Sunday 27 December 2020

Pir Sultan Abdal - Aptal

 Pir Sultan Abdal - Aptal

Son defa bir daha yazayım da, siz de, bende kurtulalım bu işten:-)
Türk ve Moğol, Abdal gibi bir isimde bulunan -bd 'yi, -pt söyler. Bu bilinen bir fenomen. Türkçe de denir de, Moğol tarafını da ben ekledim.
Türkçe konuşma dilinde Abdal diye bir kelime yoktur.
Ya ne vardır?
Yerine Aptal vardır.
Niye?
Çünki, yukarıda da belirttiğim gibidir. Yani, Osmanlıca evraklarda düzgün biçimde Arab alfabesiyle Abdal yazılan ve muhtemelen Hanedan mensupları ile muhtelif etnisitelerden müteşekkil bürokrasisindeki memurlarca Abdal söylenen kelime, Türk-Türkmen ve Yürük bilinen ve o dili konuşan göçebe-köylülerce Aptal söylenir de ondan!
Aptal ise Türk dilinde bir hakaret sıfatıdır.
Akıl yoksunu, geri, perişan, üstüne başına dikkat etmez, zurnacı, çingene ( aşağılamak için) pespaye vb., gibi kendilerine hiç yakıştırmadıkları sıfatlardır.
Şimdi, eğer Pir Sultan Abdal diye bir Türkmen köylüsü doğmuş ve bu isimle anılmışsa, bu alenen uydurmadır.
Niye?
Yukarıda belirttiğim gibi, hiç bir Türkmen, Türk, Yörük, oğluna, torununa Aptal ismi vermeyeceği gibi, hele hele vazgeçtik Pir, Sultan'a aptal diyebilecek kadar da akıllarını kaçırmamışlardır.
Bir Türk diğerine eğer Pir Sultan Abdal dan bahsederse, Pir Sultan Aptal der, Abdal değil; ancak Aptal diyebilir, çünki lisanı, dili öyle dönüyor da, ondan!
O zamanlar maalesef ortalıkta televizyon kanalları, liseler, I-Phone lar, gazeteler vs olmadığından da Türkler de malüm henüz çıkmayan gazetelerin yayınlanmamış makalelerinde mevcut olmayan Abdal kelimesini düzgünce, Abdal olarak okuyup söylemeyi de öğrenememişlerdir.
Pir Sultan Abdal ismini bir Yürük-Türkmen, bir diğer Yörük-Türkmen'e haber verirken ismini ''Pir Sultan Abdal'' değil, ''Pir Sultan Aptal'' diye duyurabilir ancak.
Diğer Yürük-Türkmen'in cevabı da muhtemelen gülmek olurdu itiraz ederken.
Yani bir Türkmen-Yürük, kendisine değil Pir Sultan Abdal, ''Şeyh+Pir Padişahlar Padişahı, Sultanlar Sultanı Abdal'' ünvanlarıyla anılan biri gelse de itibar etmez, kendisini evliya mertebesinde görmez.
Niye?
Çünki adamın ismi Aptal'dır ve Yörük-Türkmen'in gözünde bir Aptal ne Sultan ne de Padişah, ancak Aptal olur da ondan!
Hala anlamadınız mı?
İşte Kürdlerin anlamayla problemi bulunduğundan, devlet kuramayıp yok edilmeyle karşı karşıya kalmışlardır.

Tuesday 18 August 2020

Sabah Yoğunlaşan Sis Üzerine Kısa Notlar

Sis bu sabahla beraber palmiye dallarının üzerine doğru çökünce, balkona çıkıyorum hemen. Aslında hanım daha evvel işaret ediyor ama bu denli yoğun değildi uyardığında. Yaşadığımız  şehirde pek te görmeye alışık olmadığımız böylesi bir fenomen bir anlık ta olsa, monoton rutinimize heyecanlı bir canlılık katıyor.

Irice bir kuş, ağırlığına nasıl dayandığını bir türlü kestiremediğim incelikte bir dalın üzerine sanki büzülerek tünemiş, bir yontma taş gibi hareketsiz ve donuk duruyor.

İçime çektiğim nefes sis’in serin mi serin ağırlığını taşıyor. Eşim hoşnutsuz, bense sevinçliyim tabiatın bu ilginç gösterisine.

Aklıma hemen Stephen King’in Mist romanı ve keyifle izlediğim esinlenerek çekilmiş filmi geliyor. Normal de başka birilerinin senaryosu olsa, hele o kadroyla izlemeyeceğim dizi, bu usta yazarın eseri olduğu için itiraz etmiyorum elbette.

‘’Keşke’’ diye düşünüyorum, ‘’benzeri olaylar zincirini de burada bu sis tetiklese’’, sonra da bu tuhaf temennimden ötürü kendimle dalga geçmeye başlarken, sis’in sol istikamete düşen tepe ile üzeri ve etrafına serpiştirilmiş evlerle birlikte denizin de görüntüsünü içine çekerek yayıldığını  farkediyorum.

Artık palmiye dallarının gerisine düşen alanın tamamı bu beyazımsı karanlığın yörüngesine giriyor.

Bir dalın üzerinde hareketsiz ve donuk duran  irice kuş’un görüntüsü de ağır ağır belirsizleşmeye başlıyor.

Sis, palmiyelerin ince uzun ve matlaşmış yeşil yapraklı dallarını da yutacak belki...Sonra da ıslak serinliğinde, beni…

Telefon etmem gerektiği aklıma geliyor, içeri giriyorum.

Bir müddet sonra da sis dağılıyor.

Tabiatın beyazımsı karanlığına son vermesiyle birlikte, o iri kuşun hareketsiz ve donuk tünediği ince dalın üzerinden hızla havalanıp gözden kaybolduğunu söylüyor eşim.

Monday 17 February 2020

Urfa, Edessa ile Jerusalem Şehir İsimleri Üzerine


Okuduklarımdan, notlarımdan bazı aktarmalara devam edeyim.
Medieval dönemlerde bölgemizde olup bitenler hakkında en önemli
bilgileri sağlayanların başında Michael (Mikail) the Syrian gelir.
Syria Ortodoks Kilisesinin patriğiydi bu isim. Kendi lisanı Syriac ile
kaleme aldığı kronikler çok önemli.
Benim okuduğum, klasik Ermenice tabir edilen lisana yapılmış
tercümenin İngilizceleştirilmiş hali. 
Jean-Baptiste Chabot ise Fransızca’ya Syriac orjinalinden
çevirmiş, asıl okunması gereken de o aslında ama bu çevirinin de işe
yaramayacağı söylenemez tabiatıyla.
Önemli bir husus var. Bu eserde sıraladığım isimlerin, doğru-yanlış,
anlamları ve kısa tarihleri mevcut. Ben mesela Urfa şehrinin anlamı için
tıklamıştım, envai çeşit ve bir kısmı da bir diğerinden kopyalanmış bir
çok temelsiz belirlemeler gördüm. Türk dilinden olduğunu iddia edenler de
epeyi mevcut olmakla birlikte, bu ifade bilgi ve kaynaktan ziyade, resmi tezlere dayanır
görünüyor, zira değil.
Umarım faydası olur, şu kısa bilgiyi de yayınlamış olayım, içime dert olmasın.


P.186: After the Flood, King Nimrod (Nebrovt') built and named
it Ur'haw Ovre'd. "Ur'" in our language means village, and "haw" means
Chaldean, thus [the name Urha translates] "village of the Chaldeans."


İlginç ve öğrenilmesi gereken bilgiler var burada. Urfa’nın ‘’sel’den’’
sonra Nemrud tarafından kurulduğunu yazıyor.
Bence Patrik, sel'den bahisle, burada etimolojik-tarihi doğruları da biraz inancın
kodlarıyla harmanlamış ve öyle sunmuş, ama bilgi doğrudur olabilir. Nemrud,
demek ki Syriac konuşuyormuş Patrik Mikail’in iddiasına bakılırsa ve Ur’haw  Ovre’d demiş.
Mikail’e göre ‘’Ur’’ Syriac dilinde ‘’köy’’ ve ‘’Haw’’ ise Chaldean ( Kalde’li)
demek. Bu Kaldeliler ve Nasturilere Botan-Hakkari ve Mavsil ( Musul) Kürdleri ve
artık hangi topluluklar bölgede yaşamışsa muhtemelen toptan Süryani diyorlardı,
gerçi her birinin ayrı isimlendirildiğine dair belirtiler de var.
Her ihtimale karşı, anlaşılır olması açısından genel Süryani tabirini kullandım. 
Yani Urhaw, Kaldelilerin Köyü demekmiş!
Tekstte Ur’haw’dan sonra gelen Ovre’d için bir açıklama yok.


Jerusalem hepten ilginç: ’’In the same way Melk'isedek, son of Ham,
built a city in Palestine and called it Urishle'm, which translates "village of peace,"
since according to our Syriac language, it was a village and could not
be called a city. We pronounce it "Jerusalem."


-Aynı şekilde Ham’ın oğlu Melk'isedek de Filistin’de bir şehir kurmuş
ve ona ‘’Barış Köyü’’ anlamına gelen Urishle'm ismini vermiş.
Patrik Mikail, ‘’bizim Syriac lisanına göre o bir köy idi ve şehir olarak
anılamazdı. Biz de Jerusalem şeklinde telaffuz ettik,’’ diyor.
Yani işte buymuş Jerusalem'in ne olduğu ve hangi lisana ait bulunduğu...


Edessa, Urfa’nın diğer ismi. Mikail’e göre Asur kralı Sennacherib/Senek’erim
( M.Ö. 704-681) şehri yakıp yıkmış ve Urfa, İskender gelip de yerlileri
tepeleyene kadar harabe kalmış. Kendisi muhtemelen Beth Kardu’ya
doğru ilerlerken, harabe şehir ve etrafının cazibesine kapılmış, yanında
bulunan ve adına İskender’in ölümünden sonra Hanedan kuracak olan
komutan ve arkadaşı Seleucus’a  ‘’Bu yeri bir şehre çevir’’ demiş.
İskender’in ölümünden sonra Seleucus şehri kuruyor ve Edessa,
yani Mİkail’e göre Makedon dilinde ‘’Bunu seviyorum’’ anlamına gelen
ismi veriyor. Çünki İskender ‘’ I love this. Built it into a city
( Burayı sevdim, onu bir şehr’e çevir/inşa et/haline getir),’’ demiş.
Mikail o zamanlardan itibaren de Greklerin kronolojik notlarında
Edessa için ‘’So’rtu Makedonis’’ yani ‘’Suriye Makedonyası,’’ diyorlarmış.


Notlarım da daha var bazı şeyler ama bu konuyla doğrudan ilgili değil.

Bazı Anadolu Selçuklu Vakıflarının Kitabelerinde Yazılanlar Üzerine


        4/11/2016 tarihinde, yani üç yildan fazla bir müddet evvel aşağı da ismini verdiğim makaleyi okumuş ve notlar almışım. Bunun gibi yüzlerce mevcut. Her birinin üzerine makale yazmam imkansız artık, yaş ve zaman meselesi. Konularla ilgilenenler çıkabilir ileride, boşu boşuna yatmasın yayınlanmadan. O sebeble, okuduğum makale de aldığım notları güncellemeden yayınlamayı uygun gördüm varsa yanlışı ve doğrusu, hatta düzeltmeye zaman bulamadığım bazı imla hatalarıyla. Çok kısadır, umarım gelecekte bu konularla ilgilenenler çıkar ve gözlerine çarparsa ve içeriği uygun düşerse, faydalanırlar. Bu notlar okuyucuya ayrıca bu makaleyi incelerken ‘’neye’’ ve ‘’nasıl’’ baktığım hususunda da bir fikir verecektir.

Yazar Selçuklu dönemi vakıflarda kitabeleri inceliyor. Çok önemli bir çalışma bence zira bazı tarihi rivayetlere, Batılı bir çok akademisyence de desteklenen resmi tarih anlayışına bence pek de uymayan bazı belirlemeler, aslında, deliller mevcut. Öyle ki, bu 34 sayfalık çalışmanın kendisi üzerine bir akademik çalışmayı hakkediyor. 

Makale’nin ismi Waqf and Patronage in Seljuk Anatolia: The Epigraphic Evidence, Selçuklu Anadolu'sunda Vakıf ve Patronaj: Epigrafik Kanıt,
Cambridge University Press ,

Author(s): J. M. Rogers,

Anatolian Studies , Vol. 26 (1976), pp. 69-103,

Published by: British Institute at Ankara,

Notlar,
 -Okuduğum sayfalarda dikkatimi çeken bir husus var; Selçuklu dönemi inşa edilen eserlerde, ya da el konulmuş olanlarda ki inskripsiyonlar, evvela bir oradan başlayayım. Bu hususta mümkün olduğunca İrani-Moğol ve Orta Asya kitabeleri bulmak ve Selçuklu ile Beyliklerinkilerle karşılaştırmak gerekiyor.
İnskripsiyonlarda Arap ve Pers kelimeleri geçiyor gibi. Yazara göre Pers deyince Arap olmayanların tümü anlaşılıyormuş. Arap kelimesinin kullanımı belli ki dini hususiyet ve hassasiyetlerle ilgili. Bulmak lazım, acaba Selçuklu ve beyliklerle çağdaş ya da evvelki veya hemen sonraki dönemlerde Arap harici Türk ile diğer bazı kavim isimleri geçiyor mu ?
Eğer geçiyorsa o zaman neden Türk oldukları iddia edilenlerde Türk ismi geçmediğinin kuvvetle sorgulanabilmesi gündeme gelecektir.

Mesela Sivas'taki Gök Medrese inskripsiyonu 670/1270-1 tarihli. Vakıf tarihi ise 1279-80. Yani Gök ismine bakılırsa, eh yani mutlaka Türkdür, Türkçedir, yani muhtemelen Türklerden bahsedecektir diye hevesle okumaya başlıyorum. Bizi ilgilendiren de, bilgilendirme inskripsiyonunda yazılanlar, Arapça:

p.3-5 : ''Amara bi-insha' hadhihi'l-madrasa al-mubaraka taqarruban ila'llah ta'ala al-sahib al-a'zam al-dastür al-mu'azzam mawla mawali al-'ar[ab wa'l-'ajam ...] rusim (?) al-karam qiwam al-dawla al-qahira wa nizam al-milla al-zahira Abu'l-Khayrat wa'l-Ta'at wa'l-Hasanat Fakhr al-Dawla wa'l-Din 'All b.al-Husayn ahsana Allah 'aqibatah fi 670 (in words) ''

''Has ordered the construction of this blessed madrasa to gain God's favour, the grand vizier, the exalted minister, the lord of the lords of the Arabs and the Persians [sc. the non-Arabs], the [. . .] of nobility, the support of the victorious state, the regulator of the flourishing people, Abu'l-Khayrat wa'l-Ta'at wa'l-Hasanat Fakhr al-Dawla wa'l-Din 'All b. al-Husayn, may God grant him a good end ...''

Burada Türk ismi de Gök kelimesi de yok...Bir Türk devleti yöneticisi, vezir- hadi Arapları anladık- neden  Arap olmayanlara Arap ağzıyla Acem diye hitab eder ?
Türkler kendilerini bu Acem toplamı içersin de görüyor idilerse, o zaman hiç te Selçuklu tarihçilerinin bizlere boyamaya çalıştıkları bir Türk-Türkmen kavramından bahsedileceğe benzemiyor.
Neticede Acem, İrani halklar için verilen bir Arabi isim.

Gök kelimesi ise ortalıkta görünmüyor. Belli ki Selçuklu veziri bırakalım medresesine Gök ismini vermeyi, bence kesinlikle Gök kelimesinden de bihaber olmalı.
Peki kim ve niye bu vezirin eserine öz Türkçe bir isim koyabiliyor ?
Ne zaman?

-Aynı sayfada bu defa vakfiyede hem krallık hem de vezirin titulature'si  sunuluyor, her ikisinde de ne Türk ismi ne de Gök kelimesi yok.

- inscription of Sahib Ata/Fakhr al-Din 'Ali's mosque at Konya: buradaki inskripsiyonda ise mutad Arap ile Acem'e ilave olarak Grek-Yunan kelimesi de geçiyor ama  Türk, Türkmen, Oğuz vb. hiç bir kelime yine mevcut değil.

p.6: Aksaray'da ki meşhur Sultan Hanı kervansarayında da aynı trend devam ediyor. Arap ve Acem mevcut, ama Türk yok.
p.7: Burada hepten ilginç bir örnek var, Uluborlu Çarşı Camii( 1231-2), inşa ettiren: ''The foundress was a daughter of the ruler of Erzurum, Mughith al-Din Tughrilshah (died 622/1225) who married Kayqubad I. ''

Tughrilşah, tastamam bir Türk ismi, yani Şah kelimesini çıkarırsak kalan kelime Tuğrul. Bu eserin inskripsiyonunda da Türk, Türkmen, Oğuz vs yok.

p.10: The Jami' al-Hanabila at Salihiyya in Damascus in the name of  Gökbüri , ruler of Irbil, dated 599/1202-3, had a different fate.''

Gökbüri Türkçedir ve ''Mavi Kurt'' anlamına gelir. Kimse de sorgulamaz, börü Türkçe kurt olduğuna göre, neden kulanılmaz, kurt neyin nesidir, demek bu arada Boz Kurt efsanesi de sorgulama altında. Bir başka makale gerektiriyor.

Bu Türk yöneticiyle ilgili bilgi toplamak lazım. Erbil genel olarak Türklerin yönetiminde kalmış o dönemlerde. Bunlar köle mi, yoksa bağımsız beylik mi kurmuşlar ? Beylik olsaydı Türk tarihçiler büyük bir hevesle naklederlerdi.

p.16-17: silahdar ''sword-bearer'' ; Moğolcadaki Uldachi-Oldachi karşılığı...; Sa'd al-Din Köpek/Kubak  ??? İlginç...İsmi köpek olmayabilir demek ki.
p.19: master of horse : amir akhür.

p.22:'' Ülkütaşır, art. cit., note 38 above (120, (b)) reads Naqita as Nakida/Nigde, an improbable spelling which is nevertheless just acceptable. M. Behçet, art. cit. (ibid.) II, 46, No. 10, reads Tuqit, hence Tokat which is more usually spelled Tuqad/Tuiqat ''

Bu da ilginç...

Çok önemli  kaynak : ; Rashid al-Din, Jami' al-Tawarikh, translated by J. A. Boyle as Rashid al-Din Tabib. The Successors of Genghis Khan (New York-London 1971).

p.27 : Burada Sinop duvarlarında ( kale olmalı) inskripsiyonlarda 1215-16, iki defa Türkçe soy isimli bir emirin ismi geçiyor. Badr al-Din Qaymaz. Ve dip notta ise muhtemelen ismi geçenin çağdaşı  ve bir fermanla tarjuman tayin edilen ve hali hazırda amir-i sipahsalar olan Kamal al-Din'in ismi veriliyor. Bu ise Selçuklu zamanı ve hemen sonrası , mesela 1300-1400 gibi tarjuman yerine ''çevirmen'' gibi bir kelimenin kullanılmasının zorluğuna delalet ediyor. 1380-90 yıllarında bir eserin Türkçeye ''çevrilmesi'' üzerine Sara Nur Yıldız isimli Türk tarihçinin academia-edu'da iddialı bir makalesi var, Batılıların da mevcut. Dikkatle incelenmesi gereken bir interpolation olabilir ortada eğer çevirmen kelimesinin o dönemlerde kullanıldığı iddia ediliyorsa. 

p.28 :  Siwasta ...Develi merkez camiinde ( Develü-Qarahisar) inskripsiyonda bu isim geçiyor, kadın köle ismi gibi...kaynak: M. Akok and T. Ozgüç, "Develi abideleri," Belleten XIX (1955), 377-84. The name, Siwasta, is conjectural, but bint is clear. ''

Tüm notlar bu kadar...