Sunday 6 March 2022

Bir Zamanlar Müslüman Hükümdarlar ve Ahalinin Uyuşturucu Meselesi

Medieval İslam hükümranları arasında sadece şarap değil, bir de uyuşturucu iptilasından da bahsediliyor. Yani bu konu devasa bir akademik araştırmayı hakkediyor, söyleyeyim. Eğer yazılarımı takip edenler arasında tarihle ilgilenen, akademik kariyer düşünen varsa, inanılmaz bir alan bu.

Haşhaş, yani esrar, yani Farsi bang, başta gelen kuru mamüllerdenmiş. Öyleki, sırf benim okuduğum biri Sinop hakimi, diğeriyse Afganistan Kürdlerinden bir hanedan mensubu iki hükümdar esrardan ölmüş, 1300 yıllarında.
Bu esrar-bang ne anam babam!
Asıl bir de macun var ki, amanin!
Hani bu mesir macunu falan, her derde deva diye tanıtımı yapılan zırıltı var ya, he vallahi içinde o zamanlar afyon mevcut!
Mesela Moğol ama Türk diye yutturulan bir Hind İmparatoru Babür vardı 1500 lü yıllarda.
Yani imparator falan, ama bunlar bildiğiniz gaspçı, hırsız.
Babür'ün çok önemli bir hatıratı var Türki, yani Doğu Türkçesi-Uygurca gibi olan Türkçeyle kaleme alınmış.
Müthiş bir eserdir.
Babür ustam, piizci. Yani içkici Istanbul deyimiyle!
Eh, zaten şarap bol, en güzelinden ve her renk ve ırktan genç kadın da...
Ama muhabbet de lazım ya, toplanıyorlar ve ha bire döküyor imparator ve dostları.
Bir ara ağam içkiye/piize resto falan durumu, malüm hocalar-şeyhler baş ağrısı ve arada islam-Müslüman vaziyetleri hatırlatılır ve başa kakılır icabında ya!
El mahküm arada sofuluk gösterileri falan, vatandaşa lazım ya bu görüntüler!
Ama işte ifşaya ne hacet, Babür amcam müptela ve aynen geri vitese takıp tekrar dönüyor muhabbet ve amacına, ama bu defa da macuna!
Soygun ve talandan dönülürken mesela ( Müslümanlara fetih diye yutturulan!) kutlama falan, bol eğlence var yani!
Derken, hani işin adı da konacak yani kafa bulunacak ya, dergahda her daim mevcut ekabir takımı aynen ikiye ayrılıyor, kurucu ve sulucular diye, iyi mi!
Yani şarap ve macun fora ediliyor taraflarca, dakkada ameliyat tüketiliyor, falan!
Hatta aralarında tartışmalar, gırgırlar da çıkmıyor değil.
Şarap mı, macun mu, diye!
Şarapçılar, macuncu üflentilere hafif gıcık falan, vice versa.
Ama son tahlilde, ustalarım bir birlerinin hukukuna tasallutta bulunmuyorlar.
1500 yıllarında Constantinople da Avrupalı gezginler, kenarda köşede leyla vaziyetinde sayısız vatandaşa rastlıyor sürekli olarak.
Alayı, bir kısmı en iyimser ihtimalle esrar, kalanı da muhtelif vasıtalarla ''götürülen'' afyon mamülleri etkisinde uçmuş ve dahi uyuşmuş durumda olsalar gerek.
1800 ler de bile Transoxiana/Maveraünnehir'de, Horasanda, belki de her yerde bazı Dervişler, Kalenderlere rastlanıyor, uyuşturucu kullanımından birer deri kemik kalmış halde adem oğulları vallahi...
Velhasıl, Müslümandır ve Allah korkusu var, şarap belki tu kaka falan ya bazen, ya da diyelim her zaman!
Ama axxx ülen o haşhaş, hele hele de macun yok mu!
Ve mesela ABD'ne de esrarı tanıtanlar Allahın emri 1800 lerde o diyara göçen zamanın bizim Ermeni ile Rumlarıdır, gittiyse, Müslümanıdır da...
Müthiş ve bazı sırları da ayyuka çıkaracak elementler taşıyor bu konu.
Sahi, acaba Osmanlı Sultanları ne alemdeydiler, hani aklıma geldi de!

Wednesday 2 March 2022

Osmanlı ve Türklükleri Üzerine İlginç Bir Aktarma

Kİtabın ismi; The Foundation of the Ottoman Empire; a History of the Osmanlis up to the death of Bayezid I (1300-1403), yazan Herbert Adams Gibbons, 1916 da kaleme almış. Kitabı okudum; Osmanlı uzmanı batılı akademisyenleri okuduğumda, bazen içimi sıkıntı basıyor. Hele son elli senedekiler arasında ise uzmanlık alanlarında ismi en çok duyulmuş bazılarının cehaletten kırıldıklarını anlamak ise hem sıkıntı verici, hem de eğlenceli. Ama bu akademisyenlerin Türklük ideolojisine Türk tarihçilerden bile daha sıkı bağlı olduklarını müşahade etmek, beni ciddi ciddi ürkütüyor ve düşündürüyor.
Uzun mesele, kitabın yazarı uzman akademisyen değil. Bu kariyer noksanlığı ise entelektüel gazetecide eksiklik yaratmak şöyle dursun, bazı hususları cesurca didiklemesini bile getirmiş. Yani, kitapta hiç bir Ottomanist batılı akademisyenden okumadığımız kaynaklı bilgiler var.
Mesela bunlardan biri de 1785 tarihinde kaydedilen Osmanlı yöneticiler , ekabir takımının vs. Türklük kavramına tepkileri.
Buyrun burdan yakın, evvale İngilizcesi, altınada tercümesini yaptım.
İn 1785, d'Ohsson says: ''The Osmanlı's employ the term Turk in referring to a coarse and brutal man . According to the Osmanlı's , the word Turk belongs to only to the peoples of the Turkestan and to those vagabond hordes who lead a stagnant life in the deserts of the Khorassan. All the peoples submitted to the Empire are designated under the name 'Osmanlis' , and they do not understand why they are called Turks by Europeans.As they attached to this word the idea of the most marked insult , no foreigner in the Empire ever allows himself to use it in speaking to them.''
''1785 yıllarında Osmanlılar Türk terimini kaba ve vahşi anlamında kullanıyorlar . Osmanlılara göre Türk, sadece Turkistanlı bir halka verilen isimdir ve bunlar Horasan ( aslında Horasan değil de bence Maveraünnehir-Transoxiana, demek istiyorlar ) çöllerinde durgun yaşayan serseri yığınlardır ( kalabalıklar da olabilir, kontekste göre tercüme etmeye çalışıyorum). İmparatorluğa bağlı bütün halklar, Osmanlı adıyla anılırlar ve Avrupalılarca neden Türk olarak adlandırıldıklarını anlamıyorlar! Türk ismini en ağır hakaret addettiklerinden, hiç bir ecnebi kendileriyle konuşurken onlara bu kelimeyle hitab etmez ( kaçınır vs).''
Yani fazla değil, daha iki yüz sene evvel Osmanlı'da biri diğerine ''Türk'' diye hitab etse , karşısındaki adam bunu haksız bir itham ve hakaret addedip, '' vay, bana ha, küfür edersin ha'' deyip çata pata girişecek.
Hatta kim bilir Qadı'nın karşısına çıkarılsalar, kavga etmek zorunda kaldığı vatandaşa Türk diye hitabeden şahıs, diğerine hakaret ve küfürden kırbaç ve hapis cezasına bile çarptırılabilecek.
Velhasıl, Türklük bir hakaret ve iftira söylemiymiş bizzat bugün kendisine Türk milliyetçisi diyen bir kesim vatandaşın atalarının gözünde.

Monday 28 February 2022

Bir Pir Sultan Aptal Şiiri ve Analizi

 Pir Sultan Aptal Şiiri,

Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası gözümde tüter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Bu dörtlüğün her tarafı tartışılır ama kısaca ilk mısrasın da, ''katar katar'' ifadesi ne bakalım...
Şimdi bir Yörük ya da Türkmen yaşlısına ''katar'' desek, '' kim neyi gatıyo la!! ; ne katmış vb.,'' diyebilir. Katmak, bir şeyi bir şeyin içine almak, sokmak, karıştırmaktır. Mesela koçu koyuna katarsın ki, dölleme olsun. Sütün içine su katarsın olur sana uyduruk türünden bir ayran. Konyalı asker arkadaşım bana sormuştu; ''bizi içeri gatmayorlar mı?'' diye. O zaman demek ki davarı da ağıla katarsın bu durumda ve hemşerim de zaten öyle söylüyordu.
Bu katar katar tabiri Arapça, ve 1500 yıllarında mesela bu lisan eğitilerek öğretilmişler bilebilir ve de şiirlerinde, nesirlerde kullanabilirdi elbette. Katar katar, dizi dizi, kervan vb., anlamlarda. İşin gır gırı, son mısrada da benzeri anlamı veren kervan var, o da elbette Kürdçe/Persçe.
Dost ta öyle...
1500 yıllarında da ''yayla da'' değil, ''yaylak ta'' denirdi muhtemelen...
Sevda Arapça...
Göç, Kürdçe/Persçe...
Güzel kelimesi hala meçhul...
Beter Persçe...
Karşı ise Moğolcadır, Türkçe olduğu da iddia ediliyor. Moğolca'da ''saray, bina vb.'' gibi bazı anlamları var.
Fakat her şeye rağmen, gayet anlaşılır dizeler, zira tüm kelimelere aşinayız, değil mi ?
Yabancı kelimeler de pek çok gerçi:-))
Şimdi bu Pir Sultan Aptal ile çağdaş, tanınmış ve Türki dilinde hatıralarını kaleme almış olan meşhur İmparator Babür'ün İngilizceye çevrilmiş eserinde çevirmenin bazen dip notlarda açıklama zarureti duyduğu bazı belirlemeler, kelimeler var, hani kıyaslama babında bir bakalım , mesela:
p.123: ''bahadürlüq aülüsh'' , yani bahadırlık öleş/üleş. Bu tabire dikkat, ''bahadır üleşmesi '' demiyor; '' bahadır+lık öleş''. Bu tabir Moğolcadan geçmeymiş Türkçeye ve Türklere, ve ''şampiyonun ( yarış ve savaşta olmalı), bahadırın payı'' anlamındaymış. Bahadır payını şölen de kılıç darbesiyle kesip alırmış.
Hayatında bu Türkmenler hele kendine Aleviyim diyenler hiç böyle bir tabir, gelenek duymuş, yaşamışlar mı ?
Başka bir tanesi ise , yikit yılang, yani ''yiğit yılang.'' Yiğit tamam da, bu ''yılang'' neyin nesi?
Yalın demek.
Ama dikkat edin, -g si Anadolu Türkçesinde mafiş...
Hadi bunu da boşverin, bu deyim ne anlama geliyor derseniz, hani biz de ''yalın kılıç'' var ya, işte ona benzetilebilir.
Biz de yalın kılıç deyince, sadece kılıç ile anlamına gelir. Oysa Orta Asyalılar da işin içinde yiğit var.
Ve ''çıplak veya silahsız'' yiğit anlamına geliyor.
Ne öğrendik şimdi?
Demek ki Türkçe'de kullanılagelen ''çıplak'' kelimesinin Türkçe olduğu iddiası tartışmalı; ''yalıng'' ya da bizdeki haliyle yalın ise tastamam çıplak, ama silahsız, ama elbisesiz, ve belki de eksiz/köksüz vb. anlamlarına gelen önemli bir kelime.
Gayet güzel, fakat sintaks değişik. Yani Anadolu Türkçesi ve Orta Asyalılar da söz dizimi farklı...
Görünüyor ki, ''yalın yiğit'' bizim Türkçe. Oysa Orta Asyalı '' yiğit yalıng'' diyor.
Bu durumda demek ki Orta Asyalı Türkler 1500 yıllarında ''duru'' Türkçe için Pir Sultan Aptal, Kaygusuz Aptal, bilmem ne Aptalın şiirlerini duymamışlar, yoksa Türkçelerine çeki düzen verirlerdi sanırım!
Hele aşağıya bir dize aldım ki, herhalde rahmetli Pir Sultan Aptal sağ olsaydı, belki bizi hem aydınlatır, hem de dörtlüklerinde kullanıp, kendisine tapan bizim Alevi Kürdlere seslenirdi:-))
- ''qurghan-nıng tashida yangi tam quparıb sala dür''
(kurğannıng taşida yangı tam koparıp sala dur).
Eminim Alevi Türkmenler şıppadak anlarlar bu Türkçeyi:-))
Netice itibariyle bizim Alevi Kürdlere: madem ki siz Alevi Kürdler, bunca ''Alevi Ozan'ın'' neden Türkçe şiir yazdığı ve neden Kürdi lisanlarda yazmadıklarını, üstelik daha da kötüsü, adamların yaşayıp yaşamadıklarını merak etmiyorsunuz, bari kullandıkları Türkçe lisana dikkat edin.

not: bu mesajı iki ay evvel kaleme almışım, 1 Mart 2018

Tuesday 11 January 2022

Meşhur Kürd Şair Ganjalı Nizami'nin Soy Kütüğü!

İki yıl evvel 12 Ocak günü yazmışım, buraya aldım.


Notlarını almış olmalıyım; bir Ermeni ile iki Fars nasyonalisti birleşmiş, kendini Türk zanneden ''Azeri Türk'' nasyonalistleriyle Nizami'nin soy ağacını tartışıyorlar ve üzerine de makale var.
Azeriler elbette Nizami için Azeri diyorlar.
Gülermisin, ağlarmısın aforizmasına cuk oturan bir durum.
Ama Kürdler sahipsizler ve Kürd'ü Kürd olmayanlar paylaşamıyorlar.
Bahsettiğim Ermeni-Fars kampı her ne kadar müştereken Kürdlerden nefret etseler de, elbette zır cahil olan Azerilere bir çok kaynaklarla hücum ediyorlar Nizami'nin annesinin asil bir Kürd sülalesinden olduğuna dair bizzat kendi sözleriyle.
Ama babası Persmiş !
Yani dünyaya mal olmuş meşhur bir Kürd varsa kendisi asla ve kat'a tam Kürd olmaz!
Bazı kahraman Türk tarihçilerin de bir program da Saladdin için kah babası Kürd annesi Türk, ya da yok canım aslen Arap demeleri gibi.
Ya da yani net değilse de, Nizami Persçe yazdığı için vallahi Perstir!
Şimdi şuraya bir bakalım: Nidhami of Ganja; ''his proper name was probably İlyas ( Elias),while his kunya was Abu Muhammad,and his laqap , or title ( from which his pen-name was derived ), was Nidhamud-din .His father, Yusuf the son of Zaki Muayyad , died when he was still young , and his mother, who was noble Kurdish family, seems not to have long survived her husband.''
Yukarıdaki kaynak ta zaten annesinin bir Kürd asilzade kızı olduğunu vurguluyor. Babası ise Zaki Muayyad'ın oğlu Yusuf, Nizami daha küçükken ölüyor. Annesi de babasının ölümünden sonra fazla yaşamamış.
İsim Nidhami...
Ama Kürd/Pers/İraniler bunu NiZami yazıp okurlar, Arabi dhal ذ harfi +Z okunur, yazılır da ondan.
Ama Türkler neden Nidami demezler, aslında üzerine düşünmek lazım, zira dilleri döner.
Kaynak diğer isimleri ve künyesini ( İlyas, Abu Muhammed) naklediyor.
Burada bize lazım olan dedesinin ismi Zaki'nin ne olduğu...
Zakani ismine rastlıyoruz. Mesela diğer bir kaynağa göre meşhur Rashid al-Din Qazvin taraflarında da mevcut olan bazı aşiret/şahıs isimleri vermiş ve aralarında Zakani var.
Zak+an+i
Peki bu Zak, ya da Zaki, acaba Arabi ve Türkçe'de de kullanıldığı haliyle Zeki kelimesi mi?
Arabi kelime de dhal ile başlıyor ve +Z okunup yazılıyor. Ama Rashid al-Din nasıl yazmış bilemiyorum.
Fakat İbn Hawkal'da ismi görünce, artık nasıl yazıldığı umurumda bile olmadı zira verilen Kürd aşiret listesi içinde Zaki var.
Bingo !
Arapça olsa da kıymeti yok.
Ama üstelik Kürdçe'de Zak+i kelimesi de var, ciltle ilgili bir görüntü.
Velhasıl bazen böyle çok önemli Kürd isimleri üzerinde Kürdlerden hazzetmeyen farklı nasyonalist ülke tarihçileri kavga ederler.
Kimsecikler de Kürdlerin fikrini almaz.
Bu da hazin içerikli bir başka makalenin konusu olabilir ancak.

Monday 10 January 2022

Film Çekimleri ve Rejisörlerin Hortlak Dilemması Üzerine Kısa Notlar

 Al Capone'nun tutuklanmasına giden süreci anlatan meşhur Untouchables filminde bazı çekimler çok hoşuma gitmişti. Mesela iyi polisi oynayan ve yardımcı erkek oyuncu sınıfında Oskarı alan Sean Connery'nin evine saldırıda ki kamera kullanımı. Brian De Palma boşuna gerilim türünün en seçkinleri arasına girmedi demek ki. Kameranın açısı, hareketliliği ile aklımda kaldığı kadarıyla var idiyse müziğin kombinasyonu gerilim, insanı o ana çakıyor ve adrenalin banyosu yaptırıyordu.

Beni etkileyen bir başka çekim var; yukarıda naklettiğimle benzeyen hiç bir tarafı yok. Clint Eastwood'un çektiği bir kaç Oskar'lı Mystic River. Belirli aralıklarla kamera, Boston'un hadiselere ev sahipliği yapan mahallesinin çekimini veriyor. Sessiz, durgun, renkleri ve çevresiyle aynı mekan. Hissettiriyor, orası işte, tam o parçası olduğunuz, ya da öyle olduğunu sanmak istediğiniz siluetler toplamı...Seyredeni, hayalleri veya yaşadıkları, özlediği ya da hafızadan silmek istediğiyle ilintiye sevkedebilecek bir tablo gibi...
Korku filmleri ise teknolojiye ziyadesiyle mahkümiyeti yanında, asıl bir de işin içine metafizik ögeler girdiğinde, çekimin senaryoya uygun resmedilmesindeki giderilemez zorluklarla dolu bir iş klasmanına giriyor bence.
Aklıma gelen ve konuya değinmek istediğimde elimin altında hazır iki örnek vereyim. İlki, okuduğunuz bir romanın filme dökülmüş halini, kişisel tercihe bağlı elbette, ya zevkle, ya da başıma geldiği gibi kah kahkahalarla, kah da kıvranarak izleme ve derin bir hayal kırıklığına uğrama hali...
Dünyaca meşhur ve süpernatürel, korku, gerilim, sci-fi roman yazımının en büyük ustası Stephen King'in filme çekilmiş romanları mesela. Gerçi izlediklerimden sadece bir tanesinde, o da en meşhur ve korkutucu olanıydı, hayal kırıklığına uğramıştım, feci şekilde.
Fakat daha sonra okumak ile izlemenin, görmek ile zihinde canlandırmanın çok derin farklılıklar barındırdığını kavrayınca, eleştirimi geri çekmiştim.
Mesela, Türkçe'ye aklımda kaldığı kadarıyla Medyum ismiyle çevrilen The Shining romanını, soğuk ve gri bir Aralık gününün akşam üzeri, evde yalnızken okumuştum. Muhayyilenin gücü ve etkisini sonradan farkettim. Stephen King, bir de Türkçeye çevrilmiş haliyle, yani düşünün, dağ eteğinde tek başına ve büyük bir evde, kış vakti bunalımları ve ailesiyle birlikte, dünyadan da bir nevi kopuk kahramanının kötülükle umutsuz savaşını naklediyor. Her anı ise okuyucu olarak siz hayalinizde, paşa gönlünüzün istediği kılık, renk, mekan ve ruh halinde, canlandırabliyorsunuz.
Hayalinize kuvvet !
Mesela kahramanımız, o kapısı açılmaya cesaret edilmeyen, loş, karanlık ve ürpertici odaya giriyor nihayet.
Birden kendisini rengarenk bir ortamda ışıklı, kalabalık ama korkutucu sonuçlara gebe olacağını hissettiğiniz tedirginlik sinyali veren bir cümbüşün ortasında buluyor. Ve birileriyle konuşuyor, hayal ediyor belki, ve siz de anlatımla birlikte duble hayal kurmaya itiliyorsunuz Stephen King'in büyüleyici ve ürpertici kelime oyunlarıyla...
Ama film de ise, o kısım gösterilirken, okurken hayalinizde canlandırdığınız o ambiyansa hiç te rastlamıyorsunuz. Müzik var, rengarenk ortam, kadın erkek dansediyorlar, falan...
Eee?
Yani burada gizemli konuşsalar ne olur, suskunluk hakim olsa ne yazar!
Zira siz romanı okudunuz, hayalinizi kurdunuz, ürpertisini yaşadınız ve umduğunuz da elbette standardın ultra üzerinde.
Mesela romanda o ''şey'', kahramanımızı itiyor.
O anı siz Stephen King'in bizzat kendi kelimeleriyle nakledemeyeceği biçimde, ondan da etkili ifade edebiliyorsunuz kendinize, ama hayalinizde.
Film de ise kahramanımızı oynayan çok başarılı aktör Jack Nicholson'un o ''şey'' kendisini iterken ki hareketlerine ben kahkahalarla gülmeye başlamıştım. Zira adamcağız, sadece bir ses duyuyor( yani '' şey'' görünmüyor maalesef ama itme efekti var) ve, ya geriye parende atıyor, ya yana devriliyor vs vs.
Oysa romanın o kısmını okurken hiç te kahkaha atmamıştım!
Bir de, hortlak filmleri var. Ne yapılsa, mutlaka faça veriyor. Türkiye'nin demokratikleşme çabaları gibi ( mesela, bir zamanlar ülkede!).
Örneğimizde rejisör çekimi havadan yapıyor. Otomobil, kıvrıla kıvrıla, yem yeşil ağaçların arasından giden bir yol üzerinde, evet bildiniz, ıslak-nemli bir hava ve de hafif alacakaranlığa girerek tırmanıyor.
Aniden, önünüzden bembeyaz sabahlıklı, ve elbette genç ve güzel bir kadın, SANKİ geçiyor.
Fren ki, hem de nasıl!
Şaşkınlık içersindesiniz.
Adrenalin, tedirginlik, ne oluyor, acaba....?
Büyük bir ihtiyatla gaza basıyor, daha da ağır aksak sürüyorsunuz, veee, karşınıza yine çıkıyor beyaz giyinmiş huri.
Neyse, daha sonra, işte o neredeyse terkedilmiş eski madenci kasabasının ana caddesine tam da alacakaranlıkta giriyorsunuz.
Bar-pub ların bazılarının kapıları, çarpıyor gibi.
Cadde'de tedirgin edici bir ıssızlık ve elbette yerden havalanan bir kağıt parçası ya da diken yumağı...
Tabii ilaveten epeyi bir korku efektiyle gerçekten de çoğu başarılı olan ( bence) çekimler.
Fakat örneğimizde rejisör senaryoyu uyguladığı için, kesinlikle çuvallamak zorunda.
Zira filmde çok sayıda hortlak var ve bir müddet sonra da aralarında toplantı falan yapmaya başlıyorlar ve artık siz de bu hengameyi izlerken muhtemelen oflayıp puflamaya başlıyorsunuz.
E şimdi, hortlak neye benzer, yani nasıl bir muhteremdir, tipi falan?
Yani birilerinin makyaj ve giyimle hortlağa benzetilmeleri yetmiyor, onlar gibi davranmaları, konuşmaları falan gerekli.
İyi de, rejisörün elinde hortlak fotoğrafı, biyografisi, hatıra defteri, ya da böyle alengirli mevzunun hani bilmem kaç yılındaki görgü tanıkları veya ne bileyim işte poliste, okullarda kayıtları vs yok ki, tariflerle ona uygun makyaj-kostüm gibi ne gerekiyorsa ısmarlasın, skeç provaları yapılsın falan...
Velhasıl, suratları Bülent Ersoy'un stiline rahmet okutan yoğunlukta makyajlı bir grup, gır gır ses tonları ve kıyafetleriyle bizim gibi konuşuyorlar, işte mutad akibet bu!
Yani bir de bu türün Yeşilçam muadili ve de versiyonlarını izlemek vardı.
O açıdan şimdilik kendimi pek te şanssız addetmiyorum ama yanılıyor olabilirim, belki de stres atmaya bire bir olurdu, kim bilir...

Tuesday 4 January 2022

Avşar ve Afşin

 Önce Avşar'dan başlayalım: Bu gün, çalışma dışı, Barthold'dan alınma ve defterim'de kayıtlı, ilgilenenlerce önemli sayılabilecek notlar paylaşayım,

Kaynak: p.120 ,''Turkistan Down to Mongol İnvasion’’, W.Barthold.

Avşar  köyü: 

'' İn Maqdısi, also we find some names which are not mentioned by the other geographers , namely, Awshar, ( a big village with many gardens , on the frontier of the Turkish territories ) ''

Barthold , başka coğrafyacılarca bahsi edilmeyen bazı isimlerin Maqdisi'de bulunduğunu naklediyor. Maqdisi, ya da Al-Muqaddasi, 900 yılları içerisinde yaşamış ve ölmüş, meşhur Arap coğrafyacı.

Şimdi biz asıl gelelim, Transoxiana, yani Maveraünnehir de, Türklere çok yakın olan, Ferghana hattı olmalı, yerde bir köy, ya da irice ve bir çok bahçesi olan bir yerleşim merkezinin ismi Avşar.

Dikkat edin ilgilenmek isteyenler, Kürdçe ile Persçe farkına:  

Av Şar...

Persçe ise Ab Şahr, olurdu.

Barthold, açıkça Kürdçe formunu vermiş kelimenin.

Üstelik bu isme çok uygun bir tarif te var: ''Türk bölgelerinin en önünde, tam sınırında ve de bahçelerle kaplı büyük bir köy'' diyor.

Yani su ve doğal etkileri ile bağlantılı bir isim bu Avşar.

Anadolu'da ise akla ilk gelecek olan, bol bol lafı edilen Afşar Türk aşiret veya boyu!

İyi hoş ama bu Avşar,  Av, ‘’su’’  ve Şar, ‘’şehir, ülke’’ ile yazılmış ve belli ki Kürdçe.

Olmuş Türk Afşar veya Avşar aşireti!

Bu kelimenin Türkçe anlamı yok. Gerçi bazı aşiret isimleri, o aşiretin baskın etnik formasyonuna ait lisandan olmayabilir.

Geçmişte bunun bazı örnekleri de var.

Ama bu Orta Asya köyü, o zamanlar  sahipleri olan farklı İrani halkların yaşadıkları büyük bir ülkeydi.

Yani isim kesinlikle Kürdçe.

İkinci bir not ise meşhur Afşin, p.210-211:

Barthold’a göre 800 yılları artık Transoxiana'nın Müslümanlara boyun eğdirilmesinin tamamlanması süreci oluyor. İşte 821 yıllarında Ushrusana/Uşrusan havalisine boyun eğdirmek için Araplar bir ordu gönderiyorlar.

Bölgenin prensi ise Kawus.

Kawus'un oğlu Haydar meşhur birini öldürüyor. Önce bölgesel Arap hükümetine sığınıyor ve sonra da Bağdad'a kaçıyor.

Uzun hikaye, Kawus'ta Bağdad'a gidiyor, Müslüman oluyor ve bölgeye vali tayin ediliyor. Öldükten sonra da yerine oğlu Haydar geçiyor.

Ve müteakiben Bağdat hilafet dairesinde çok önemli bir soylu ve asil olarak kabul görüyor. Haydar daha sonra da Afşin ismini kullanmaya hak kazanıyor.

Bu isim Ushrusana/Uşrusana prenslerinin ünvanı.

Dahası 838 de meşhur Kürd Bavık/Babek isyanını bastıranlar arasında ve Bavık/Babek'i teslim alıp celladı halifeye teslim eden de işte bu Afşin'di.

Ve 841 yılında da Islama yaptığı hizmetlerden dolayı adeta alay edilircesine ölüme mahküm ediliyor Halife tarafından.

Yani nereden bakılsa, Islamiyete geçip Islam ve Araplar için kendi soydaşlarını da zorlayan ama karşılığında hizmet ettiği halife tarafından 755 de çağrıldığı ziyafette öldürülen Kürd Abu Müslimi Xorasani gibi!

Ve aynen Abu Müslim gibi, bu Afşin neler yapıyor Araplar ve Hilafet için, neler neler...

Ve aynen Abu Müslim gibi, Afşin’de uğruna neler neler yaptığı Arap-Hilafet tarafından 841 yılında ölüme mahküm ediliyor.

Bilin bakalım bu haramzade'nin üzerindeki lanet, kimlerin feryatlarının ürünüydü?