İrani olarak yaşamışlarsa da, genel de savaşın orta yerinde saf değiştirme ve sözüne pek sadık olmama gibi bir geleneğe sahip bulunduklarını yine belli ederek ( bkz Talas'ta 751 Arap-Çin savaşı, Malazgirt, Melik Şah ile amcası Qavurt arasındaki savaş ta  olanlar vb., )  o sıralar  Çin'de kafataslarından  kuleler inşa etmek gibi kan dondurucu bir  meşgalesi olan  Cengiz Khan'a kalleşlik yapınca, Moğol'un  gözlerini İran ve ötesine dikmesine sebeb olmuştu.
Türk Muhammed kaçtı, Moğol Cengiz kovaladı.
En sonunda Sultan Muhammed Hazar'da bir adaya sığındı ve orada öldü.
Daha sonra yerine oğlu Sultan Celaleddin Şah geçti.
Sultan Celaleddin'in ise, farklı sebebler neticesi vuku bulduğu  nakledilmekle birlikte, bir Kürd tarafından Ahlat civarında öldürüldüğü üzerinde anlaşma var gibi ( Diyarbakır civarı da deniyor ama Diyarbakır o zaman bir bölge ismi). Kimileri cinayeti işleyen  Kürd'ü  Sultan Celaleddin'in kürküne göz diken bir eşkiya yazmış.
Bazıları ise, Kürd adamın Emir kardeşinin Sultan Celaleddin tarafından kalleşçe ve hunharca katledildiği, adamın da Sultan Celaleddin Şah'ı Yassı Çimen  savaşında ki yenilgisini müteakip gizlendiği yerde yakalayıp  öldürdüğü yorumunu yapmışlar.
1231 de cereyan eden bu savaşta, her ne kadar kredi hep Anadolu Rum Sutanı Alaaddin Keykubad'a verilse de, aslında savaşın galibinin zamanında '' Mezopotamya, Armenia ve Kurdistan'a'' hükmeden Eyyubi prens Malik Eşref, yani son tahlilde Kürdler, olduğu da yazılıyor.
Belli ki ortalık Kürd dolu ve muhtemelen de Sultan Celaleddin Şah, bir çok Kürd'ün canını Yassı Çimen savaşı öncesi yakmış olmalı.

Şimdi gelelim makalemizin başlığında yer alan Tanrı ile Mengü'ye.
Sultan Celaleddin Şah asıl bir de ''Mankoberti, Menküburti- Menkoberti vb.,'' formlarda transkribe edilen bir isim ya da ünvanla anılıyor.
Arap alfabesiyle şöyle yazılmış :        منكبرتي  = mnkbrt+i , yani bir tek sesli olarak son harf +i mevcut kelimede.
Anladığım kadarıyla genel de ve de özellikle eski MS ( manu script, el yazısı metin )  tekstlerde  Arapça ve Farsça'da kısa seslileri gösteren hereke ismi verilen noktalama işaretleri pek yazılmıyor. Dolayısıyla da okur, metnin kontekstine göre kelimeyi anlamakla yükümlü.
Fakat Arapça ya da Farsça metinlerde  ( hangisiyle yazılıyorsa) yabancı özel isim ve ünvanların müelliflerce bazen orjinal formlarıyla transkribesi problemli  ve dolayısıyla bunların da okunarak tesbiti  çok zor olabiliyor.
İşte burada da böyle bir husus mevcut gibi.
Gerçi ortalık bu alanda Batılı ve Türk uzman tarihçiden geçilmiyor.
Her bilinmeyeni Türk ve Türkçe ilan etmek için aralarında frene basmaksızın yarışıyorlar.
Ama sıra gerçek Türkçe olana gelince, nedense bir duraklama mı oluyor, nedir !

Bu isim  bence Menkiberdi / Mankoberdi , ya da  Menkü berdi  gibi...
Yani Türkçe ''Allah verdi/ sonsuz olan verdi vb., '' demek.

Tanrı-Tengri kelimesi Türkçe'de bildiğimiz ''kutsal yaratıcı, ilah,''  değil, ''gök , cennet ,'' anlamlarına gelir.
Gök ise ( Moğolca'da da aynı ''köke'')  ''mavi'' renktir sadece.
Gök yüzü ise Cumhuriyet uydurmasıdır.
Dolayısıyla ''çıktım gök yüzüne,''  ya da '' çıktım gök'e'' diye başlayan mısralı ya da içinde bu tür ifade  barındıran ve mesela 1400-1500-1800 vs de bilmem kim ozana ait diye takdim edilen şiirler varsa , hiç şüpheniz olmasın, kakalamasyon ve Cumhuriyet/İttihatçı uydurmasıdır.
Hangi kitleyi  hedeflediği ise malüm, ha bire yazıyorum zira.
Nişanyan sözlükte hem Tanrı-Tengri, hem de gök kelimelerinin anlamları doğru biçimde yazıyor son zamanlarda.

Ama Mengü'ye rastlamadım, daha henüz oraya gelmedik demek ki.
Belli ki Mengü ( ya da  Menke-Manko-Minke -Menkü vb.,formu)  ''İlahi, ölümsüz, her zaman var olan, ve giderek Yaratan,''  anlamlarına geliyor.

Mönkge  kelimesi Moğol dilinde de , ''ebedi,ezeli, ölümsüz, baki, sürekli,''  anlamlarına gelir.
Möngke (Mengü) Khan, yani Cengiz torunu ve Tuluy'un oğlu, bölgeye hükmeden İlkhan Moğol devletinin kurucusu Helagü'nün de abisi.

Saturday 10 November 2018

Haymana-Polatlı Havzasında Bazı Kürd Köyleri ve Modan Aşireti

Dışardan davulun sesi hoş gelir, değil mi ?
Asimilasyon öyle şiddetle dayatıldı ki, direnebilmek zordu. Üzerine asıl bir de kapitalizmin gelişmesi, makinalı tarıma geçiş ve zorunlu şehirleşme ilave edilince, Kürdlerin dayanma gücü kalmadı.
Dahası, Türkiye Cumhuriyeti ve Türklüğün Osmanlı'dan devraldığı Sünni-Hanefiliğin,  şehirlerde  bürokrasi eliyle beslenen  Türk-İslam ideolojisinin en önemli aparatı olması, yıkımı hızlandırdı.
Ortalıkta ne Kürdçe kaldı, ne de gelenekler.
Bu durumda elbette Kürdlerin tarihi hafızaları en büyük darbeyi yemiş oldu.
An itibariyle kimse son kalan yaşlıların aksanlarını bile bir yerlere görüntülü  kaydetmeyi düşünmüyor.
Varsa yoksa politika ve resmi Türk ideolojisinin arzusu da bu zaten.
Kürdleri haklı politik taleplerinde boğmak, lokal tarihleri ile lisan ve tabiatla bağlarını iyice çürütmek.
Başardılar elbette.
Emsallerim köylerinde vaktiyle atalarının kendilerine  tarif ettikleri tarla mevki , kurumuş dere yatağı, yıkılmış çeşme ile harabelerinin yerinde bile yel esen kalıntıların isimlerini de unutmuşlardır.
Kaydetmezler de... 
Hangimiz yaptık ki !

Bir müddet evvel yazmıştım. Mark Sykes daha 1900 başlarında Ankara'nın 30-40 km batısı ve demir yolu'nun kuzeyine serpilmiş  500 çadırdan müteşekkil kalabalık bir  Kürd Terikan aşireti koluna rastlıyor.
Nereden bakılsa, zamanın köylü toplumlarının ,  ortalamaları dikkate alındığında bize en azından 2,500- 3,000 arası bir nüfusu veriyor. Bu ise zamanın da en az on adet köy demektir !
Eğer 20 değilse !

Bir örnek vereyim ; Haymana'da Türk Şerefli köyü var. Sakinlerine sorun, bilmem nereden gelme hakiki ve en öp öz Türkmen boyu mensubu olduklarını söyleyeceklerdir.
Üstelik yanı başındaki Kürd köyleriyle alay da edeceklerdir.
Oysa bu köyün 1928 de ki ismi Kürd Şereflidir, zira bir tane de Kürd olmayan ve muhacir Şerefli köyü vardır, Gök göz gibi.
Devlet bu Kürd ismini Türk'e tahvil ettikten sonra, elbette kendilerine bir de gurur bahşetmiş oldu.
Ve en hakiki ve öp öz Türkmen oluverdiler 1928 den sonra.
Böylesi yüzlerle vardır, bulmak lazım.
Arkadaşlar Rışvan, Reşidirler...
Öyle tahmin ediyorum ki bu köyün civarın da  kendine Türkmen diyenler varsa, muhtemelen Kürddür. 
Belirteyim, Asyaikler kendilerini belli ederler. Muhacirler de  hem fizyonomik, hem de kültürel olarak anında tesbit edilir.
Yine muhacir olan Tatarlar ise tamamen ayırd edilirler ve diğer muhacirlerle birlikte zaten ülkeye geliş tarihleri bilinir, kendileri bilirler en azından.

Tekrar dönelim bahsi geçen Terikan Kürdlerine.

Demir yolunun kuzeyi diyor Mark Sykes.
Mesela bir Malı Köy var.
İsme dikkat çekeyim, Türkler anlamazlar ama Kürdler baksınlar.
Malı, ne malı ! 
Bu isim, Male / Mali /Male gibi,  ve muhtemelen bir Kürd ismi.
Birinin yeri, mülkü, malı diyor. Elbette bir de Mele var.
Eğer muhacir köyü değilse, ki etraf halihazırda Oğuz Türkmeni ilan edilmiş Çerkes köyleriyle dolu görünüyor.

Bir de Haymana'da Modan aşiretine bağlı köyler var.
Bunlara kah Kürd kah Türkmen denir.
Gerçekten de karışık köyler.
Mesela bir tanesi Rışvan/Reşi Kerpic arasında bulunan Saatli. Bu isim aslında Saat değil, bu konuya tekrar dönüş yapma imkanı bulduğumda işleyeceğim.
Bir tanesi Kara Süleymanlı, diğeri Çeltik. Çoğunluğunun Kürd olduğunu sandığım Toycayır, ile bir de galiba Katrancı ve Yamak köyleri de Modanlıydı.
Bu ahalinin ne olmadığını hemen söyleyebilirim.
Türk veya Türkmenlikle zerre alakaları yok.
Ama Kürd ile Moğol karışımı bu insanlar.
Bu Moğol elementi iyice derleyip, muhtelif makalelerle işleyeceğim ve her şey de hazır.  Ama bir başlangıç yapmış oluruz böylelikle. 
Modun ya da Modan biçimlerinde transkribe edilen kelime  Moğolca ''ağaç'' anlamına geliyor.  İsmin bu kelimeden kaynaklandığını iddia edebilirim ama hepsi bu.
Muhtemelen bir Kürd aşiret federasyonuyla birlikte göç ettiler, ya da daha sonra Kürdlerle karıştılar.
Köy isimleri üzerinde de çalışma yapmak gerekiyor.
Bakalım ne zaman.


Friday 2 November 2018

Halil İnalcık, Has Bağçede Ayşu Tarab ( Nedimler Şairler Mutribler)


Thursday 25 October 2018

Fasa'lı Zerdüşt ve Mazdak'tan Abu Muslim ve Biraz Ötesine Kadar Yol'un Hikayesi

Aralıksız 95 yıldır sürekli saçılan dezinformasyonlar ile asimilasyon neticesi  tamamen tahrip edilmiş dokusuna bakıldığında, bir  zamanlar muhtelif isimlerle anılan günümüzdeki Re/Alevi ( ile Yezidi) inancının kökenine dair  aşağıda okuyacağınız makalenin, ancak  Van Gölün'de  bir damla hacminde olduğu söylenebilir. Bir müddettir ''Eba Muslimi Xorasani / Abu Muslimi Khorasani'' ya da sanırım Kürdi deyişiyle '' Ava/Eba  Mıslimi Taverdar '' üzerinde duruyordum. İki yıl öncesinde aldığım notlardan, Alevi inancındaki Ali figürünün zamanla Müslim'in yerine ikame edildiğini farketmiştim. Fakat Re / Yezidi ayrışmasında ki teolojik farklılığı tetikleyen süreci kestirebilecek kaynak yoksunluğu, beni konuyu detaylı işlemekten alıkoyuyordu. Abu Müslim için Ava Mislimi Taverdar lakabının dua ve yakarışlarda daha yakın zamanlara kadar kişisel bazda da olsa kullanıldığını bir arkadaşımızdan duyup ikna olunca, kolları sıvadım.
Aslında bir ''akademik'' tarz makale planlıyordum. Çalışmaları başlatmak için beni bunaltan yoğunlukta ki notları toparlamaya çabalarken, bu defa bir arkadaş henüz belirlenmemiş bir tarihte yapılması planlanan bir Alevi Sempozyumundan bahsetti. Bu etkinliklerle daha evvel hiç bir biçimde ilişkim olmaması sebebiyle evvela kararsız kaldım. Müteakiben, aslında hazır notları toparlama mücadelesi vermeye başlamışken, çok kapsamlı bir  makaleyi de aradan çıkarmayı düşündüm. Fakat olmadı. Yerine, gelecekte düzenli biçimde hazırlanması gerekenin prototipi çıktı. Yani aslında ortada düzenli ve kronolojik yazılmış, çok arzu ettiğim tertipte  bir makale olduğunu söyleyemem. Zira bu çalışmayı tam yansıtabilmek için, oturup bu kitabı yazmak lazım, ama an itibariyle bu durumda değilim. Tamamı, sonuncusunu  5 November / Kasım 2016 3:35 PM / 5 Kasım 2016 da almayı bitirdiğim  ve muhtelif kaynaklardan toparlanmış  notlardan seçilerek ya da ayıklanarak diyelim,  derlendi.  Arada tekrarlar da mevcut ki, bazıları ister istemez oluyor. Genel de pasajların İngilizcesi ve yanında Türkçe tercümesini verdim. Bazıları ise sadece Türkçe tercümesiyle verildi. Yorumlarım da var , okuyucuya hatırlatma veya kıyaslama babında. 
Makale'de , bazen geriye, oradan ileriye gidiş-dönüşler olabilir, bu bazı okuyucular için haklı olarak karmaşa yaratabilir, o sebeble özür dilerim.
Ama içeriğin de belki de hiç birinizin şimdiye kadar duymadığı, okumadığı, ya da bilip te aslında kaynağını, teyidini bulamadığı az sayıda olmakla birlikte  çok mu çok önemli bilgiler var.
Anlayana, anlamak isteyene, meraklı olana ve kendini arayana...

Başlarken, Anadolu'da kalabalık bir İrani nüfusun varlığından bahseden bir pasajı aktarmak gerekiyor, zira üzerine tartışılacak inancın kaynağını, çok daha önceki çağları da göz önüne alarak belirtmek gerekir ki,  burada da aramak  yardımcı olabilir , evvela İngilizcesi:
'' There was a large İranian population in Anatolia dating back to the time of Achaemenids , who controlled this region between 546 and 330 BC. The İranian presence can be followed in western Anatolia up to the mid-third century AD,and in eastern Anatolia  to the fourth century, and perhaps beyond.It was from these İranians that Greeks have learnt about Zoroastrianism before Alexandre's conquests,and it stands to reason that they should have used them as sources for later information  too,especially in connection  with Mithraism , a cult said by Plutarch to have originated in Anatolia. The Anatolian Magi , called Maguseans in Christian writings , represent a different tradition from that which came to be canonized in the Pahlavi books , and information relating to them cannot be dismissed as Greek interpretation or embroidery merely because the Pahlavi books  fail to confirm it.''

- ''Anadolu'da bölgeyi M.Ö. 546-330 yılları arasında kontrol eden Achaemenid zamanına  uzanan kalabalık bir İrani topluluk mevcuttu. Bu İrani varlığını Batı Anadolu'da M.S. 3., Doğu Anadolu'da ise 4. ve belki de ötesine kadar takip edebilmek mümkün.İşte Greklerin Zerdüştiliği  İskender'in fetihleri  öncesin de kendilerinden öğrendikleri bu İranilerdi. Ve bunları sonraki bilgilerde kaynak olarak , özellikle de Plutarch'ın Anadolu kaynaklı olduğunu yazdığı Mithraism'le ilgili kullanmaları gerektiği akla yatkın görünüyor. Hristiyan kaynaklarında Maguseans olarak geçen Anadolu Magisinin, Pahlavi kitaplarında yüceltilenden ( Zerdüşt peygamberin dini) farklı bir geleneği temsil ettiği bilgisi,  sırf  Pahlavi kaynaklar bunlardan bahsetmediği için  sadece Grek yorumu ya da mübalağası sayılarak bir kenara atılamaz.'' (yazarca toparlanan kaynak: Boyce and Grenet, '' History of Zoroastrianism.'')
-Bağlantılı olabileceğini düşündüğüm bir başka paragraf , '' Another interesting fact noted by Xenophon is that the Persian language was understood and spoken in remote villages of Western Armenia (Anabasis 4.5.10, and 5.34).''
-''Bir diğer ilginç realite Xenophon tarafından kaydedilmiş. Pers lisanı uzak-ıssız Batı Armenistan köylerinde konuşuluyormuş ( Armenian Zoroastrian, M.L. Chaumont).''

Xenephon'un bu notları M.Ö. 400 ler gibi bir tarihte tuttuğu göz önüne alındığında, acaba bu ''Persçe'' nasıl bir Persçe idi ?'' gibi sorular akla gelebiliyor.
Mesela aynı kaynakta bir referans var : ''Analogies in Iranian and Armenian Folklore, by Eugene Wilhelm. From the Spiegel Memorial Volume (Bombay, 1908) pp. 65-83.In page 70, there's word "asman" said to be used in one Armenian dialect...''
-Yani kısacası Armeni diyalektlerinden birinde '' asman'' kelimesi geçiyormuş.
Asman sadece şimdiki Persçe değil, Kürdi lisanların tamamında mevcut ve bazı telaffuz farklılıkarıyla da olsa, ''gök'' anlamına gelir. 

Yazarlar  ısrarla Kürd kelimesi kullanmaktan kaçınıyor. Adı verilen '' İranilerin'' Achaemenid döneminden de erken, Medler zamanında Anadolu'da bulundukları biliniyor. Halys ( Kızılırmak) M.Ö. 600 lü yıllarda Media -Lidya sınırıydı. Elbette evveliyatı da araştırma konusu.
Yukarıda ki ilk pasaj da iki önemli husustan ilki , Heredot'a göre 6 Med aşiretinden birinin ismi olan Magilerin inancının  Zerdüşt peygamberin dininden farklı olduğuna dair belirlemedir ( Bu arada Med kaynağı için: Cambridge History of İran,Volume 2: The Median and Achaemenian Periods Edited by I. Gershevitch,). 

Diğeriyse, doğrudan bahsedilmese de  adı geçen Magi inancıyla bağlı  olduğunu düşünmemiz için epeyi bir sebebimiz bulunacak olan Mazdakçılığın kurucusunun isminin de Zerdüşt olmasıdır.

Yani esasen Kürdler'le doğrudan bağlantılı görünen bir değil, aslında farklı zamanlarda yaşamış isimleri aynı ama iki farklı Zerdüşt  mevcut.
Belki de bu ismin Kürd tarihi hafızasında bu denkli köklü yer edinmesi, sadece Avesta kitabının  peygamberi Zerdüşt değil, kendisinden uzun asırlar sonra isimleri  Nusaybin'de  kaydedilecek taraftarlarıyla anılacak adaşı Zerdüştten de kaynaklanıyor.

Mazdakçılığın mimarı Zerdüşt'ün ismini tarihçi Joshua veriyor ('' The chronicle of Joshua the Stylite : composed in Syriac A.D. 507 by Joshua, the Stylite; Wright, W  Publication date 1882'') , s.13:
'' Kraliyet ailesi , hazine Hunlarla ( Kuşan)  yapılan savaşlardan dolayı  tam takır , parasızlıktan kırılan ve Bizans İmparatorlarından talep edilen mutad yardımı da koparamayıp, üzerine bir de şehirlere hamam yapmak için para harcayan Sasani İmparatoru Balaş’ı ( isme dikkat Beleş) görevden alır. Balaş aslında barışçıl ve mütevazi bir insandır. Ama gözlerine mil çekilir ve yerine kardeşi ve evvelki İmparator Peroz’un oğlu Kawadh getirilir. Kawadh da her daim yaptıkları gibi Bizans /Roma İmparatorundan para yardımı talep eder ( Hunlarla savaş vb., bahaneler). 
Tam o sırada da Bizans'a yeni İmparator Anastasius'un getirildiğini öğrenince de, bu defa elçisine gerekirse savaş tehdidinde bulunmasını tembihler ve elçi de emri yerine getirir.
Devamını Joshua eserinde şöyle naklediyor  : '' But when he heard his boastful language, and learned about his evil conduct, and that he had reestablished the abominable sect  of the magi which is called that of the Zaradushtakan -(which teaches that women should be in common, and that every one should have connexion with whom he pleases,)... and did not send him money (...).''

- ''Fakat ne zaman ki Kawadh'ın kurumlu, kendini öven lafları yanında bir de Zaradushtakan isimli birinden kaynaklanan  berbat bir Magi inancını yeniden kurması gibi şeytani davranışlarını duyunca, İmparator Anastasius Kawadh'a para vermedi.  Zaradushtakan ''kadınların ortak kullanımı ve herkesin canının istediğiyle ilişki kurmasını''  vaaz ediyordu.''

Mazdak'ın kısaca bahsedeceğimiz kuramın da , Khurragan oğlu Zerdüşt'ten  (Zaradushtakan- Zaradusht) etkilendiği, yani asıl aktörün Zerdüşt olduğu kaynaklarda yer alıyormuş.
Kendisi aslen Pars/Fars eyaletinin Pasa/Fasa şehrinden.
Yani yukarıda  değindiğim gibi, görülüyor ki Kürdlerin tarihi hafızalarında kalıcı yeri olan Zerdüşt, esasen sadece Urmiye'li peygamberle sınırlı değil, bir de Sasani dönemine denk gelen Pars'lı (Fars)adaşı var ve bu 
Zerdüşt, Mani peygamberin  çağdaşı ve ölüm tarihi 277.
Mazdak'in  Zerdüşt'ten esinlendiği görüşleri  Batılı akademisyenlerce keşfedildiğinde  bir nevi sosyalizm değerlendirmeleriyle de karşılanmış . Ama elbette çok önemli bir fark var modern sosyalizm-komunizmle. Mazdakçılığın ''dini karaktere'' sahip bulunması ( Browne, p.170,Nöldke'nin yorumu).

Anlatıldığına göre Zerdüşt, dünyadaki didişmeyi ( arzu edilen ve sebebi olan faktörleri, bu arzuyu kazıyarak ortadan kaldırmak için  insanları baskıya alıştırmak değil,  fakat tersine onların eşit biçimde bundan faydalanmalarının sağlanmasını önermiş ; iyileşmeyi de elbette insanların çatışma alanları olan kadın ve mülk ,ve ilaveten  bir de herhangi bir canlıya zarardan kaçınma üzerinden tarif etmiş. Kadın ve mülk paylaşılmalı ; savaş kötülük ve iblis ilan edilmeli ve hayvanlar yiyecek için öldürülmemeli.

- Bir pasaj'da ise şöyle naklediliyor : ''Zardüşt of Fasa (...) said that,envy, pride, and other sins attacked people through women and property , who were the ultimate causes of practically all dissension among mankind, and that sharing would put an end to this by diminishing the power of Az, the demon personifying desire and covetousness. All İranians were to share as if they were bothers  who formed a single household , taking what they needed and never accumulating things for themselves.''

- Evvela bir Az kelimesinin anlamını verelim. Zerdüşti literatüre göre Az ''demon of greed- aç gözlülüğün yarattığı iblis ( iblisce düşünce ve aktivite-kötülük,bkz, avesta.org) :  Fasalı Zerdüşt dedi ki , '' kibir, gurur, özenme ve diğer günahlar , insanlık içinde  takriben tüm çatışmanın en büyük sebebi olan  kadın ve mülk üzerinden insanlara saldırıyor, ve ''paylaşım'' arzu ve tamah da cisimleşen iblis Az' ın gücünü zayıflatarak buna bir son verebilir. Bütün İran/Arianlar kardeşmişler gibi, tek bir ev halkı/aile oluşturmuşcasına paylaşmalı, ihtiyaçları kadar  almalı ve asla kendileri için fazlasını biriktirmemeliler.''
Yukarıda Mazdak'ın kaynağı Fasa'lı Zerdüşt'ün doktrini açıkça ilk komunist idealleri vaaz ediyor. Ama daha sonra da görüleceği gibi, özellikle de Abu Müslim'in Arap-İslam Hanedanı Abbasi tarafından, üstelik kendisi bunları Hilafete taşımasına rağmen tuzağa düşürülüp hunharca katli, başta Kürdler , tüm Arian-İrani halklarda derin bir infiale sebebiyet verecekti.
Bu kısa aralıklarla devam eden kalkışmaların daha evvel ki Mazdak dönemine göre çok önemli bir farklılığı olacaktı.
Tüm coğrafya'da İslam-Arap egemenliği gibi, İran/Arian toplumlara yabancı, dayatmacı, lisan ve kültürel olarak farklı  bir yönetim hüküm sürüyordu. Bu yeni realite, Abü Müslim sonrası  İran/Arian ( çoğu Kürd tanımlanan topluluklar görünüyor) arasında Fasa'lı Zerdüşt'ün sosyo-ekonomik reçetelerine, vaktiyle Sasani resmi Zerdüştiliğinin baskısına rağmen çok yaygın ve güçlü olarak etkisini sürdüren orjinal Mithra ( Kürdi'de karşılığının ''Mir '' olduğunu sanıyorum) inancının  ''yeni figürlerle'' takviyesiyle, mesela,  Abu Müslim, yani ''dini'' karakterin,  sosyo-ekonomik prensiplerden daha da ön plana çıkarılarak Arap-İslam işgaline karşı direniş ve var olma mücadelesinin bir nevi ''milli/dini'' ideolojisine dönüşmesi olarak açıklanabilir.
Nitekim tarihçi Claude Cahen de benim gibi düşünmüş ( elbette çok daha önce)  1968 de, ve İranlıların Abu Müslim'i bir ''Ulusal Kahraman'' gibi sevdiklerini yazıyor (s.332, Osmanlılardan önce Anadolu, Claude Cahen).

Tekrar geriye , Sasani çağına dönelim. Fasa'lı Zerdüşt'ün ideallerinden görünen o ki sadece kadınlarla olan şartı aynen Sasani İmparatoru Kawadh'ca benimseniyor ilk döneminde ve kaçmadan evvel (488-496).
Ama Kawadh sürgünden dönüp iktidar iplerini tekrar ele alınca, bir daha ağzına da, aklına da Zerdüşt'ün kuramı gelmeyecekti. O sıralarda zamanın Sasani resmi dini Zerdüştiliğin bir  rahibi olan Mazdak vaazlarına devam ediyordu.
Kendisi , rahibi olduğu Zerdüşt peygamber'in inancı değil, Fasa'lı Zerdüşt'ün ideallerini büyük bir hevesle dillendirdi ve neticede de Doğu Anadolu, Iraq ile Batı Iran ( yani  belli ki şimdiki Azerbayjan, Kürdistan vs.,)  da çok büyük isyanlar tetiklenmiş oldu.

Burada okuyucuya Mazdak'la ilgili kaynaklar ve bazılarında neler yazdığını verelim ( Browne, p.169) : 
1. Mazdak, Bamdadh'ın oğluymuş ve Vendidad'ın Pahlavi çevirisinden bir pasaj'da  benzetmeyle  kendisinden bahsedilmiş. Ayrıca Pahlavi edebiyatının son ürünlerinden Bahman Yasht'ta '' lanetli Mazdak'' olarak geçmiş. Bir de Pahlavice yazılmış ve  sonra da İbnül Muqaffa'ca Arapçaya çevrilmiş Mazdak-namak varmış ama bu eser maalesef  kaybolmuş. Mamafih eserin içeriği bir noktaya kadar bazı Arap müelliflerin yazılarında geçmiş.
2. Mazdak isminin geçtiği Grekçe kaynaklar ise Procopius, Theophanes ve John Malalas.
3. Syriac ise yukarıda alıntısı verilen Joshua the Stylite.
4. Arapça da ise Al-Yaqubi, Shahristani, Tabari, Masudi, Hamza of İsfahani, Al-Biruni, İbnül Athir, Dinawari, Abül Fida.
5. Farsça'da ise Firdawsi ile Nidhamül Mülk geçiyor.

 Devam edelim diğer pasajlarla : ''The Mazdakite association with deviant systems is consonant with the fact that it was among isolated  mountaineers (many of them Kurds) that Mazdakism survived (...)"

- ''Mazdakçılığın  toplum düzenine aykırı sistemlerle birliği , Mazdakçılığın  çoğu Kürd olan izole edilmiş dağlarda yaşayanlarda yer etmesi gerçeğiyle uyumlu görünüyor.''

Yazarlar böylece biraz ikircikli de olsa,  bu hareketin ana gövdesinin Kürd olduğunu teslim ediyorlar. 

Bazı kaynaklar Mazdak isyanının yeri, çıkışı için Iraq diye bir kavram kullanıyor  ve elbette içinde Kürd kelimesi yok ! 
Halbuki Jazire'nin olduğu alanlara Aramice, ''Beth Kardu'' diyorlar.  Yani Beth kelimesi, Arabi Beyt ( Ehli Beyt'teki Beyt, yani Ev) karşılığı, ülke anlamına da geliyor olmalı ki, Beth Kardu, Kürd ülkesi denmiş. Kardu'nun da Arami-İbrani kökenli ve Arabi Kürd kelimesinin  orjinali olabileceğini de söyleyelim.
Bu arada Mazdak isyanının çıktığı bölge Tigris ile Zap arası diye de tarif ediliyor.
Yani Botan-Hakkari, Musul'un kuzeyi-doğusu   ve belli ki Mazdakçılar Kürdler arasında çok etkili , ya da ezici çoğunluğu. Şöyle naklediliyor : '' As for where the revolt broke out, the Dinkard  implies that the rebellion affected all or most of Iranbut the passage is both vague and polemical. Most of such exiguous evidence as we have points to IraqMazdak may have come from Midharaya in lower Iraq; it was in the Nisibis area that Mar Aba encountered Zaradushtis; and it was in Iraq (betweeal-Jazir and al-Nahrawan) that myriads of Mazdakites were slaughtered in one day.''

-'' İsyanın çıktığı yere dair belirlemelerde Dinkard , her ne kadar nakledilen pasajı biraz müphem ve polemikli olsa da, isyanın bütün İran'ı etkilediğini ima ediyor. Elimizdeki bu cüzi delilin çoğu bize isyanın kaynağı olarak Iraq'a işaret ediyor. Mazdak aşağı Iraq, Midharaya'dan gelmiş olabilir ( tesbit edemedim şimdilik). Bu arada Mar Aba'nın Zerdüştilerle karşılaştığı yer ise Nusaybin idi. Ayrıca onbinlerce Mazdakçının bir günde katledildiği yer de Iraq ( el-Cezire ile el-Nahrawan arası)  idi.''

Yani Cizre-Nusaybin vs arası ile doğusu. Eh burası da işte her daim Beth Kardu geçen, Kürd ülkelerinden en yoğun nüfuslu olanlarındandı. Fars eyaletinin Fasa şehrinden olan Zerdüşt'ün bölgesini terkedip Beth Kardu  ismiyle anılan  Kürd ülkelerinden birine gelmesi de dikkat çekici. Belli ki görüşlerini serbestçe vaaz edebileceğine önceden kanaat getirdiği dini-toplumsal dinamikleri içinde barındıran yerin ta kendisi burası. Üstelik doğu ve güneyden gelen göç yollarının üzerinde de Cizre-Nusaybin. Kürdlerin dağları ise her yönde.

Browne okuyucuyu  uyarıyor aslında,  özellikle de kadınlar açısından Zerdüşt ile Mazdak'ın prensiplerine dair  Hristiyan, Zerdüşti Sasani  ve sonraki Arap-İslam kaynaklarının çok acımasız ve kişisel değerlendirmelerle dolu olduğunun görüldüğünü naklediyor.
Belli ki Mazdak'tan Babak'a kadar isyancılar Sasani zamanı zengin ve resmi Zerdüşti , daha sonra da Müslüman dini üst sınıfların ellerindeki köle kadınlar ile fazla mülklere el koyuyorlar, ya da Fasa'lı Zerdüşt'ün önerdiği gibi, her ne kadar uygarca ve gönül rızasıyla olmasa da, paylaşıyorlar. Köleciliğin ve hele kadınlarla ilgili en berbat biçimlerinin görüldüğü Zerdüşti Sasani , Roma/ Bizans ve İslam dönemi müellif ve siyasilerinin  Mazdakçılığa ''ahlaksızlığın'' bin bir türü atfedilerek yürütülen hücumları ile,  zamanımızda hala Alevi-Yezid Kürdlere yönelik  ''mum söndü'' yakıştırmalarına dikkat çekelim.
Mesela Nidhamül mülk ( Nizamül mülk) ,eski Mazdakçılara  yönelik ''şapka asma'' söylentisini dillendirmiş. Ya da kendisi öyle görmek istemiş. Ona göre bir adam her ne zaman bir kadınla birlikte olmaya gitse, kapıya bir şapka astıktan sonra içeri girermiş ; daha sonra gelebilecek bir erkek ise o şapkayı görünce, geri dönermiş !
Kendisi bu pratiği bizzat yaşamış gibi anlatıyor.
Bu söylenti zamanımızda da farklı versiyonlarıyla hafızalarda yaşıyor.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, Zerdüşt-Mazdakçılığın kan dökmeye karşı çıkmaları yanında, Sasani resmi dini Zerdüştilikle bağdaşmayan diğer bir yönü de ''et yenilmesine'' karşı olunmasıydı.
Elbette daha sonraki dönemlerde görüyoruz ki, Mazdakçı nitelenecek ve Abbasi döneminde isyan edecekler ''yeniden dirilme'' inancına da sahip değiller.
Tam tersine enkarnasyon-reenkarnasyon ( hulül-tenasüh) gibi ''ruh göçü/ başka beden de yer alma'' kuramları mevcut.
Burada Mazdak ile taraftarlarının korkunç bir katliama maruz kalmalarından da bahsetmek gerekiyor (528-529). Aslında bu menfur hadise tarih itibariyle bir zamanlar prensiplerini hararetle savunup, daha sonra da iktidarı tekrar ele geçirdiğinde daha evvel inandıklarını  unutan Kawadh'ın ikinci döneminin sonlarına rastlıyor. Fakat bu toplu katliamın şerefi ise yazıldığına göre oğlu Khusraw I , ya da sonra  kazanacağı sıfatla Nuşirvan'a bahşediliyor. Kısaltarak nakledersek  Nuşirvan, Mazdakçılar ve doktrinlerinin tanıtımı bahanesiyle bunları tuzağa düşürmek için bir büyük davet veriyor. Gruplar halinde davete icabet eden zavallı Mazdakçıları kendilerini hazır bekleyen askerlere yakalatıp evvela öldürtüyor, sonra da  ayakları dışarıda , havada bırakılmak suretiyle tepelerinden başlayarak toprağa gömdürüyor.
Mazdakçıların tamamını berteraf ettikten sonra da, Mazdak'ı çağırtıyor. Ziyafete icabet etmeden  evvel kendisini, yetişen bitkileri gösterme bahanesiyle bahçeye doğru götürüyor. Bahçeye de tam girerken Mazdak'a dönüp ''İşte !'' diyor , Mazdakçıların cesetlerinin havada duran ayaklarını işaret ederek , ''senin şeytani düşüncelerinin meydana getirdiği mahsül !'', ve işaret ediyor. Mazdak derdest edilir edilmez , bahçenin ortasında  özel olarak kendisi için hazırlanmış topraktan yapılma tepeciğin ortasına canlı ve baş aşağı gömülüyor.
Bu vahşete gözleriyle tanık olan ''Timotheus the Persian''ın naklettiklerini ise zamanın Bizanslı müellifleri Theophanes ile John Malalas not alıyor ve günümüze ulaşmasını sağlıyorlar 
Bu korkunç darbeden sonra Mazdakçıların başına her bir noktada getirilen felaketleri yazmak bile ürpertici. Sadece Nusaybin'de inanılmaz rakamlarda katliamlar naklediliyor.
Nizamülmülk'e göre, Mazdak yenilince karısı, yanında bazı müridlerle birlikte Ctesiphon'dan Ray'a kaçıyor. Ve orada çok başarılı propaganda yapıyorlar. Doktrin için Mazdakites veya Khurramites ( Khurram-dinan -Khurramiyya ) deniyor.
İnanç hızla yayılıyor.
Mazdak ve on binlerce ( belki yüz bin den de fazla) taraftarının topluca katlini müteakip dağınıklık baş gösteriyor elbette. Bu arada bu korkunç katliamı aslında tarihteki ilk tesbit edilen Alevi-Yezidi soykırımı ( ilk kurucu ve çok farklılaşmamış, İslamla hiç ilgisi olmamış, saf hali ) olarak nitelemek te mümkün.
Zira biraz sonra çok kısa özetle nakledilecek sosyal-dini hadiseler ve elbette , hep yıkımlar, bu tezi destekler nitelikte. 

Daha sonra ortaya muhtelif isimler ve isim verilen bazı gruplar çıkıyor. Ama bunlardan en önemlisi ve yegane iz bırakanı, ismi hala yaşıyanı ise,üzerinden mitolojiler üretilip  bir inancın  temel teolojik prensiplerinde ki asli  figüre dönüştürülen, ve Emevi Hanedanının yıkılmasını sağlayıp Abbasilere iktidar yolu açan,  ve yine karşılık olarak ta Abbasilerce katledilen  Abu  Müslimdir.

Evvela bizzat Müslim'in zamanında ortaya çıkan Bih- Afaridh isimli bir lokal peygambere bakalım. Zira Müslim'in görünüşte bir Müslüman olmasına rağmen, daha sonra kendisinin Müslüman nitelikli olmayan gruplarca en yumuşak tabiriyle  örnek ve rehber alınarak Arap-İslam iktidarına isyanlar başlatmalarını anlamamız gerekiyor. Bu şahıs, bazı  farklı düşüncelere sahip olsa da, Zerdüşt peygamber ve tüm kurumlarına inanıyor. Ve ironik olarak kendisine İslam dini harici bir mitolojik kutsallık atfedilecek Abü Müslimce de Müslüman olmadığı için öldürülecektir.
Bih Afaridh  Müridlerine 7  dua önermiş : 1. Yaratıcıya, 2. Cennet ve Dünya'nın yaratılışına, 3. Hayvanların yaratılışı ve beslenmelerine, 4. Ölüme, 5. Kıyamet ve Muhakemeye, 6. Cennet ve Cehennemde bulunanlar ile onlar için hazırlananlara, 7. Cennetteki insanları methetmeye.
Yukarıda zikredilenlerin dışında ilginç prensipler geliştirmiş, seçerek aldım : müridlerine  ''güneşin cevherine''  tapınmayı emrediyor. Tek diz üzerine çöküp , her nerede ise güneşe doğru dönerek dua etmek ;  saç ile saç lülesi uzatmak. Çok zayıf düşmedikçe, genç hayvanları kurban etmemek ( sığır) ; çok yakın akraba ile evlenmemek ( anne,kız çocuklar, bacı, yeğenler ) ; kurallara uygun kesilmediği için aniden ölen hayvanların etini yememek ; şarap içmemek.

Abu Müslim tarafından Müslümanların şikayeti üzerine öldürülen Bih-Afaridh'in müridlerinin düşünceleri arasında şöyle bir ibare geçmekte: '' Peygamberlerinin hizmetçisinin anlattığına göre peygamber ( Bih-Afaridh) cennete sıradan bir kahve rengi at üzerinde çıkmış, ve aynen çıktığı biçimde dünyaya inecek ve düşmanlardan intikamını alacak.''

Ve gün gelir Abü Müslim 755 yılında , kurulması ve devamı için  canla başla uğraştığı, uğruna seller gibi kan akıttığı Abbasilerce tuzağa düşürülerek öldürülür.
Artık Anadolu Kapadokya'dan tarihi Hindikuş dağlarına, Transoxiana Fergana'dan Hürmüz ve ötesine kadar Abbasi Hilafetini sarsacak anti-İslam, anti-Arap dini-askeri hareketlilik kısa aralıklarla Babak isyanının bastırılmasına ( 838) kadar sürecektir.

Khurrami sosyal hareketi işte bu çalkantılı dönemde ismi ön plana çıkanlardan.

Heretik inanç uzmanları Khurramiya'yı  Müslümiya ile  aynı farzediyorlar. Bunlara göre Müslim onların İmamı, ya da peygamber veya ''kutsal ruhun bedenine enkarne'' olmuş hali...

Burada bir duralım, hem yukarıdaki son pasajı irdeleyelim, hem de biraz daha farklı alanlara kısaca açılalım : ''In the Fihrist the section dealing with the movements of which we are about to speak is entitled (p. 342) " the Sect of the Khurramiyya and Mazdakiyya,
these being regarded as identical with one another, and with the Muhammira (" those who made red their badge "), the followers of Babak " al-Khurrami," and, apparently, the Muslimiyya  or sects who believed that Abu Muslim was the Imam, or even an incarnation of the Deity, amongst whom Sinbadh the Magian and Ishaq " the Turk " (so called, we are told, not because he was of Turkish race, but because " he entered the lands of the Turks and summoned them to believe in the Apostolic Mission of Abu Muslim ") are included.''

- ''Fihrist'in şimdi konuşmaya başlayacağımız hareketlerle ilgili kısmında başlığı ''Khurramiyya ve Mazdakiyya Sektleri'' olarak geçiyor ve ikisinin de aynı olduğu, ve Muhammira (alamet/nişanları/işaretlerini kızıl renk seçenler) ile  Babak ''al-Khurrami'' nin takipçileri, ve anlaşılan , Muslimiyya, ya da Abu Müslim'in İmam, hatta '' kutsal ruhun'' vücuduna girdiği / enkarnesi  olduğuna inanan Magi Sinbadh ile Türk İshaq'ın da aralarında bulundukları dahil edilmiş. İshaq Türk, aslında Türk değil, fakat bir lakap ve Türk topraklarına girip onları Abu Müslim'in ''havarilik'' misyonuna inanmaya çağırmasından kaynaklanıyor.(Browne, p.312-313)''.

Yukarıdaki kısa paragraf bize tartışılması gereken esaslı noktaları gösteriyor, hatırlatıyor da.
Her ne isim altında olursa olsun, Fasa'lı (Pasa) Zerdüşt'ün vaazlarını esas alan Mazdak'ın sosyal hareketi, Abu Müslüm'in şahsında dönüşerek sadece bir ''anti- Arap, anti-İslam, anti-işgalci'' değil, aynı zamanda da Zerdüşt peygamberin  Sasani resmi devlet ideolojisinde kendini bulan''din'inden'' çok farklı kosmogoniye, kuramlara sahip bulunduğunu da gösteriyor.

a-) Bu makalede işlemeyeceğimiz Babak isyan-hareketi de, özü itibariyle , Mazdakçı, ya da Müslimiyya , Khurramiyya , Kurdşahiyya vb., artık ismini ne koyarsak koyalım , işte lokal karakter ve etkileri de içinde barındırmakla beraber benzer hatta aynıdır.

b-) İshaq Türk açıkça Türk değil, ama Türk topraklarına girdiği için öyle söylenmiş diyor. Oysa işin açığı orası henüz Türk toprakları da değil. İshaq'ın gittiği yer  Müslim'in katlini müteakiben ( 755) , Transoxiana, ya da Arapçasıyla Maveraünnehir ,o tarihlerde hemen tamamen İrani topluluklardan meydana geliyordu. Başta Sogd olmak üzere. Esasen bu topraklara Türk yerleşmesi ancak Samani Hanedanının 999 da Karakhanlılarca yıkılması sonucu, o da tedrici biçimde gerçekleşmiştir. Bunun için ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Barthold'un meşhur ''Turkestan down to the Mongol invasion,'' eserine bakabilirler. Nette mevcut.Yani burada Türk diye geçen, İshaq'tan 150 yıl sonra Firdewsinin Şahnamesinde dile getireceği ismiyle Tor/Torak ,Arabisiyle de ''fathası'' okunmadan telaffuz edilip dünya'da yaygınlaşan ismiyle Türk tür. Yoksa Maveraünnehir'de  Asyaik te olsa, ortalıkta o bölgeyi yöneten, Türk diye bir kavim henüz yok, İrani olup ta Türk ilan edilenler var. Yani tekraren  belirtmek gerekirse, İshaq'ın zamanında Maveraünnehir'de muhatap  oldukları, mesela Semerkand' da diyelim, Türk kapsamına alınan Asyalılar değil, sadece ve sadece kendilerine diğer İranilerce  ''Tor'', ya da tekil ismiyle '' bir Tor= Torak'' ile ''Torlar ve Tor ülkesi anlamında çoğuluyla Toran ( Arabisi okunuşu Turan)'' denilen İrani halklardır.

c-) Rahat anlaşılması babında bir gerçeğe bir daha  dikkat çekeceğim. Hali hazır'da İran coğrafyasında konuşulan Fars dili, Muslim zamanında yoktu. Bu gerçek muhtemelen dikkatlerden kaçar. O zamanlar çok kalabalık olan muhtelif Kürdi  İrani diller, lehçeleri ile  ( diğer İranileri saymıyorum) hala ve hala Pahlavi, yanında da bu zamanımızın Farsçasına büyük oranda kaynaklık yaptığı söylenebilecek ve Maveraünnehir'de en kalabalık ve etkili ( Çine kadar aslında) İraniler Sogdlar, Tokhariler , Xarezmliler vb.,  ile dilleri vardı. Şimdiki Farsça 800 lerde geliştirilmeye başlandı ve Samani Hanedanı zamanında gelişmesini tamamladı. Mesela Firdewsi'nin Şahnamesi Samani Hanedanı ( yıkılmıştı) ile Gazneli Mahmud zamanı bu yeni, toparlanmış ve İrani toplulukların Arapça'ya karşı kendilerini ortaklaşa ifade edebilmelerine yönelikti. İsmi de Dari idi aslında, ki hala Orta Asya , Tajikistan, ile Afganistan'da, kaldıysa Pakistan ile Hİndistan'da bu isimle de anıldığı söylenebilir. Yani Samanidler Farsçayı Sogd ve Harzemce yerine ikame  ediyorlar. Farsça, bence hem eski Pehlevice, hem de ,Hephtalit, Sogd  ile Tokarian ve Harezm vb., gibi diğer İrani lisanlar ile belki de Asyalılardan da kelimeler, deyişler alıyor ve gelişmeye başlıyor, elbette Arapçadan da.
Yani Farsçanın gelişmesi Pars/Fars olarak bilinen bölge değil, tamamen farklı bir yerde Horasan ile  kuzeyi ve doğusunda gelişme gösteriyor. Ve bu  melez bir dil olarak kalıbını oluşturan yeni Farsça'ya Islami yazarlar Dari ismini veriyorlar. Bu da muhtemelen yazarların bu lisanı Sasani Saray ( Dar)  maiyetiyle bağlantılı gördüklerinden olsa gerekti. Nihayet bu Dari lisanıyla eserler, şiirler  Samani hanedanının sonlarında verilmeye başlanıyor. Önce Rudaki, sonrada Firdawsi ortaya çıkıyorlar.
-''Firdawsi (  '' the paradisiac one'' a pen- name derived from fırdaws , ''paradise'' adaptation of an ancient İranian word which also entered Greek and thence other European languages with this connotation), hailed from the Kurasanian city of Tus, near modern Meshed.'' 
-'' Firdewsi ,(Batılı literatürde yer alan Paradise ( cennet) , aynı zamanda da firdaws tan adapte bir lakap  Firdewsi, eski İrani bir kelimeden Grekçe ve oradan da  bu çağrışımla Avrupa dillerine geçmiş) zamanımızdaki Meshed 'in  yanında bulunan Khorasan şehri Tus'dan ortay çıkmıştı)
Bu yeni Persçe'nin, Parsis denen Fars bölgesi merkezi Şiraz'da eserler vermesi, bundan ancak 250 yıl sonra başlayacaktı... Şair Sadi ( 1210-1291) ve Hafız ( 1327-90) gibi mesela. burada yazılanlar içinde kaynak History of İnner Asia ,by Svat Soucek. Cambridge University Press.

d-) Muslim'in ölümünü müteakip, 755 yılında, sağ kolu Magi Sinbadh'ın zamanımızın İran'ı içinde, İshaq'ın ise Maveraünnehir / Transoxiana'ya gidip ayaklandıklarını nakletmiştik yukarıda. Önemli ve bilinmesi gereken bir hususu da kısaca nakledelim. 755 tarihlerinde Arap-İslam devleti, henüz  Maveraünnehir'i kontrol altına almış değil. Bu sürec ancak 821 yılında Arapların Ushrusana havalisine boyun eğdirmek için bir ordu göndermeleriyle tamamlanabiliyor. Yani Muslim'in ölümünden 66 yıl sonra. O sıralarda Maveraünnehir'in  Ushrusana havalisinin prensi ise Kawus isimli biri. Oğlu Haydar, bölgede meşhur bir ismi öldürüyor. Bu hadiseyi müteakiben, evvela yerel Arap hükümetine sığınıyor, sonra da Bağdad'a kaçıyor. Daha sonra babası Kawus'ta  Bağdad'a gidiyor, orada Müslüman oluyor ve kendi ülkesine bölge valisi tayin ediliyor. Öldükten sonra da yerine oğlu Haydar geçiyor. Müteakiben bu Haydar Bağdat hilafet dairesinde çok önemli bir  soylu , asil olarak kabul görüyor. Daha sonra da Afshin ismini kullanmaya hak kazanıyor. Bu isim Ushrusana prenslerinin ünvanı imiş...
Ve Afshin 841  yılında ölüme mahküm ediliyor.( bkz, p.210-221, Turkestan Down to the Mongol İnvasion, W.Barthold).
İşte bu Afşin, Horasan'dan gelip görevlendirilerek Babek'i yakalayan komutandır. Babek'in yakalanması ve iktidarının çökmesine dair  hususa girmiyoruz. Ancak Afşin'le ilgili şu ibretlik hale de değinmek lazım. Afşin İrani halklar ile özellikle de devasa nüfusları ve yaşadıkları coğrafyanın genişliğiyle kendini gösteren Kürdlere büyük kötülük yaptı. Abbasilere yaranmak için soydaşları İranilere darbe vurdu. Ama akibeti aynen Muslim gibi oldu. Araplar minnet duyacaklarına, Haydar'ın ( Afşin) kendisini , bizzat mahvına sebebiyet verdiği Magicilerin gizli mensubu diye  suçlayıp, öldürdüler. 
Oysa  Müslim'in ismi ve hatırası iyice silikleşse de hala Kürdlerin ve bazı diğer İranilerin hafızalarında ''büyük insan ve kurtarıcı ''  gibi sıfatlarla yaşıyor ve  asıl , kudsiyetle anılıyor.
Afşin'i ise, o da ancak tarih okuyanlar, soyuna karşı kasden zarar vermiş, ama belasını da bizzat uğruna soydaşlarını kestiği efendilerinden bulmuş biri olarak hatırlarlar. 

Kaldığımız yere tekrar dönersek, Khurramiler, ultra-Şiiler, her tür syncretik görüşten olanlar , Abü Müslimi yegane ve gerçek İmam  görüyorlar. Hatta bazılarınca da Magilerce İslamın Mehdiliğine benzer biçimde  görünmesi beklenen Zerdüşt peygamberin soyundan  Oshederbami ya da Oshederma kabulleniliyor. Bu sektler Abü Müslim'in öldüğüne inanmıyor ve kendisinin bir gün dünyaya dönüp, adaleti sağlamasını bekliyorlar . Bazıları da İmamlığın kızı Fatima'ya geçtiğini düşünüyorlardı( p.246-247,Browne). 
-''On the one hand ,Khurramism was distinguished by two beliefs that are not normally associated with Mazdakizm, namely periodic incarnation of the divine in human beings and  the reincarnation of the human spirit. One source does credit both to Mazdak, probably  correctly in the case of reincarnation , but chroniclers of his revolt know nothing about it. On the other hand Khurramis did not subscribe to revolutionary ideas regarding women and property (...).''

- '' Bir taraftan Khurramizm normalde  Mazdakçılıkla bağdaşmayacak iki inançla ayırt ediliyordu, mesela ''ilahi vasıf/kutsal ruh'un''  insanlardaki peryodik enkarnasyonu ve  insan ruhunun reinkarnasyonu. Gerçi her ne kadar isyanını yazanlar da bahsi geçmiyorsa da, bir kaynak her ikisinin de Mazdak'ta bulunduğunu , muhtemelen de reenkarnasyon şıkkı doğru olarak, naklediyor.
Öte yandan da Khurramiler ''kadın ve mülk'' için geliştirilmiş, yazılmış köktenci görüşleri desteklemediler.''
W.Madelung'un ''Khurramiya''sında yazılanlara bakılırsa  Masudi'ye ( ö.956) göre Khurramiya kendi zamanında iki kısımdan meydana geliyor, Küdakiyya ve Küdşahiyya ( bir varyasyonu da Kürdşahiyya ).
Kürdşahiyya ismine dikkat.
500 yıllarının önemli kaynağı ve bizi Fasalı Zerdüştten haberdar eden Joshua'da ise şöyle bir ibare var Madelung'un verdiği isimlerle ilgili olabilecek , p.14 : '' Next the whole of the Kadishaye  who were under his sway ( Kawadh'ı kasdediyor) rebelled against him, and wanted to enter Nisibis, and to set up in it a king of their own ; and they fought against it for a considerable time.''
- Kadishaye için dip not: They dwelt in the neighbourhood of Sinjar and Dara.''

-''Sasani Kawadh'ın egemenliğinde bulunan Kadishaye isyan ediyorlar ve Nusaybin'e girip kendi krallıklarını kurmak istiyorlar ; epeyi bir müddet te Kawadh'a karşı savaşıyorlar. Dip not ta ise bu Kadishaye için Sinjar ve Dara'da ikamet ediyorları,'' diyor.
Şimdi  bunların daha sonra Yezidi anılacaklar oldukları sanırım belli.
Dara ise Nusaybin'in biraz kuzey-batısına düşen ve bizzat Achaemenid  Dara(Darios) adına kurulan ve şu an harabe halinde bulunan arkeolojik ve tarihi bir mücevher.

Yukarıda Madelung'un verdiği isimlerden ilkinin büyük ihtimalle, kutsanan ve  Abü Müslim'in kızı Fatima'nın oğlu ( ya da torunu)  Mahdi b. Fayruz'a istinaden küdak-ı dana ( her şeyi bilen/ alim) olarak isimlendirilmesinden kaynaklanması muhtemel görünüyor.
Burada bir garip benzerliğe, zamanla evrilecek ve görüşleri biraz farklılaşacak bazı Kürdlerin tarihi hafızalarına uyan bir isim değiştirme ve kabullenme sürecine dikkat çekmek isterim.
Fatima ismi İslam peygamberinin kızı  ve Hüseyin'in annesiyle aynı.
Müslim hali hazırda Şahı Merdan, baş İmam, kutsal ruhun ''enkarnesi''.
Oğul ya da torun da kutsal.
Dahası var.
-''Christian Dionysius of Tell Mahre (d.848) is speaking of people he calls Khurdanaye , which seems to be some kind of conflation of Kurds ( Khurdaye and Khurramdinis.''

- Tell Mahreli Dionysius ( Antakya patriği)  Khurdanaye halkından bahsediyormuş. Yazar metin de Kürdlerin iki varyantı olabilir diyor.

Eğer öyleyse şu nakledileceklere bakılması gerekiyor, zira  Magi Kürdler,  Mazdak daha 500 ler de ortaya çıkmadan evvel, isimleriyle birlikte, sadece Beth Kardu , Adarbagan ile tüm İran'da değil, asıl bir de Kapadokya'da varlar galiba :
 ''Basil the Great, bishop of Caesarea in Cappadocia ( d.379), tells us that the''  Magusean nation is widely scattered among us throughout almost the whole country , colonists having long ago been introduced to our country from Babylon.They stuck to themselves and were impervious to reason, he said, meaning that it was impossible to convert them.''

- 379 yılında ölen Kayseri Piskoposu Büyük Basil'in anlattığına göre ''Magi halkı tüm ülkede bunların arasına dağılmış durumdalarmış ve kolonistler çok önceleri ( yani 379 dan çok çok evvel)  Babylon'dan gelmişler. Tamamen içlerine kapanık, mantıklı düşünceye karşı ve bunları Hristiyanlığa kazanmak imkansızmış.'' 
Anlaşılan Piskoposa göre Magi inancı, Hristiyanlığa kıyasla mantıksız görünüyor. Babylon derken, kanaatimce Piskopos o tarihler de Roma doğudaki topraklara doğru nereye hakim değilse, orayı kasdediyor olmalı.Tüm ülke derken de Magilerin Anadolu'da epeyi bir yaygın oldukları anlamı çıkarmak mümkün.

Devam ediyoruz : ''The country to which Basil refers  is Cappadocia and in this connection it is interesting that Basil's younger brother , Gregory ( d.after 394) , who was bishop of Nyssa in Cappadocia,pays considerable attention to the doctrine of reincarnation . In one  work he mentions that those 'outside our philosophy' - i.e., non-Christians- held that the soul puts on different bodies and keeps passing over into what pleases it , becoming either a winged or an aquatic or a terrestrial animal after the human; or again  from these bodies it returns to a human nature. Others, he said,extend this nonsense even to the shrubbery .'' 
-'' Yine Kapadokya'da bu defa da 394 den sonra ölmüş ve Basil'in kardeşi, Nyssa Piskoposu Gregory ''ruh göçü'' doktrinine epeyi bir dikkat sarfediyor. Bir çalışmasında '' o Hristiyan olmayanların'' felsefesinde  ruh farklı bedenlerin suretini takınıyor, ve neyi istiyorsa ona geçiyor, insandan sonra mesela ya kanatlı, ya su ya da karada yaşayan bir hayvan ; ya da tekrar bunlardan insan kılığına...Diğerleri ise  bu saçmalığı , çalılığa kadar götürüyor.''

- Gregory devam ediyor : '' They held that souls were living without bodies in a society of their own  revolving with the rotation of the universe , and that those guilty of  evil there lost their wings and grew heavy so that they were unable to keep up with the rotations and fell to the earth , where they would enter successively into human , animal, vegetative and insensate bodies and return via the same steps;and they held one of their sages to have been born as a man, a woman, a bird, a bush,and an aquatic creature.''

- '' Piskopos Gergory'e göre  Magiler, ruhların bedensiz ve kainatın rotasyonuyla birlikte dönen ve kendilerine ait  bir toplumda  yaşadıkları, ve bunlar arasından iblislikten suçlu olanların kanatlarını kaybettikleri, ve iyice irileşip rotasyona ayak uyduramayıp yer yüzüne düştükleri ve oradan da sırayla insan, hayvan, bitkisel ve hissiz ( cansız) bedenlere girip, aynı yolla geri döndüklerine inanıyorlar ; ve filozoflarından bir tanesinin de bir erkek, bir kadın , bir kuş , bir çalı ve su yaratığı olarak doğması gerektiğine inanıyorlar.''
Akılma gelen, acaba bu Magilerin ( Kürdler) bu inancından ötürü mü cin ismi ve kavramı ortaya çıktı  ! Yani bu cin meselesi İslami teolojik mülahazalara Magici Kürdlerden mi geçti, incelemeye değer.
Bu arada yazar Gregory'nin aktardığı Magi inancı için Platonist ve filozofun ise M.Ö. 432 de ölen ve kendisinin bir oğlan, bir çalı, bir kuş ve bir balık olarak doğduğunu iddia eden Empedocles olduğu yorumunu yapıyor.
Belki Magiler bu düşünceyi içinde birlikte yaşadıkları Grek Hristiyanlardan duymuş olabilirler. Ya da İskenderle birlikte gelenlerden öğrenmişlerdir. Zira inanç ta ''ruh göçü'' bulunduktan sonra, bu prensibi destekleyen ya da buna uyarlanabilecek retorikler, figürlr ve mitolojik  anlatımlar kolaylıkla inanc tarafından absorbe edilip, toplumsal  hafızaya kaydedilebilirler.
Ama öte yandan da bu tür ruh göçü, tam olarak Budizme de uyuyor, ya da daha eskisine gidersek muhtelif Hindu inançlara. Sasani Zerdüştiliğinden yola çıkılırsa, bu inancın eskatolojisinde kıyamet, cıvat ( sırat köprüsü) cennet-cehennem, huri vb.,çok önemli ve islamiyete kaynak  prensiplerin mevcudiyeti ve de  ''ruh göçü'' gibi bir kavramın esamesinin dahi okunmadığı dikkate alındığında, Kürd Magiliğinin Budizm'den etkilendiğini rahatlıkla söylemek mümkün.
Unutulmasın ki Kürdistan da ki Botan, ''Putlar- Put yeri'' anlamına gelmekte, ve Parth Hanedanı zamanı Budizmin İran-Kürd ülkeleri , Mezopotamya ve Suriye sınırlarına dayandığına dair somut veriler bulunmakta. Aynı zamanda da Sasani Zerdüştiliğinin Budizmi Kürdistan ve hakim oldukları alanlardan sürgün ettiğine dair de( Mostafa Veziri, Budizm in İran).
Ancak Arian/İrani topluluklarda Zerdüşt Peygamber evveli , ''tek tanrılı ve cennet-cehennem'' eskatolojik prensiplerine sahip bir inancın mevcudiyetine dair bir çalışmam yok. Dolayısıyla İrani topluluklar arasında ruh göçüne inancın Zerdüşt evveli bulunabileceğine inanmak için de her sebeb mevcut.
Mamafih öbür türlü Budizmin etkisi muhakkak görünüyor. Ve bir çalışmayı hakkediyor.

V. yüz yıl Syriac Hristiyan kaynağı,Kürd köyü geçiyor, çok önemli,pasajı aralıklarla veriyorum:

'' A Syriac source tell us that the fifth-century Saba preached Christianity in a Kurdish village inhabited by Sadducees , meaning people who denied the resurrection. When the leader of these Sadducees saw that the Kurds had received the world of God he confronted  Saba , 'insisting that there was no resurrection , no revival of the dead , and no judgement'(...).He accused Saba of leading the villagers astray by making them stop revering their God, ' who is the luminary  of this world' (...)No explanation is offered for their denial in resurrection. One would expect them to have believed in reincarnation ,but it is possible that they  denied afterlife altogether. The Dahris did so, and there were many who had trouble with this doctrine in the Zagros village  studied in the 1970s, finding it more likely that paradise and hell were in this world.
İf Saba's Kurds had been Manichaeans this would undoubtedly have been mentioned , so they were probably what would later be called Khurramis.''
-Her şeyden evvel, 400 yıllarında Kürdlere Kürd diyen Syriaclar da varmış demek ki, Türkçesi : ''Bir Syriac kaynak bize beşinci yüz yıl 'da Saba'nın bir  Sadducees, yani 'yeniden dirilme-kıyamet'e inanmayanlar yaşadığı' bir Kürd köyünde Hristiyanlığı vaaz ettiğini naklediyor. Liderleri ,Kürdlere Hristiyanlık propagandası yaptığını görünce Saba ile tartışmış ve  ' kıyamet, yeniden dirilme, muhakeme vs.,' olmadığında ısrar etmiş(...) Yeniden dirilmeyi reddetmelerine dair de hiç bir açıklama da getirmemişler. Burada Kürdlerin reenkarnasyon'a ( ruhun bedene girmesi) inandıkları beklenebilir, ama öyle ki öbür dünya'yı komple reddetmeleri mümkün görünüyor. Dahriler de aynısına inanıyorlardı, ( 1970 ler de bir Zagros köyünde bu doktrinle  problem yaşayan çok kişi üzeribe çalıştı)  ve daha çok '' cennet ve cehennemin bu dünyada'' olduğu kararına varıyorlardı. Eğer bu Kürdler Manici olsalardı, Saba hiç şüphesiz öyle olduğunu belirtirdi. Bunlar muhtemelen daha sonra Khurrami olacak topluluktur.( Crone, Bedjan, Acta Martyrum ,II, 673-5 ; excerpted in Hoffmann , Auszüge,75f. ( my thanks  to) Emmanuel Papoutsakis ( for full translation of the story).''

- Gerçekten de eğer bu ''öbür dünyaya'' ve ilgili eskatolojinin kırıntısına inanmayan bu Kürdler Mani'ci olsalar dı, zaten Manicilerin baş düşmanı Hristiyan Saba, anında farkeder, ve bize bildirirdi. Zagros köyündekiler yakinen bildiğimiz ''cennet te, cehennem de bu dünyada dır'' vecizesine inanıyorlar, tastamam Kürd Alevilik gibi.
Yukarıdaki  pasajda bir de Dahri ismi geçiyor. Bu da Kürd inancının bir kolu,benzeri olabilir, araştırma gerekiyor ( kaynak :http://www.iranicaonline.org/articles/dahri-ar).

Khurramilerin gizli toplantıları varmış. Demek ki Civat ya da şimdiki ismiyle Cem,  bu oluyor, ama her hangi bir kelime verilmemiş;   belki Nizamül mülk'ün eserinin Persçe orijinalinde geçiyordur  :
 '' (...) mentions in his siyasat nama that the Khurramis in their secret gatherings used first to call down blessings on Abu Muslim, the Mahdi, the Firuz , the son of the above mentioned Fatima whom they called the Wise Child, ( kudak-i dana)...''a

- '' Khurramiler ( Xurrami) gizli toplantılarında  önce Abu Müslim, Mehdi, Firuz , yukarıda belirtilen Fatima'nın Ferasetli/Akıllı ( kudak-i dana ) olarak betimlenenler kutsanırmış.''
- '' There is a general agreement that Khurramis were dualists who identified God with light and evil with darkness.Unlike the Zoroastrians they seem barely have distinguished God from the light he represented.''

- ''Khurramilerin Yaratanı ''ışık-nur'' , iblisi'de ''karanlık'' ile tanımladıkları hususunda genel bir mutabakat bulunuyor. Zerdüştiliğin aksine öyle görünüyor ki onlar  Yaratanı açıkça temsil ettiği ''ışıkla''  anlıyorlar.

Müslim öldürülünce yakın arkadaşı ve bir Magi olan Sinbadh ayaklanır, etrafına sağlığında Müslim'in zulmettiği ''heretikler, Mazdakçılar, Zerdüştiler'' ile Şiiler toplanırlar.
Sinbadh taraftarlarına Arap İmparatorluğunun sonunun geldiğini, ve Kabe'yi yıkacağına söz verir. Abu Müslim'in ölmediği ,fakat Abbasi Halifesi al-Mansur tarafından ölümle tehdit edildiği zaman ''büyük yaratıcının ismini andığı'' ve bir ''Beyaz Güvercin''  kılığına girerek ( beyaz güvercine dönüşerek) uçup gittiği, yakın zamanda da Mazdak ve Mahdi(  Muhammad b. al-Hanafiyya isimli muhtemel bir Mazdakçi mı ?) ile birlikte görüneceğini söyler. 

Bu ''Beyaz Güvercin''  anlatımı da bilinen fenomenlerden biri inançlar arasında. Yezidi kosmogonisinde  yer almakla kalmıyor, bu arada ilginç biçimde İsa Peygamber de ''Beyaz Güvercin'' le anılıyor . Link :
http://www.gotquestions.org/Holy-Spirit-dove.html :

''All four Gospel accounts refer to the baptism of Jesus by John at the Jordan River (Matthew 3:16Mark 1:10Luke 3:22John 1:32). Luke says, “And the Holy Spirit came down in a bodily shape, like a dove on Him.” Because the Holy Spirit is just that—spirit—He is not visible to us. On this occasion, however, the Spirit took on a visible appearance and was doubtless seen by the people. The dove is an emblem of purity and harmlessness (Matthew 10:16), and the form of the dove at Jesus’ baptism signified that the Spirit with which Jesus was endowed was one of holiness and innocence. ''

- ''Ve Kutsal Ruh bir aşağıya bir vücud biçiminde gelerek , güvercin gibi O'nun üzerine kondu.Çünki Kutsal Ruh sadece o-ruh- O bize görünmez. Gerçi burada Ruh belirgin görüntü aldı ve insanlarca görüldü. Güvercin, saflık ve zararsızlığın sembolüdür ve İsa'nın vaftizinde  Güvercin biçimi, İsa'ya bahşedilen Ruh'un bir kudsiyet ve masumiyetine delalat eder.''


Bir başka versiyonda ise, İsa vaftiz olurken tam sudan çıkarıldığında, '' Beyaz Güvercin'' gelip bir omuzuna konuyor. o da aşağıda:
http://biblehub.com/matthew/3-16.htm : Burada bir çok versiyon, ''Beyaz Güvercin'' ve vaftizm sabit tutularak anlatılıyor.

Başka bir kaynakta dahası  var, belki de en iyisi ''aslı var'' demek , Avesta'da elbette ; ve Hristiyanlığın bunu Zerdüşt peygamberin inancından aldığını da öğreneceğiz şimdi :
 '' Yaşt 19 tells us that when Yima ( Jamşid) lost the khwarena it flew away as a bird. The Muslimiyya reportedly said that when Abu Muslim was killed he escaped death by reciting the greatest name of God turning into a bird and flying away: one takes this to mean that the divine spirit flew away as a bird from the body in which it had been lodged. Yima's ( Jamşid) khwarra flew  away as a Verethranga / Bahram bird , a bird of pray, probably a falcon, which was one of ten incarnations of Bahram, a bestower of khwarra ; by contrast , Abu Muslim flew away as a white dove...and holy spirit is also compared to a   dove  in the Manichaean Psalm Book.''

-Evvela yukarıda İngilizce pasajda ki bazı Zerdüşti kavramlara açıklık getirelim, sonra da tercümesini yapalım : 1. Yasht = Pahlavice, ''muhtelif kutsal varlıkların onuruna Avesta'da yer alan ilahiler,''   2.Yima /Jamshid ( Cemşid) = meşhur antik  İran Şahlarından  ( Avestan ''Yima Khshaeta'').  3. Khwarena( khwarrah) = Pahlavi, '' ilahi lütuf (zarafet, inayet, merhamet vb.i)  veya ilahi şan/şöhret/şeref,''  4. Verethranga / Bahram = Bahram geçtiğine göre Warharan denebilir. Bir Yazad ( kutsal varlık) ismi ve ''zafer'' demek (Bu terimler için http://avesta.org/ sitesine bakılabilir).
Pasajın tercümesi :  Yaşt 19 bize Cemşid khwarena'yı kaybettiğinde onun kuş gibi uçtuğunu anlatıyor. Müslimiyya'nın  ( Abu Müslim'in ismini taşıyan ve Khurrami denilebilecek sektlerden biri) naklettiğine göre Müslim öldüğü zaman ,aslında Yaratıcının ''ismini''  söyleyerek  ''kuş oldu'' ve uçup giderek ölümden kurtuldu ; buradan, içine  ''girmiş'' bulunan ilahi ruh'un  , Müslim'in ''bedeninden'' çıkıp  bir ''kuşa dönerek'' uçup gittiği anlamı çıkarılabilir. Cemşid'in khwarrası da Verethranga / Bahram kuşu gibi uçup gitti (bir avcı,muhtemelen de şahin ve  Bahram'ın 10 enkarnasyonundan biri ve ihsan eyleyeni) ;  tam tersine Müslim ise şahin değil ''beyaz güvercin'' olarak uçup gitti...Maniciliğin gizli ilahilerinin kaydedildiği kitapta da kutsal ruh, beyaz güvercin'e benzetiliyordu.



Burada Yezidi kosmogonisinde  Yaratan'ın bir ''kuş'' bedeninde ve okyanusun ortasında bulunan tek ağaca konması...Aynı biçimde Meleke Tavus'un da bir ''kuş'' bedenin de okyanusun üzerinde uçup, daha sonra aynı ağaca konmak istemesi  gibi geçen anlatımlara  dikkat çekelim ( p.54, Kreyenbroek, Yezidism-).

Yine Türk ishaq ismiyle ortaya çıkan biri ( kendisi Türk değil, Türklerin arasına gittiği için bu lakap verilmiş) ise Müslim'in ölmediği ve Rey dağlarında bulunduğu, yakında da geri döneceğini  söylemekteydi. Daha evvel de aslında Müslim'in bir peygamber olarak  bizzat  Zerdüşt peygamber tarafından gönderildiğine ve kendisinin de yakında dinini yeniden yapılandırmak için döneceğini anlatıyordu( W. Madelung, Khurramiya, Encyclopaedia of Islam, second edition,BrillOnline Reference Works).


- " Both the Khurramis and the Persian Zoroastrians associated light with God, but the former did not give him a name or a personality;he was simply the great light or highest light , the source of all the light there was."
-''Khurrami ve Zerdüşt peygamberin dininde, her ikisi de ''ışık'' ile Yaratan arasında ilişki kurarlar, birleştiriler, ama Khurramilik Ona bir isim ya da kişilik atfetmez ; kısacası O,  'büyük ,fevkalade veya en yüksek ışık, tüm ışığın kaynağı olan' dır.''

Adıyaman civarında Kurmanci konuşan  Pirler vaktiyle, hatta anlaşıldığı kadarıyla bazıları daha düne kadar,  Ebu Muslim için '' Ava Mislim-i Taverdar''  diyorlar. Bu ünvanı Müslim Bulut isimli arkadaş nakletti. Dolayısıyla bu gerçeği şans eseri arkadaşımızla , kendisini bazen yatağından uyandırıp yaptığım müteaddit konuşmalar sonucu öğrenmiş oldum. Daha tesbit edilmesi gerekenler var. 
Müslim Bulut'un babası Ağuçan , annesi ise Kureşan , her iki tarafı da Pir sülalesi. Annesinin sürekli olarak ,kendince yeri geldiğinde ismi  aynen '' Ava Mıslimi Taverdari''  biçiminde ,ve defalarca söylediğini nakletti. Ayrıca amca ve dayısı da ismi  bu formda kullanıyor, Abu Muslimi annesi de dahil, yeri geldiğinde sürekli kutsuyorlarmış. Zaten kendisine ismini de Abu Müslim'den ötürü vermişler. 
İsmi incelersek Ava Mıslimi Taverdar'ın Ava kısmının, büyük ihtimalle Arabi Abu'nun +B sinin lokal Kurmanji  diyalektte +V olmasıyla ilgili olduğunu düşünmek mümkün. Muslim'in ''Mıslim'' söylenmesi de  Arabi + U seslisinin Kürdi de genel de  +I ya dönmesiyle ilgilidir, okuyucu not etsin bence. Mustafa -Mıstafo, Muzaffer-Mızaffer , Turk-Tırk, vb., gibi.  Ama burada bizim asıl ilgilenmemiz ve anlamını doğru tesbit etmemiz gereken Taverdar ismi bulunuyor. 
Bu sebeble günlerce sözlük karıştırıp, anlamları da karşılaştırdıktan sonra isim/kelimenin etimolojik analizini  toparladım. İlk bakacağımız kelime de elbette ''tav'' ouyor, ve sözlükler şu anlamları veriyor  :    tav   1. sun, sun light (as source of warmth, not the physical star itself) = güneş , güneş ışığı ( ısının kaynağı olarak güneş, planete verilen isim değil ).
2. light ,day light, sunlight = ışık , gün ışığı, güneş ışığı.

-Sanskrit,  tapas = heat (ısı.) ; Avestan , tapaiti = 'is warm' ( sıcaktır.) ; Mid P ( Pahlavi ) , taftan ( tab-) ='to heat, burn, shine' ( ısınmak, yanma, parlama.) ;  Farsça, aftab  آفتاب  = sun ( güneş) & tabestan     = summer ( yaz) ;  Sorani hetaw = sun ( güneş) ; Lat,  tepidus=  warm (sicak) ; Rusça, тёплый työliy = warm (sıcak). Kaynak ( p.579, Ferhenge Kurmanci-İnglizi, Michael L. Chyet).

Kurmanci ''tav'' , +er sonekini alarak  ''taver'' kelimesini oluşturuyor. 
Bu konuda gramatik örnekler  verdikten sonra devam edeceğiz.
Kurmanci Kürdçesinde ( Zazaca'da da verilen aynı sonek aynı fonksiyonla mevcut görünüyor) +ar/er/ir soneki(leri)  isimlerden  kelime yapımında kullanıyor, bir çok diğer sonek gibi.

Mesela  ''Tü =Dut'' kelimesini ele alalım. Bu kelimeye +er/+ir eklendiğinde oluşan Tuer/Tüir , ''Dut ağacı'' anlamına gelir. Kurmanci de bu, her meyva ağacının meyva isminin  önüne +dar getirilmesiyle epey bir değişmiş ama 1914 Soane yayınında Tuer/Twer aynen duruyor.(Bunlar için Soane ve M.L. Chyet'e sözlük anlamı, ilkinde de gramerine bakılabilir.)

Yani +er/ir/ar soneki Tü-Dut kelimesine, ''meyvanın bulunduğu, ait olduğu kaynak''  anlamını yükleyerek Dut ağacı yapıyor.
Bir başka örnek olarakta, Sincar kelimesini verebiliriz. Kök kelime ''böğürtlen çeşidi''  ile '' iğde'' hem de  ''yabani zeytin'' vb., gibi bazı türlere de verilen  '' sinc .''
Sinc+ar / Sincar ise Sinc ağacı anlamına geliyor. ( Sinc ve Sincar ile diğer bazı örneklerle ilgili daha fazla bilgi için şu makaleme bakılabilir : Abdulkadir Kocadag Yazıları , https://anatolianhistory.blogspot.com/2018/10/sinc-sincik-sincan-sincar-ksa-bir.html )

Ağaçların çok sayıda kayıtlı verileri olmasa da, ''dar'' kullanılmaksızın farklı isim almasına bir örnek ise , kevot :  ''maple tree (İsfendan,  Akçaağaç,bot: Acer ). Bu ağacın sert kerestesinden vaktiyle tahta kaşıklar yapılırmış. 
Soranisi ise, kewt ( p.314, Ferhenga, Kurmanji-İnglizi ).''
Bir diğer örnek ise , ''kac/qac = çam ağacı (p.294,Kurmanci-İnglizi).''  
Bu sonekin bir başka fonksiyonuna örnek: ''nivisk = kitap , nivisk+ar /niviskar = yazar (''roman yazarı'', Ferhenga, p.419).''

Burada örneğimiz ''Tav'' kelimesine tekrar dönersek ,  kanaatimce tam da böyle bir değişim söz konusu. Tav aslında yukarıda gösterildiği gibi  ''ışık, gün ışığı, güneş ışığı'' anlamlarını zaten veriyor. Ama Tav,  '+er'  sonekini aldığında meydana gelen Taver, aslında ''ışığın kaynağı''  olan cevheri , yani güneşi temsil ediyor. Yani burada güneş anlamına gelmesi gereken Tav değil, Taver kelimesi olmalıdır. Nitekim sözlükler Tav kelimesinin anlamını sıralarken, '' yıldız-planet haricinde, ışığın kaynağı'' olarak güneş diyorlar ve bence de burada sözlüklerde bir yanılgı söz konusu oluyor. Zira kelimenin hemen ikinci anlamın da bu defa da Tav'ın zaten ''ışık, gün ışığı '' olduğu naklediliyor. O zaman bu kelime hem güneş hem de ışığın kaynağı-cevheri anlamına geliyor ki, kanaatimce anlam yerine oturmuyor.  O sebeble doğru olması gereken Taver dir, maalesef kullanımdan düşmüş. Bu da normal zira  ''Taver+dar'' anlamıyla isim/kelime Alevi Kürd hafızasından da artık kazınmış durumda.
Sözlük çalışmalarının yapıla geldiği Iraq Kürdistanın'da ise kelimenin tarihi anlamıyla da kullanıldığına dair bir belirti, en azından benim açımdan şimdilik görünmüyor.  
Netice itibariyle Tav , ''ışık'' , Taver ise '' ışığın kaynağı, cevherin kendisi '' anlamında ''güneş'' tir.  Zaten ''planet-yıldız '' anlamında verilen  ''güneş'' için eski Xor'dan tutalım, Ro'ya kadar kelimeler mevcut Kurmanci dilinde.

Şimdi Taver+dar / Taverdar kelimesinin incelenmesi ise daha da kolaylaşıyor bu bilgilerden sonra. Mevcut ışığın ana kaynağı, ışık, ışın ve renk faylarıyla dünyaya hükmeden, hayat veren gücü temsil eden  ''Taver'' kelimesine ise +dar ekleniyor . Dar kelimesinin işlevini anlayalım: ''holder of,  possessor of = tutan /bulunduran, sahibi olan  ( p.18, Grammar of the Kurdish Language,Soane).'' 
Böylelikle   ''Tav+er+dar,''  Taverdar =  ''hayat veren ışıkların kaynağını , cevherini kendinde/ elinde bulunduran, sahibi olan'' anlamını verecektir.
Bir de +dar ile geliştirilen kelimelere bazı örnekler verelim: ''xizne ( hazine ) +dar = xiznedar ( hazineye bakan, sorumlusu, elinde tutan) ; nobet+dar = nobetdar (nöbet tutan) ; mal+dar = maldar (zengin) ; pişk+dar = pişkdar ( hisse, pay'dan hisse sahibi, pay sahibi)  vb., ile mesela eskiden bilinen ve Farsça ile ortak önemli kelimeler de vardı. Serdar (ser+dar), Candar ( can+dar ) gibi.
Yukarıda toparladıklarımızla, artık toplumsal hafızadan kazınmış görünen Taver ile Taverdar kelimelerini anmış ,restore etmiş ,ve  anlamlarını yerli yerine oturtmuş gibiyiz.

Buradan da al-Muqanna olarak anılan Haşim b. Hakim'i  kısaca tartışmaya geçelim. 
Kendisinden  ( ölümü 785-86) kısaca bahsedilirken, Abu Muslim ve şahsında  ifade edilenler daha da anlaşılacak. Zira  al-Muqanna'nın vaaz ettikleri arasında Alevilikte kullanılan önemli eskatolojik kavramlar  mevcut:
''Thereupon came forward Hashim b. Hakim, known by the name of al-Muqanna', in Merv, in a village called Kawakimardan. He  used to veil himself in green silk, because he had only one eye. He maintained that he was God, and that he had incarnated himself, since before incarnation nobody could see God ( p.318, Browne).''
-''Derken al-Muqanna lakabıyla bilinen Hashim b. Hakim ortaya çıkar. Merv'in Kawakimerdan köyünden. Yüzüne , tek gözü olduğundan ötürü yeşil bir peçe takıyordu. Kendisinin Yaratan olduğu, enkarne olduğunu, zira enkarne olmaksızın kimsenin kendisini göremeyeceğini ısrarla söylüyordu.''

Burada önemli bir nokta var. İlahi-kutsal ruh'un ''kendi'' , yani Al-Muqanna'nın bedeninde bulunduğunu, enkarne , yani ''ruh göçünün'' olduğunu söylüyor. Ve demek istiyor ki Yaratan ancak bir insanın bedenine girerse, kendini gösterebilir. 
Örneklersek,
-Mesela ''ak sakallı Xızır'' şahsında ifade edilen de esasen Xızır'ın bedenine giren ''Yaratan''  olabilir.
-Müslim'in bedeni ölmüş olabilirdi, ama o ''beyaz bir güvercin'' formunu alıp ( ya da Türkçesiyle, ''donuna girip'') uçup gitti.
-Zaten bir gün tekrar dönecek ( ama bu defa fizyonomik görünümü farklı olabilir) ve adaleti tesis edip, insanlığı ( seçilmişleri ; farklı bir makale konusu) kurtarmaya soyunacak.
-Kürd Müslim'in yerini Şii ile Sufilik cenderesinde sıkışıldığından ötürü alan İslam Halifesi Ali, Şah-ı Merdan olmuş.
-Zaten Muslim'in kızının ya da Ali b. Muttalip'in eşinin ismi de aynı, ve her ikisi de Fatima.
-Müslim'in  torunu da (kızı Fatima'nın oğlu),   İslam peygamberi Muhammedin torunları da ( kızı Fatima'nın oğulları) kudsiyet taşıyorlar bazı toplulukların nezdinde.

Devamla, Al Muqanna al-Khurasani  müridleri ve  taraftarlarına şunları da vaaz ediyor : '' Almighty God entered into the figure of Adam(...)  Then from Adam He passed into the form of Noah, and from Noah into the forms of each of the prophets and sages successively, until He appeared in the form of Abu Muslim al-Khurasani (already mentioned), from whom He passed into me'' ( p.320).
-Kutsal ruh evvela ''Adem'in bedenine, kılığına'' girdi (...) Sonra Nuh ve sırayla kendisinden sonra gelen peygamber ve hikmet sahibi/ bilgelerin bedenlerine, ta ki Abu Muslim al-Khurasani olarak görünene kadar, ondan da bana geçti.''

Her ne kadar yukarıdaki paragrafta al-Muqanna İbrahimi kudsi figürleri kullanarak görüşlerini açıklıyorsa da, ifade ettiği '''ruh göçünün'' İslam'la uzak yakın alakası yok ; ve görülüyor ki Abu Müslim'e verilen değer, Ademle aynı. Dahası, kullanılan bunca İbrahimi figüre rağmen, verdiğimiz bu örnekte  henüz Ali- Kerbela- Hüseyn vb., figürler yok. Ama İran'da farklı alanlarda elbette mevcuttu.

İbn'ül-Athir ise belki tanıdık gelebilecek bir tavrı  naklediyor : ''According to İbn'ül-Athir , al-Muqanna  was named Hakim, and only made known his pretensions to be a Divine Incarnation to a select circle of his  followers, declaring that from Abu Muslim the Divinity had passed into Hashim, by which name he intended himself, so that the war-cry of his followers was, "O Hashim, help us!" (" Ya Hashim, a'in-na !").
-İbn'ül-Athir'e göre , al-Muqanna'ya Hakim ismi verilmişti, ve ''kutsal ruh göçü''  iddiasını bildirdiği takipçilerinden seçkin gruba  ''kutsal ruhun'' Abu Müslim'den Haşim'e geçtiği /göç ettiğini (Haşim'den kendini kasdederek)  , mücadeleye hazır arkadaşlarını '' Ya Haşim, bizi kurtar ! '' dedirtmek için ilan ederdi.''

Alevilikte bazen kurtarıcı, yardımı istenen,  ismi zikredilerek anılıyor.

Ve Abu'l-Faraj ( Bar Hebraeus) ise çok bilindik bir vecizenin al-Muqanna'dan kaynaklandığını yazıyor : '' (...) al-Muqanna,  "had promised his followers that his spirit would pass into the form of a grizzle-headed man riding on a grey horse and that he would return unto them after so many years, and cause them to possess the earth."
- ''al-Muqanna taraftarlarına ,ruhunun ( öldükten sonra )  ' boz ata binmiş kır saçlı bir adam biçimi alacağı (donuna gireceği)'  ve uzun bir zamandan sonra geri dönüp, onların dünyayı almalarını sağlayacağına''   söz vermiş.

Evet şimdi artık ''Boz Atlı Xızır'' ın kaynağını da biliyoruz. Gerçi 785-786, yani al-Muqanna öldüğü sıralarda henüz inançta, ya da Horasan tarafındaki yorumlarında Xızır isminin geçip geçmediği hakkında bir malümatımız yok. Veya varsa da biz doğrusunu bilmiyoruz. Ama artık bildiğimiz, '' Boz Ata binen  Kır Saçlı'' nın dünyaya gittiği yerden tekrar geri döneceği ve onlara dünyayı ele geçirmeye sevkedeceğidir.

Maqdisi'den nakledilen ve yukarıdakiyle aynı kelimelerle ifade edilen önemli belirlemeyi bir de buradan okuyalım ,

- '' Of al-Muqanna's followers Abu Tammam says that they were awaiting a new incarnation of God. Else where it is al-Muqanna himself that they are waiting for : according to al-Maqdisi he had promised his followers that he would come back in the shape 
( qalab) of a man with greying hair ( ashmat) on a grey ( ashhab) horse and possess the earth ( Maqdisi, VI,98; repeated in İbn al-İbri, crone,p.179).

- ''Al-Muqanna'nın müridlerinden Abu Tammam Yaratıcının yeni bir enkarnasyonunu beklediklerini söylüyormuş ( yani Yaratanın bir insan bedenine girmesi, yeni bir insan kılığın da, suretinde görünmesi ; bununla da elbette  Yaratanın Abu Müslim'den sonra kendisini bedeninde göstereceği, muhtemel bir kişiden bahsediyor) . Başka bir yerde ise bekledikleri de zaten al-Muqanna'nın kendisiydi ; al-Maqdisi'ye göre al-Muqanna taraftarlarına 'boz bir atın üstünde kır saçlı bir adam kalıbında ( bedeninde, kılığında)' gelip, dünyaya sahip olacağını vaat ediyordu.'' 
Bu ifadeler, enkarnasyon ( ruh göçü) gibi Aleviliğin en önemli eskatolojik ( teolojinin ölüm ve sonrası , ruhun gideceği yer , kıyamet vb., gibi bölümleriyle ilgili kısmı) veçhelerinden birine işaret ediyor. 
Beyaz / Kır At la işimiz bitmedi, aslında başka yerde de geçiyor , ve çok önemli ,

'' The brightest of the fixed stars is called Dog Star (...) Zoroastrians preserved a myth for this star called Tiştrya ( Of the '' Three Stars''). ''  They, like Greeks, saw it as a rain-star ,and their myth about it was more pertinent to to this idea, for they imagined its Mainyu as a splendid white stallion which appears yearly to fight with Apaoşa ,the Mainyu of Drought , conceived as an ugly black one (p.4, Further On The Calendar Of  Zoroastrian Feats, Mary Boyce ).''

- Zerdüşt peygamberin dininde de ''kır at'' varmış. Burada yıldızlardan bahisle, adı geçenlerden en parlak görünen'e Köpek yıldızı deniyormuş (...) Zerdüştiler'in ismini Tistra ( ''üç yıldız'' ın ) koydukları bu yıldız için bir mitolojileri varmış. Grekler gibi , onu bir yağmur yıldızı olarak düşünmüşler, ve mitolojileri de o tanımlamaya çok daha uygun düşüyor ; Zerdüştiler onun Mainyu'sunu ''muhteşem bir beyaz aygır'' olarak tasavvur ediyorlar ve kendisi senede bir defa,  ismi Apoşa ve ''siyah  ve çirkin bir aygır''  olan  kuraklık  Mianyu'su ile savaşmak için ortaya çıkıyor.''
Yani Kürdlerin ''haspe/aspe spi'' leri işte her iki inançta da böyle görünüyor.

Barthold'da ( p.199-201) kısaca bazı noktalara değinmiş, gerçi kaynaklar ve anlatılanlar bellli ki aynı. O da İshaq ve al-Muqanna'dan bahsediyor. Naklettiğine göre Abu Müslimi Horasaninin ölümünden sonra ortaya evvela  okuma yazması olmayan İshaq çıkıyor; kendisinin Zerdüştün halefi ve aslında sağ olduğunu, yakın bir tarihte de bu kurulacak din için ortaya çıkacağını söylüyor. Asıl bundan sonra Araplar için çok daha büyük bir tehlike ortaya çıkar; 
776 da  Merv'de Hashim b.Hakim isimli biri ayaklanır,783 te öldürülür ama inancı Buhara ve bazı alanlarda devam eder.
Haşim müridlerine şunu söylüyordu : '' Hashim declared to his followers that the Deity was incarnate in him, as before him
in Adam,Noah, Abraham, Moses, Jesus Muhammad and Abu Müslim ;  he wore a green cloth over his face continually,
and asserted that mere mortals were unable to bear the light emanating from his face.Hence the Arabs gave him the nick name
Al-Muqanna ( the veiled one). '' 
-'' Haşim müridlerine kutsal ruhun kendisinde enkarne olduğunu ( kendi bedenine girdiğini), kendisinden evvel de Adem, Nuh, İbrahim, Musa , İsa ve Abu Müslim'de bulunduğunu ilan etti ; yüzünü sürekli olarak yeşil bir kumaşla örtüyor ve safi fanilerin yüzünden kaynaklanan / yayılan ışığa dayanamayacaklarını iddia ediyordu. Böylece Araplar kendisine al-Muqanna ( peçeli olan) ismini verdiler.''

Bu arada  İsmaililerle ilgili tek bir satır  vereyim :
'' ' Al-Baghdadi explicitly says that İsmailis recruited the Kurds of Jibal, and the Khurramis of  Babak's region(...).''

- ''Al Baghdadi kati bir dille  İsmaililerin Jibal'in  Kürdleri ile Babak bölgesinin  Khurramilerinden adam devşirdiğini söylemiş.''(  Jibal denilen ise Zağros;  Jibal جبال  Arapça ''dağlar'' demek.) 

Batılı akademisyenler Kürd ismi telaffuz edemiyorlar kolaylıkla. ''Babak bölgesi de ne oluyor,''  sormak lazım. 
Azerbayjan, Beth Kardu, Armenia, Malatya  vs. 
Bu husus Babak zamanı işlenecek bir alan. Ve ''Babak'ın bölgesi'' de Kürd dolu.

Bitirmeden evvel, Kürdler ve Kürd tarihi şahsiyetlerine yönelik yazanlar açısından önemli bir soruyu cevaplayalım.
Abu Muslim'in seceresi neydi, soyu neydi, hangi halkın bir evladıydının  cevabını buradan okuyalım : 

''Abu Muslim al-Khorasani's father belonged to a village called Sanjird, situated in the canton ( rustak) of Faridin : but some say that he was a native of Makhwan, a village three parasangs from Marw.
Different opinions were held respecting Abu Muslim's origin ; some stated that he was of Arabian descend, others of Persian,and others again of Kurdish.
İt is allusion to the last  opinion that Abu Dulama ( see vol.I p.534) said ,
''O Abu Müjrim ! God never replaces by afflictions the favors which he grants to his
creatures, unless his creatures misapply them.
Ah ! Thou wouldst meditate treason against the empire of al-Mansur !

İs it not true that thy own progenitors , the Kurds, were always a race of traitors ?
Thou didst menace me with death, Abu Müjrim !
but that lion with which thou didst threaten me, has turned upon thyself ! ''.
( kaynak:p.100, 108, İbn Khallikan's Biographical Dictionary, 2 by Ibn Khallikān  Publication date 1843 , Translated From the Arabic by Bn. Mac Guckin De Slane.)
- '' Abu Müslim'in babası Faridin isimli bir kanton'a bağlı Sanjird köyü idi. Fakat bazıları kendisinin Marw'a üç parasang mesafede bulunan Makhwan köyünün yerlisi olduğunu söylüyorlardı.
Abu Müslim'in kökeni-soyuna yönelik farklı düşünceler vardı ; bazıları Arap kökenli, diğerleri Pers, ve başkaları da yine Kürd.
Abu Dulama'nın aşağıda yazdıkları , son düşünceyi ( yani Kürd olduğunu) zikrediyor ,
Burada Abu Dulama'nın Abu Müslim'e  hakaret yağdıran sözlerinden bir satırı haricinde  tercüme etmedim,değmez. 
Laflarına  ''Abu Müslim'' için ''Abu Müjrim- yani ''suçlu'' , diye başlıyor. Artık Abu Müslim'in Araplar nezdinde ''suçlu'' olup olmadığını bir tarafa bırakalım, tartışılması bile çok can sıkıcı ve Kürdler açısından derin bir üzüntü kaynağı olabilir.
Burada önemli olan, Abu Dulama'nın hakaret yoluyla da olsa, Abu Muslim hakkında bize verdiği bilgi..
Abu Müslüm'in Kürd olduğunu söyledikten sonra, bir de kızgınlıkla ''senin öz atan/ceddin Kürdler her zaman bir hainler ırkı değilmiydi ?'' diyor.

İşte bu  kadar.

Kürdlerin o kadar çok önemli ve tanınmış ataları var ki tarih boyunca, başkalarının dili, kimliği, ve tarihi şahsiyetleriyle övünmeye, bunun içinde gerçek dışı  yazmaya ihtiyaçları hiç yok.
İsbatı da işte   Abu Muslim/ Mıslimi Taverdar dır.


Bitirirken  böylelikle Alevi Kürdler arasında bir zamanlar çok yaygın olan Müslim isminin de sebebini anlamış oluyoruz.
Yukarıda bazı isimler, kavramlar üzerinden umarım bazı sorulara cevap çıkacaktır.