Bu başlıklı ve Halil İnalcık'a ait makale ya da kitabı yıllar önce okumuş ve bazı notlar almıştım. Aslında Türk tarihçiliğinin duayen ismi olduğunu da makaleye başlamadan hemen evvel okumuştum. Bilgim yoktu kendisi hakkında ve heyecanlanmıştım da biraz, ne de olsa yaşayan en büyük Türk tarihçiyi okuyacaktım.
Tük tarihçilerin kendilerini Anadolu Türk tarihi gibi müthiş zevkli ve karmaşık alanda uzmanlık yerine, Türk nasyonalizmine yakıt sağlama hususunda daha bir azimli olduklarını artık öğrenmiştim. Fakat, en azından duayen isim Halil İnalcık'tan az da olsa daha dikkatli ve profesyonel bir yaklaşımı beklemek de hakkımız okuyucu olarak.
Kararı okuyucu versin.
Aldığım notlar fazla değil belirteyim, seçmece, biliyorum okuyucu çabuk sıkılıyor. Sayfalardan dikkatimi çeken belirlemeler üzerine yorumlar yaptım:
s.28 : Halil İnalcık Kabusname'nin ( 1382) Germiyan beyi Süleymanşah'ın (1368-1388) isteği üzerine Şeyhoğlu Mustafa tarafından Türkçeye çevrildiğini yazıyor.
Bari bu Türkçe çeviriyi bize bir takdim etseydi Halil İnalcık!
Yok.
Daha sonra tercümenin yetersiz bir Türkçeyle çevrildiğini Sadeddin Buluş söylemiş.
Tamam.
Nerede bu yetersiz de olsa , Türkçe çeviri ?
Yok!
Ayrıca, ismi Kürdçe Germiyan olan bir beyliğin liderinin, Farsça bir eseri, o zamanlar Germiyan hanedanı ve teba vatandaşlarca nasıl ve ne zamandan beri konuşulduğuna dair TEK bir belge bulunmayan Türkçeye çevrilmesini istemesi normalmidir ?
Bu beyanımın temeli var. 1330 başlarında Anadolu'da bulunan meşhur Mağripli seyyah İbn Battuta'nın notları, dönemin en önemli ana kaynaklarının başında geliyor. Kendisine Kütahya ziyaretinde Germiyanların Yezidi oldukları söylenmiş.
Eh, artık hem Germiyan, hem lideri Alişer, hem de Yezidi isimlerinden bir Oğuz Türkmen aşiret ve beyliği çıkmaz ama, Halil İnalcık elbette farklı yorumlar yapabilir.
Konuya dönersek, Kabusname'nin ( başlığın da Türkçeyle alakası yok elbette) üçüncü çevirisi ise Osmanlı Beyi Emir Süleyman (1402-1411) yakınlarından Hamza bey emriyle yapılmış.
Eserin dördüncü çevirisi ise Mercimek Ahmed'in Osmanlı Sultan'ı II.Murad'a sunduğu çeviriymiş.
Halil İnalcık'ın naklettiğine göre Ahmed, Kabusname'yi II.Murad'ın elinde görmüş; Sultan, '' içinde çok yararlı şeyler ve öğütler vardır, ama Fars dilindedir, bir kez Türkçeye çevrilmiş ama anlaşılır değildir, biri yeniden çevirse'' dileğinde bulunmuş; bunun üzerine Mercimek Ahmed, eseri yeniden açıklamalı biçimde çevirmiştir ( 1431-1432) (Eser daha sonra 1705 te bir daha çevrilmiş).
Burada bazı ilginç anlatımlar var, ne desem ki, çok enteresan.
Burada bazı ilginç anlatımlar var, ne desem ki, çok enteresan.
II.Murad kitabı okuyor ve içinde ki çok yararlı şeyler ve öğütlerin farkında(imiş).
Kitabın daha evvel üç defa Türkçeye çevrildiğinden ise haberi yok !
Niye haberinin olmadığı zaten başlı başına bir muamma.
Ve, II.Murad eserin Türkçe'ye ilk defa çevrildiği (!) ve onunda pek anlaşılmaz olduğunu söylüyor.
O zaman Sultan II.Murad, Yani Fatih Sultan Mehmed'in babasının, Farsça yanında asıl Türkçeyi de çok iyi bildiğini anlıyoruz. Zira tercümenin hatalarının da farkında, ve lisanın bozuk olduğu ve Farsça orjinaline uymadığını da görüyor.
Eh yani , şimdi bu durumda hem Osmanlı, Türk/Türkmen, Orta Asya Oğuz boyundan, Alp Arslan'ın soyundan ve de Türkçeyi çok iyi bilen Sultan II.Murad'dan devlet idaresinin resmi dilinin, tüm yazışmalar ile vezir kesme ritüellerinin, saray muhabbeti konuşmalarının falan Türkçe olmasını beklemek hakkımızdır, değil mi ama !
Ne gezer!
Farsça.
Üstelik mahkemelerde de Arapça söküyor.
Yani Islam fıkhı geçerli ve Osmanlı devlet idaresinde de, Anadolu Rum'da ( Anadolu Selçukluda deniyor) olduğu gibi, Türkçe isminde bir lisan yok ama her nedense halkı Türk ( Türkmen-Oğuz ve 22 ila 24 arasında boy) ve hanedanı da Türk, ama ve lakin resmi iki lisan Farsça ve Arapça!
s.48 : Halil İnalcık,1150-1214 tarihlerinde yaşayan Gence'li meşhur Nizami için, Azeri tabirini kullanıyor.
Yani işin aslı Halil İnalcık bunu yazarken, her ne kadar Türk tarihçilik geleneğine uygun davranmış olsa da, abartmayı az boyutta tutmalıydı. Makale ve değerlendirmelerini Türk nasyonalistleri haricinde birilerinin de okuyabileceğini düşünmeliydi.
Mesele şu, acaba o zamanlar, 12. yüz yıl da Halil İnalcık'ın iddia ettiği gibi Azeri isimli bir etnisite varmıydı ?
Dahası adını verdiği ve Nizami'nin memleketi Gence , Şaddadi Kürd devletinin başkentiydi.
Bu devlet 1080 yıllarında mevcuttu, hatta Ani kısmı 1199'a kadar da gitmişti ( Wikipedia da bile yazar).
Nizami ise annesinin bir Kürd asilzade soyundan olduğunu kendisi gururla naklediyor. Ama elbette duayen tarihçi Halil İnalcık'a göre muhtemelen Kürd isimli bir etnisite bulunmadığından, Nizami'nin de Kürd olması imkansız. Bu durumda kendisi de Nizami için en makul etnisite olarak Azeri mensubiyetini seçmiş.
Ah bir de çağı uygun olsaymış!
s.50 : Özel olarak belirtmeye hacet yok, Halil İnalcık'a göre Germiyan bir Türkmen uc beyliğidir!
Anadoluda her Müslüman ya da Arabi isimliyi Türk ilan etmeye yeminli görünen Claude Cahen bile Halil İnalcık'tan daha insaflıymış.
Pre-Ottoman Turkey, Osmanlılardan Önce Anadolu başlıklarıyla İngilizce ve Türkçeye çevrilen kitabında, Germiyan'ın Kürd-Türkmen karışımı olduğunu yazıyordu ( kendisi eseri yazmadan evvel Türkiyeye gelmiş galiba ve tahmin edileceği üzere beyni yıkanmış ve Germiyan için Kürd'ün yanına Türkmen ibaresini yapıştırmak zorunda kalmış görünüyor).
Oysa bizzat Claude Cahen'in kaynağı İbn Batutta etraftaki Türkler ve ahalinin ''Jarmian'' için Yezidi dediklerini naklediyor, kendim de okudum zaten.
Bu arada, Germiyan beyliği ile şairleri ve eserlerinden bahsediyor Halil İnalcık.
Allah için şimdi cemi cümlemiz, yani en azından bir kaç, hadi bari bir adette olsa, Türkçe şiir ve düz yazı örneği umarız duayen ve Ulusal-Milli baş tarihçimiz Halil İnalcıktan, değil mi !
Vallahi o da yok.
s.55: Bu sayfada da bir yığın kızılbaş Türkmen aşireti lafı var, isimler vermiş vs.
Şaşırtıcı olansa, Halil İnalcık'ın Şah İsmail'i Türk ilan etmemesi...
Kürd olduğunu biliyor demek ki.
Ama milletin bilmediğini bilmiyor, yoksa hiç Şah İsmail'i muallakta bırakırmıydı,
uçan kuşu Türk ilan edebilecek biri.
Belki de geleneksel Sünni Hanefi Türk tepkisini yansıtıyor Şiilere.
s.59 : Burada farklı konulara giriyor Halil İnalcık. Azeri-Türkmenlerin Osmanlı payitahtında çok gözde olduklarını yazıyor. Sanatçılar, ressamlar, terziler, inşaat ustaları, gibi.
Sanat eserleri Istanbul'da yaygın olmalı. Ve bu Azeri-Türkmen sanatçılar için bir tezkirede yazılan methiyeleri naklediyor.
Şimdi işin tuhafı, bir tam sayfadan daha az yer kaplayan ve toplam 18 satırdan oluşan Azeri-Türkmenler için kaleme alındığı tarihçimiz Halil İnalcıkça iddia edilen yazıda, Allah rızası için TEK bir Azeri ya da Türkmen kelimesi geçmiyor!
Yerine , bir defa Tebriz, iki defa Rum ( birinde parantez içinde Anadolulu Türk ibaresini vermiş ) ve sekiz defa da Acem ibaresi var.
Belli ki Osmanlı döneminde bu methiyeyi kaleme alan yazar, niteliklerinden bahsettiği bu Acemlerin yarın bir gün Halil İnalcık tarafından Azeri-Türkmen ilan edileceklerini bilse, hayretler içersinde kalacaktı.
Belli ki Osmanlı döneminde bu methiyeyi kaleme alan yazar, niteliklerinden bahsettiği bu Acemlerin yarın bir gün Halil İnalcık tarafından Azeri-Türkmen ilan edileceklerini bilse, hayretler içersinde kalacaktı.
Zira o dönemde, yetmiyor Azeri, bir de Halil İnalcık tarafından icad edilen Azeri-Turkmen kategorisini duymamış olacağı da belli .
Yani öyle bir şey ki, Azeri ile Türkmen'in aynı olmadığını bile bile, yazıyor.
Resmen uyduruyor.
Maksat Türkmen olsun.
Kendisi de Türkmen değil!
Burada ya makale bitmiş, ya da başka not almamışım.
No comments:
Post a Comment