Saturday, 11 November 2017
Trabzon'dan Dersim Dujik Dağlarına Yolculuk ve Reşid Paşa’nın Kürdleri Azaltma Operasyonuna Dair Not,
1835 yılında zamanın Britanya Erzurum Konsolosu James Brant,’’Journey Through a Part of Armenia and Asia Minor, in the Year 1835,’’ başlığıyla bir makale yazmış, ve 7 Temmuz 1836 da yayınlanmış.
Aslında bunu, zamanın Britanya İmparatorluğu için hazırlanmış bir resmi rapor olarak nitelemek te mümkün.
Makale kırk sayfadan oluşuyor. Yolculuk yaptığı Anadolu ile Kürdistan’ın bölümlerinde hazine değerinde bilgiler sunuyor. Dersim bölgesi için de çok önemli hususlara değiniyor, bir kaç isim veriyor ki, bizler uzun zamandır bu bilgilere susamış biçimde tartışıyoruz.
Makalenin her satırı kıymetli; amacım esasen Kürdlerle ilgili kısımlar üzerinde, o da sadece Dersim hattıyla ilgili olarak, kısaca durmak.
Bu sebeble de Diyarbakır’dan Malatya, Sivas,Kayseri, Yozgat, Tokat vs de isimleri sıklıkla zikredilen geniş Kürd yerleşik/göçebe / yarı-göçebe aşiretlere dair notları makale dışında tutmam gerekiyordu.Zira bu husus,II.Mahmud döneminde başlı başına ele alınması gereken muazzam bir alan.
Ama kırk sayfalık makalede o kadar çok Kürd kelimesi geçiyor ki, bu sebeble bazı örnekleri en başta ve makale girişinde vermek icabetti. Bu vesileyle de konunun önemi ve araştırılmasının gerekliliğine dikkat çekmiş olabileceğimi sanıyorum.
Mesela Konsolos şöyle yazıyor Kayseri ve Kürdler için:
‘’Kayseri is the principal commercial mart in the central part of Asia Minor;its natives are remarkable for their enterprise and activity,and they are found assidously following their pursuits in the remotest corner of the empire.Of late years the importance of the place has very much declined, owing to the insecurity of the country on account of the Kurds.’’
-’’Kayseri Orta Anadolu’nun ana ticaret merkezi /pazarı durumunda. Kayserililer kayda değer ticari aktivite ve girişkinlikleriyle, imparatorluğun en ücra köşelerin de bile yılmadan işlerini takibederken görülebilirler. Son yıllarda Kayseri’nin önemi , Kürdler’den kaynaklanan güvenlik sorunları sebebiyle, iyice azaldı.’’
Evvela, Kayseri’de , etrafında yoğun bir Kürd nüfus olduğunu öğreniyoruz Konsolosun sayesinde. Çok ilginç addettiğim bir hususu vurgulamak istiyorum.
Konsolosumuzun makalesinde her adı geçtiğinde Kürdlere yönelik adapte ettiği ve rapor boyunca farkedilebilecek menfi tasvirler ,kanaatimce bir trende işaret ediyor ; mesela aleyhine berbat nitelemeler yapılan bir halk/topluluğa yönelik bu değerlendirmelerin kaynağı, başkaları. Kürdlerle hiç konuşmadığını da makalede öğreniyoruz.Mesela Yozgat-Kayseri arası arazilerin boş bırakılmasının müsebbibi olarak ta Kürd aşiretlerini işaret ediyor.Hatta öyle ki Yozgat- Kayseri arası iki defa Kürdlerin arasına düşüyor. O sırada göçebe/ yarı-göçebe Kürdler, sürüleriyle ilkbahar göçündeler. Ama bu çok negatif sıfatlarla betimlenen Kürdler, kendilerinden umulanın tersine Konsolosu soyup soğana çevirmediklerinden, bu ihtimalden çok korktuğu anlaşılan James Brant’ı hayal kırıklığına uğratmış görünüyorlar.
Konsolos, başka bir alan olan Tokat ve doğusuna doğru ve de Karadeniz’e paralel bölgeler den , Erzuruma giden dahil ,tüm bu hattın da Kürdlerin bir başka göç güzergahlarından olduğunu belirtiyor.
Mesela Niksar’dan itibaren başlayıp,doğuya doğru Şebinkarahisar, Giresun’un dağlarından Shirwan bölgesi, Gümüşhane ve dağlık alanlar ile ‘’Armenia’nın’’ merkezi steplerinde Türklerden az sayıda olmayan, ve farklı aşiretlerden müteşekkil Kürd varlığına dikkat çekiyor.( İngilizlerin Osmanlının sosyal dokusunu yorumlama trendine göre, aksi net olarak belirtilmedikçe, her Müslüman veya Müslüman sanılan, Türk telakki ediliyor gibi).
Mevsime göre de Kürdlerin bu bölgede dağlardan ovalara,her tarafta, sürüleri için otlak aradıklarını kaydediyor.
Dolayısıyla da ortada mevcut (Kürdlerden kaynaklanan) bir güvenlik sorununa dikkat çekiyor
Ve yazarımız, Osmanlı’nın bu göçebe/yarı-göçebe Kürdler için geliştirdiği katliamların işareti ve aslında,o an itibariyle askeri operasyonların başka bölgelerde yürürlükte bulunduğunu, aşağıda ki satırlarla ima ediyor :
‘’ They are warlike,always wear arms,are addicted to plunder, and have been , until lately ,scarcely more than nominally dependent on the Sultan.İt is the object of Reshid Mohammed Pasha’s operations to reduce them to a more complete obedience.’’
-’’ (Kürdler) savaşçı, her daim silahlı, yağmayı alışkanlık haline getirmiş ve hatta son zamanlara kadar, güç bela, o da sözde olarak Sultan’a tabiydiler.Bu ise, Mustafa Reşit Paşa’nın ( zamanın en önemli elçi ve sadrazamlarından) Kürdleri ‘’sayılarını azaltarak’’ boyun eğdirme operasyonlarının amacını teşkil ediyordu.’’
Mustafa Reşid Paşa’nın Kürdleri nüfuslarını azaltarak boyun eğdirme projesi ve askeri operasyonları, muhtemel Alman hatta İngiliz, varsa diğer halklardan sağlanan lojistik ve yardım, incelenmeye değer bir konu olmalı.
Bu arada yazar, Türkmenlerden de bahsediyor, çok ilginç ve üzerinde düşünülmesini gerektirecek ölçüde dikkat çekici bir belirlemesi var: ‘’Besides the above ,there are in various parts of Asia Mİnor a few tribes of Turkomans,the remnant of the conquerors who overran the country.They still preserve their pastoral habits, and very much resemble the Kurds.
-’’Yukarıdakilerden başka,Anadolu’nun muhtelif kesimlerinde ,ülkeyi boydan boya istila edip fethedenlerden arta kalan bazı Türkmen aşiretleri de mevcut. Hala çobanlık alışkanlıklarını muhafaza ediyorlar, ve Kürdlere çok benziyorlar.’’
Türkmenlerin Kürdlere , bir de çok benzemeleri ifadesi üzerinde de durmak gerekir. Kanaatimce ‘’resemble’’ kelimesi kontekstte, hem fizyonomi, hem de gelenek ile alışkanlıklara atfedilen bir ‘’benzeme’’ tanımlamasına işaret ediyor.
Osmanlı egemenliğinde ki topraklarda Kürdlerin ,Türkmenleri, yani hem de göçebe olup geleneklerini yerleşik soydaşlarına nazaran ( eğer var idiyse) çok daha sağlam koruyabilen Asyalı bir kavmi, asimile edip kendilerine benzetmeleri biraz uzak ihtimal gibi görünüyor. Karışım elbette olmuştur, oldu da. Ama kontekste bakıldığında Türkmen ismiyle adlandırılanların , asimile olan ve Türkleşen Kürdler olabilecekleri izlenimi doğuyor.
Bu araştırma gerektiren alana da el atılması gerekiyor gibi.
Kürdlerin bizzat kendilerinin, şehirli,köylü ve göçebe ,ne denli büyük bir nüfusa sahip oldukları, tüm coğrayada bulunmaları ve yayılmışlıkları ,ve bu gerçeğin Osmanlı başta, zamanın mesela İngilteresini bile tedirgin ettiğini anlayamamaları ve kendilerini fark edebilmelerini sağlayacak politik aparatlardan yoksunlukları da dikkat çekici.
Şimdi artık Konsolosumuzun Trabzon’dan başlayarak, Lazistan’ın Batum ile Gürcistan içlerinden Ardahan-Kars-Erzurum -Erzincan ve Dersim Dujik Dağlarına uzanan kısa serüvenine, daha da kısa özetlerle bakabiliriz.
Yazar yola çıkacağı Trabzon’dan bahsederken, bize kısaca şu bilgileri veriyor : ‘’ Trabzon’da çok sayıda kilise mevcut. Camilerin neredeyse tamamı, Kiliseden çevrilme. Bunlar içersinde en ihtişamlı olanıysa, şehrin bir mil kadar batısında bulunan Saint Sophia.Dış cephesi hala iyi muhafaza edilmiş durumda. Her ne kadar camiye çevrilmişse de,Müslümanlarca pek kullanılmıyor.’’
Trabzon ‘da yaşayan 25-30,000 arası bir topluluğun bulunduğu, ve Greklerin 3500-4000, Ermenilerinse 1500-2000 arası bir nüfusa sahip olduklarını naklediyor.Kalanı ise Müslümanmış.Elbette bu rakamlar, sadece şehir içini yansıtıyor. Hristiyan olsun, Müslüman olsun, şehir sakinlerinin Avrupalılara karşı hiç te dostane davranmayıp,çok kaba,cahil ve bağnaz olduklarını yazıyor.
Trabzon’dan Avrupa’ya ‘’ tütün, bal peteği, fındık,bal ve kırmızı fasülye ( barbunya olmalı),’’ ihraç ediliyormuş.
Yazarımız gemiye biniyor ve ‘’Yomurah, Sürmenah, O’f, Rizah ve Lazistan’ı’’ geçiyor. İsmi geçen yerleşim alanlarının, O’f haricinde, Lazistan adı altında zikredildiği,ve halkına da Laz dendiğini , O’f’luların ise Lazlardan farklı gelenek ve alışkanlıklara sahip olduklarını anlatıyor.Yazar bir sonraki sayfada, O’f’un sahile kıyısının az olmasına rağmen, iç taraflar da çok geniş bir alana yayıldığı, Joruk’a ( Çoruh olmalı) kadar uzandığını naklediyor.Bu halkın alışkanlıklarının Mora’nın Maina bölgesini andırdığı, ve aileler arasındaki kan davalarının babadan oğula geçtiğini, varlıklı ve güzel kasabalarda,dağlık arazilerde yaşadıklarını, aslında barışçıl olduklarını ,işleri güçleriyle uğraştıklarını belirtiyor.
Konsolos James Brant, Batum’dan , Ardahan’a doğru yola koyulduktan sonra, tanıştığı ve gözlemlediği Gürcülerin güzel görünümlü insanlar olduklarını, bölgelerinde hiç Türkçe konuşulmadığını naklediyor. Lazlardan da bahsediyor. Ve muhtemelen dağları gerisinde bırakarak ağaçsız bir bölgeye ulaşıyor. Burada ‘’Armenia’’nın yer altı evleri ve sakinleriyle karşılaşıyor.Bu halkın sadece Türkçe konuştuğu ve Ermeni soyuna ait olduklarını yazıyor.
Ruslarca tahrip edilen Ardahan’ın da evlerinin yer altında olduğunu hayretle öğreniyoruz. Daha sonra,ulaştığı Kars’tan yola çıkıyor.Son savaş öncesi Ermenilerin etrafı büyük ölçüde boşalttığı ve Ruslarla birlikte gittiklerine değinen yazar, Kars sonrasında da bir çok köy gördüğünü, bir tanesinin Ermeni, kalanın ise Türk olduğunu naklediyor.
Erzurum Pasinler düzlüklerinde yerleşik bazı Kürdleri görüyor.Bunlar, bulundukları noktadan öteye göçmüyorlarmış, ve de saldırgan değillermiş.
1827 yılında nüfusu yaklaşık 130,000 gibi büyük bir nüfusa sahip olan Erzurum ise, Rus işgali sonrası, yazarın ifadesine göre 15,000 civarına düşmüş. Bir çok Ermeni Erzurum’u terkedip, Ruslarla gitmiş.
Yazar elbette Kürdlerden bahsetmiyor. Zira okuduğum hemen tüm uzman Batılı akademisyenler ile görevlilere göre, şehirli Kürd pek bulunmadığından, Erzurumun Rus işgalinde en büyük zararı gören kesiminin, Ermeniler dışında, Kürdler olabileceği hiç te hesaba katılmıyor.
Konsolos Brant , Temmuz ayı başında, ‘’Meme-Khatun’’ nehrinin Kara Su ile birleştiği mıntıka da kurulu Tercan etrafına geliyor. Yazara göre bu sulak ve verimli düzlükte 40 kadar köy bulunuyor ve tamamı da Türkmüş. Aralarında tek tük Ermeniler varmış.
Ve nihayet geliyoruz Tercan ile Dersim ve Dağlarına.
Çok önemli bir toponym, dağ ismi veriyor yazar, evvela İngilizce pasajı aktaralım:’’ The people complained much of the predatory conduct of the Kurds , who live in the Dujik Mountains , which border the plain on the south, to whom they attributed the desolate state of the country .No cattle can be left out at night;all grain reaped must be housed before night, for both cattle and grain found in the fields are carried away by the Kurds.’’
-’’Vatandaş, ovaya ( Tercan) güneyden sınır Dujik dağlarında yaşayan ve bölgenin perişan halde bulunmasının müsebbibi gördükleri Kürdlerin yağmacı davranışlarından şikayetçiydi.Sığır gece dışarıda bırakılamazdı;hasadı yapılmış tahılın tamamı gece olmadan depolanmalıydı, yoksa dışarıda bulunan bütün tahıl ve sığırı(davar) Kürdler kapıp götürürlerdi.’’
Bir başka paragrafta, Tercan-Erzincan arasındaki ovaya karışan ve kuvvetli geçitleriyle kolaylıkla korunma sağlayan dağın da, Dujik dağlarının bir parçasını oluşturduğu ve burada da Kürdler in yaşadığını naklediyor. Ve devam ediyor:
‘’Dujik Dağlarında sadece,kışın köyde oturan ve tarımla uğraşan Kürdler yaşıyor(...) Sultan’a hiç bir katkıda bulunmuyorlar.Öte yandan da rastladıkları her yolcuyu katkıya zorlama (soyduklarını ima ediyor) fırsatını kaçırmıyor, ve komşularını sürekli yağmalama alışkanlığını da sürdürüyorlar.Çok güçlü iki aşiret ismi veriyor, biri Şah Hüsein ve diğeri de Balabanlı.
Konsolosa verilen bilgiye göre, her biri, 4000-5000 arası adamı, çoğu yaya olmak üzere, alana sürebiliyor bu iki Kürd aşireti. Güney taraflarında yaşadıklarından dolayı her hangi bir detayına vakıf olmadığı bir çok aşiretin daha Dujik Dağlarını mesken tuttuğunu naklediyor.
Dujik Dağı, Konsolosun verdiği haritaya bakıldığında Arapgir ile Keban’ın doğusundan başlayan, kuzeyden Karasu tarafından boydan boya adeta paralel sınırı çizilmiş,Eğin, Kemah, Erzincan ve Tercan’ın güneyinde uzanan bir silsile. Tercan etrafında Karasu ile birleşen Mamakhatun ( haritada böyle yazıyor) ırmağı da, Dujik Dağın’dan yola çıkıyor. Dağın yeni ve mevcut ismini bilmiyorum.İşte tam kuzey doğu ucunda, Tercan atrafındaki ovaya güneyden bakan kesiminde, yukarıda da belirtildiği gibi,Şah Hüsein ve Balabanlı aşiretleri yaşarmış.
Dujik ismi/kelimesinin etimolojisininden evvel, dağ silsilesi ve ismi geçen aşiretlerden Balaban’ı kısaca tartışmak istiyorum. Burada Balaban isminin aslen Balawan olması gerektiğine dair düşüncelerimi paylaşacağım.
Osmanlıca bazı belgelerde Balaban biçimi tercih edilmiş. Zira Türkçe olduğuna inanılmasının, muhtemelen Osmanlı hanedanına Türk soy seceresi biçme’de ufak’ta olsa bir katkıda bulunacağı hesab edilmiş olunmalı.
Halbuki, kelime Persçe görünüyor.
Bu karmaşa, Persçenin Osmanlı kuruluşunu müteakip, ve uzun süre resmi lisan olmasıyla doğrudan alakalı.
Balaban isminin sonuna, Türkçe +lı takısı ilave edilmiş ki, kelimenin Türkçe olmuşluğu duble tescillenmiş olsun. Gerçi James Brant konuştuğu Osmanlı görevlileri ile Türkler ve Ermeniler yerine, Balaban+lı ismini bu aşiret mensubu bir Kürde sormuş olsaydı, alacağı cevap, Balaban(Balawan) ya da Balabani (Balawani), olurdu... Balaban+lı değil.
Ama, belli ki Osmanlı yönetimleri, İttihatçılardan bir asır evvel bile kelimelerle , toponimle oynuyormuş.
Şimdi bu durumda Balaban’ın sırrını çözmek için evvela bir Bala kelimesine bakalım.Bu kelime hem Persçe, hem de Kürdi de aynı.
Bala ; up (yukarı), upwards( yukarıya doğru), on high (yüksek yerde) . Avestan ,’’barezah= height ( yükseklik.)’’
Türkçe’de ise, Bala:ETü bala, kuş ve hayvan yavrusu < çoc ,
Balaban kelimesinin yukarıda da belirttiğim gibi muhtelif sebeblerle Türkçe olduğunu iddia edenler mevcut . Fakat kuş yavrusu ve çocuk anlamına gelen Bala’nın sonunda ki +ban , açıklanamıyor. Dolayısıyla Balaban’ın Türkçe olduğu iddialarını tamamen bir tarafa itiyoruz.
Belirleme yapabilmek için de, +ban soneki/kelimesinin anlamına bakmamız gerekiyor..
Ban, Persçe’de ‘’keeping ( tutmak,elde tutmak, muhafaza etmek vb.)’’ ile ‘’managing ( idare etmek,yönetmek, yola getirmek vb),’’ anlamlarını veriyor eklendiği kelimelere.
Elimizde şöyle örnekler var ; shutur-ban ‘’ a camel-man ( deveci) ; bagh-ban ,’’ a gardener ( bahçeye bakan, ya da bahçevan- bu Kürdçedir).
Dolayısıyla Balaban Persçe’de ‘’yukarıyı, üstü tutan, yukarıyı idare eden, elinde bulunduran ,bakan’’ gibi anlamlar verebilir.
Ve Persçe’de Balaban kelimesi için ‘’kartal’’ anlamı verilmiş.
Kürdçe’de ise , Persçe +ban’ın karşılığı, +wan kelimesidir ve, ‘’ a keeper (tutan,elde tutan, muhafaza eden, bulunduran vb.) yanında bir de ‘’pertaining to ( ile mahsus olmak, ait olmak, alakalı olmak,münasip olmak vb.) anlamlarını kelimeye yüklüyor.
Mesela Türkçe’de bulunan ve sözlüklerde Persçe ilan edilen , aslında Kürdçe olan kelime, Bahçevan da olduğu gibi. Bahçe kelimesine +van soneki geldiğinde , bahçeye bakan, elinde bulunduran, yöneten, tutan vb.,anlamlarını sağlıyor.
Bir başka örnek olan Derge, ‘’kapı, kapı önü,bahçe kapısı’’ kelimesine +wan geldiğinde, Dergewan ,’’ gate keeper= kapıcı,’’ anlamını veriyor.
Yine, Ga , inek demek. Ga+wan , gawan ise ‘’sığır çobanı’’ hatta Amerikan tabiriyle ‘’cowvoy-kovboy- sığırtmaç’’ anlamını veriyor. Aynı kelimenin Persçesi ise Ga+ban, Gaban oluyor.
Yukarıda verdiğim Persçe ile Kürdçe arasındaki farka istinaden, bu kelimenin orjinalinin Persçe formu Balaban değil, Kürdi olan Balawan olması gerektiği, ve kayıtlara yanlış geçtiğini söylemek mümkün görünüyor..
Asimilasyon sebebiyle unutulmuş bir yırtıcı kuş ismi, hatta Türkçe ve Kürdçe’de de bulunan Arapça eşkiya kelimesinin yok olmuş Kürdçe bir karşılığı da olabilir.
Mamafih,hangi lisan olursa olsun, tüm Dersim yanında Balaban aşiretinin de Kürd olduğunu bizzat yazarımız 1835 yılında bu aşiretin mensupları olan Kürdleri sürekli şikayet eden Türklerin , Osmanlı yönetimi ve de muhtemelen Ermenilerin ağzından naklediyor.
İsmini dağa veren ( James Brant’a göre sıra dağ) Dujik ise hali hazır da kutsal figür ve ismi muhtelif versiyonlarla söylenen ‘’Bawa Duzgı’’ nın orjinalidir.
Etimolojisinin tesbiti ise Balaban’a kıyasla daha az zahmetli görünüyor. Kelime kesinlikle Tujik. Osmanlıca, Türkçe ile Arapça alfabenin kullanımında bizzat Persçe’de ve hatta Kürdçe’nin de kendisinde T/D ses ile harflerinin yazımında karışımları söz konusu olabiliyor.
Yani Tuj/Duj, ( hatta hemen aşağıda görüleceği gibi Tej / Tij) aynı kelime.Zaten telaffuz’da da belirgin bir farklılık yoktur.
Tuj , kurmanci Kürdçesinde şu anlamları veriyor: 1) sharp (knife) , ‘’ keskin( bıçak keskinliği gibi,) ; 2) hot,spicy ( baharat acısı,baharat) ; 3) severe ( sert, haşin, şiddetli ; fazla ciddi; kasvetli).
Ayrıca Zazaca’da ‘’tün ‘’, Hawrami’de ‘’tej’’, Sorani’de ise ‘’tund’’ ile ‘’tij’’ formları mevcut.
Soane ise Tuj yanında Tij formunu da veriyor.
Tuj kelimesi , +ik takısıyla Tujik formunu alıyor. Takının kendisi, aidiyet, bağ ve mensubiyet ile +nin anlamlarını ‘’appertaining to ; of ,’’ sağlıyor.
Burada dikkat edilmesi gereken, +ik sonekinin küçültme sıfatı olmadığıdır.
Tujik kelimesi anladığım kadarıyla dağın haşin, yer yer bıçak gibi keskin ve sarp kayalıklara, sahip olduğuna vurgu yapıyor.
Sarp anlamını veriyor gibi.
Hatta kanaatimce Dujik Dağında bulunan kutsal mekan Bawa Duzgi ( orjinali Dujik/Tujik olmalı bundan sonra) için Dersim’de Kırmancki ( Zazaki / Dımıli) lisanı/lehçelerini konuşan Kürdler,Dujik Dağına veya aslında Bawa Dujik’in kutsal mekanının olduğu Dujik’te ki sarp ve haşin kayalık alanı, ‘’Kemere Duzgı ‘’ , yani ‘’Duzgi kayalığı, Duzgi taşı ‘’ biçiminde anıyorlar.
İsmi Tujik/Dujik iken , asimilasyon sonucu,Duzigi-Duzğı-Duzgın ve giderek iyice Türkçeleşmiş ve hatta Düzgün biçimini dahi almış olan kelimede ki karmaşanın sorumlusu elbette halkın kendisi değil.Bu insanların tarihleri, inanç ve lisanlarıyla bağlarının kopartılması uğruna dağlardaki bir küçük pınara varıncaya kadar, tüm toponiminin ısmarlama ve uydurma isimlerle değiştirilmesi, problemin kaynağı görünüyor.
Bazı tekrarlarla birlikte toparlamaya çalışayım.Etimolojik çalışmaların zorluğu ve de bazen hiç bir olumlu sonuç vermeyeceği de biliniyor.Her derde deva bir reçete olmadığı da. Ama burada, Tujik’te olduğu gibi, sağlam kaynaklarla üzerine rahatlıkla belirleme yapılabilecek bir kelime mevcut. Balaban ise, üzerinde ‘’ideolojik’’ projeler yapılmış ve oynanmışlığı, kelimeye eklenen +li Türkçe sonekinden de belli oluyor esasen. Ama yine de, Balaban’ da Persçe +ban sonekinin mevcudiyeti , kelimenin orjinal formunu tartışabilmemizin önünü açıyor.Bir de çok büyük önemi haiz 1836 tarihli Britanya İmparatorluk devlet raporu mevcut elimizde.
Netice itibariyle Balaban şahsında , Dersim ve geniş bir coğrafyadaki ki Alevi Kürd aşiretlerini Türkmen adı altında tanımlayan projeler ve söylemlerin gerçekleri yansıtmadığını da farketme imkanımız doğmuş oluyor. Her kim ki Dersim’li bir aşiret mensubuysa, Britanya İmparatorluk devlet raporunda da zikredildiği ve kaydedildiği gibi, belli ki Kürd görünüyor.
Sadece Dersimle sınırlı değil, makalenin nakletmediğim bölümlerinde de aynı sonuçla karşılaşmak mümkün.
Burada dikkat çekici bir noktayı da belirtmem gerekiyor.
Dersim ismi , makale/rapor’da hiç geçmiyor. Sadece Dersim değil, Munzur Dağları ismi de yok.
Şehir, kasaba, ırmak ve Tujik/Dujik başta, dağ ile Balaban ve Şah Hüsein isimli iki Kürd aşiret isimi geçiyor. Dujik Dağların da daha çok sayıda Kürd aşiretlerin varlığı naklediliyor.
Öyle anlaşılıyor ki Konsolos Brant, hiç bir Kürdle, aşiret lideri, dini temsilci , veya sıradan vatandaş olmak üzere, görüşmemiş.İşte kanaatimce bu sebeble de notları ve raporunda Dersim ile Munzur isimleri yanında, Kürdlerin inançlarına dair de tek bir bilgi kırıntısına rastlanmıyor.
Munzur ismi geçmediğinden, bu isimle anılan dağ silsilesi de Dujik olarak kaydedilmiş görünüyor.
Kürdler hep negatif tasvir edilerek , devasa ve yerleşik Balaban ve Şah Hüsein gibi aşiretler, sıradan davar ve buğday hırsızları düzeyinde ele alınmış.Yozgata kadar tüm göçebe/yarı-göçebe ve davar/sığırlarını otlatmak için aileleri ve çadırlarıyla gezinen Kürd aşiretleri de kap kaççı, hırsız sıfatlarıyla betimlenmiş.
Kürdler arasında , hele o dönemlerde namlı soyguncu, hırsız, eşkiyanın her türünün olduğu zaten biliniyor.Ama bu negatif sıfatlar, sadece Kürdlere mahsus değil di sanırım.
Ama her şeye rağmen, bu tür kaynakları okuyup, üzerine değerlendirmeler yapabilmeyi hayal bile edemezdim, son beş yıl öncesine kadar.
Bu sebeble, bir asır evvel ölmüş James Brant’a da, raporunu okuyucuya orjinaliyle oynamadan sunanlara da şükran borçlu olduğumu belirtmeliyim.
Kaynaklar:
-James Brant,Journey Through a Part of Armenia and Asia Minor, in the Year 1835,
-Kurdish-English Dictionary,Michael L.Chyet,
-Grammar of the Kurmanji or Kurdish Language, Elly Bannister Soane,
-Redhouse İngilizce-Türkçe Sözlük,
-Persian Grammar,A Concise Dictionary English Persian by Le Strange, G.
-Redhouse Türkçe-İngilizce Sözlük,
-Nişanyan On-Line sözlük,
-A Dictionary Of The Persian And English Languages by Fazl-i-ali, Maulawi,
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment