Saturday, 11 November 2017

Cem ve Cem Evi İle Pir Sultan Abdal Alevi Dünyasının Orjinal Kavramlarımı?



Re/Rea Yol inancı/Alevilik'te geçen yüz yıl, hatta Cumhuriyetten önce, mesela Sivas-Malatya-Yozgat-Dersim-Antep-Maraş-Çorum ve bir çok bölgede , 'Cem' ve Cem Evi  gibi kavram ve kurumların mevcut olup olmadığının  sorgulanması gerekiyor.
Diğer bir deyişle , sorgulanması gereken bu iki isimle ifade edilen kurumlar  ve ritüeller değil.
Cem ve Cem Evi isimleri varmıydı ?
Yoksa birilerince sonradan mı icad edildi ve asılları unutturuldu?
İkinci şıkkın doğruluğunu kısaca tartışacağız.
Hele bir de cem kelimesinin anlamını öğrendikten sonra.

Cem kelimesi Arapça ve Ferit Devellioğlu Osmanlıca lügatine göre aşağıdaki anlamlara geliyor :'' l . toplama, yığma. 2. birden fazla insan, hayvan ve eşyayı gösteren isim. 3. a. gr. çoğul.''

Bunlara tek tek bakalım, 

1-) Toplama ve yığma. 
Yani, evinizin önüne, varsa deponuza , toprak veya gübre, veya buğday vb yığabilir, tavukları da kümeste toplarsınız. Velhasılı bunları cem  edersiniz.

2-) Birden fazla ve insan dahil her hangi bir şeyi gösteren isim.
Mesela ''elimde şu an ceman  beş adet bilet var'' gibi. Mesela ''meydanda yüz kişi cem oldu,''  gibi.

3-) Gramer'de çoğul anlamında . Mesela, ''uyutulan''  kelimesinin cemi, ''uyutulanlardır''.

Ayrıca cami de aynı kökden gelir.

Bu kelimede  Alevilerin inançları gereği zaman zaman oluşturdukları  özel amaçlı bir topluluk ile   huzurunda  semah dönmek, mensupların muhakemesi, anma ve dini ritüellerinin pratiği  ve muhtelif  toplantılarını  çağrıştıran, tarif eden , o tariflere yönlendirecek anlamlar pek görünmüyor.

Oysa  yine Arapça kökten gelen cemaat kelimesi,  sosyal, dini , kültürel ve ekonomik aktivitelerinde insanların bir araya gelmelerini esas alıyor :''1. insan toplulukları. 2. imamın arkasında namaz kılanlar. 3. bir mezhepten olan topluca halk,'' anlamlarını veriyor.

Dolayısıyla yukarıda  zikredilen ve  cem ile aynı kökten gelen cemaat kelimesinin , Alevi Re /Yol inancının sosyal dokusunu temsil eden belli başlı aktiviteler, yani  ''insanların bir araya gelmeleri, inanç ve ritüelleri,''  göz önüne alındığında, cem kelimesine kıyasla anlamı daha uygun ifade ettiği  farkediliyor.

Buna rağmen 'Cem' kelimesinin tedavüle sokulmasının sebebleri var elbette.

Kurmanci Kürdçesin'de Re/Yol/Alevilerin , mevcut tarifiyle  cem için bir araya gelmelerine civat deniyordu.
Civat, Arapça cemaat kelimesinin Kurmanci Kürdçesinde aldığı form olarak geçiyor aşağıda verilen  kaynakta. Bu kelimenin Arapça cemaat'in Kurmanci formu olduğuna dair lügatlerdeki yerleşik kanι tartışma gerektirebilir, ama şimdilik bu konuyu bir tarafa bırakalım.
Kırmancki/Zazaki, Dımıli ve Sorani'de ise cemat ( cemaat kelimesinin yerel bir formu) kavramı kullanılıyordu.

Michael L. Chyet'in 'Kurdish-English' sözlüğü s.92 de civat kelimesi için verilen anlamlar:
1. society (toplum, cemiyet, halk).
2. group; association; assembly (heyet, topluluk,küme; birlik, cemiyet, arkadaşlık; toplantı, meclis, kongre).
3. meeting , gathering (toplantı,birleşme,toplanma; topluluk).

Cem ve  Cem Evi kavramlarına bakınca görünen o ki,  civad ve cemat kavramları toplulukların hafızalarından kazınmış. Yerine  cem ikame edilmiş, yetmiyor , bir de ev kelimesi işin içine katılarak, 'Cem Evi' kavram ve kurumu icad edilmiş.

Civad / cemat kavram ve kurumu, asırlar boyu varlıklarını çok çetin şartlarda sürdüren Alevi Kürdlerin  sözlü kayıt ve ortak hafızalarının kaynağı ve  en önemli parçası olan birlikteliğin arenasıydı.
Türkiye Cumhuriyeti  Devleti  müdahale ederek inancın sosyo-genetik kodlarıyla oynadı. Bunu gerçekleştirmek için de  temel kavramları bozmanın ilk adımı olarak mutad  şiddet ve asimilasyona başvuruldu.
Kürd Pirler Elazığ, Malatya, Sivas, Çorum, Tokat, Yozgat, Amasya, Antep,Maraş ,Ankara vs de karakollara, askeri garnizon veya jandarma komutanlıklarına çağrıldılar, tehdit edildiler, sakalları çekiştirildi.
Onlar Kürd değil, Türk olacaklardı, bu kadar basit.
Harput mal/hayvan  pazarına davarını getiren Alevi Kürde, konuştuğu her Kürdçe kelime için 25 kuruş ceza kesiliyordu. Zaten koyunun ortalama fiyatı da o kadardı. Bu şiddetle, hem Harput( ve tüm Alevi yerleşimlerinin)  mal pazarının ticaret, hem de köylü ve çoğunluk alıcının lisanı olan Kürdçe'ye ağır bir darbe vurulmuş oldu.
O da yetmez ,uydurma  anekdotlar ve yaşamamış şairler ile  kendilerine mal edilen ısmarlama ve  tercüme şiirler piyasaya sürüldü. Bu senaryoya, İttihatçı seleflerinin alt yapısı çürük Türklük tezleri elden geçirilerek bin bir dezinformasyonla makyajlanıp,  akla hayale gelebilecek, daha doğrusu gelemeyecek türden manipülatif düsturlarla harmanlanarak ilave edildi. İnancı tüm veçheleriyle tahribe yönelik uyduruk kavramlar ve hayali figürlerin düzmece  hayat hikayelerinin Aleviliğin ana zihinsel arterlerine devlet zoruyla enjektesi böylece başarıyla gerçekleştirildi.
Tüm bunların üzerine  politik iklimin gidişatına uygun olarak, piyasaya ''Cem Evi'' ikamesi pek zor olmasa gerekti.

Daha farklı bir söylemle, Re Haq/Alevi toplulukların 1300 yıldır İslama karşı direnerek muhafaza edebildikleri sosyo-kültürel ve teolojik dokuyu bozmak için öncelikle mevcut olmayan Türkmen Alevi  ile hiç yaşamamış  Pir Sultan Abdal gibi figürler icad edildi.
Aslında bu kadar özensiz bir uydurmanın, bu denli itibar görmesi de akademik bir çalışmaya konu olmayı hakkediyor.
Pir Sultan Abdal'ın Abdal'ını servet teklif edilse bile bir Türkmen-Yörük köylüsü Aptal harici telaffuz edemez(di).
Yani mevcut  'Aptal'  kelimesi zaten Arabi 'Abdal'ın' Türkmen-Yörüklerce  söylenişidir.
Totoloji yaparak bir daha belirteyim; bir Türkmen ya da Yörük köylü, Osmanlı kaynaklarında transkribe edilmiş Abdal kelimesini, karşılığında kendilerine  milyar dolar teklif edilse dahi Abdal olarak telaffuz edemezler.
Aptal derler.
Ve zaten de kelime aptal olarak mevcut, 'Abdal' değil.
Dolayısıyla güya 500 yıl evvel yaşamış bir Türkmen olan Pir Sultan Abdal'a kendi soydaşları 'Aptal'  diyebilirlerdi ancak, zira lisanları öyle.
Heceleyerek yazalım ; ''A+bd+al 'ın''   -bd sini Türk, -pt söyler.
Abdal değil, Aptal der.
Türkler,  ve bazı diğer Asyaik topluluklara has linguistik bir fenomen bu.
Mesela Arapça RamaDan kelimesine Pers ve Kürd lisanlarında RamaZan denir.
Nedense Türkçe de öyle olmaması gerektiği halde, aynı form kullanılıyor.

Velhasılı Türkmen, Yörük ya da benzeri toplulukların  'Aptal' isimli ya da sıfatlı şahıslara itibar ettikleri, edebildikleri ve edebileceklerini Türk soyundan olmayan 'Türk nasyonalistleri' ile Kürdler kabullenirlerdi.
Ntekim olan da budur. 
Cumhuriyet aydını muhacir Türk, uğruna sahte destanlar ve menkibeler yazdığı Türkmen-Yörükler hakkında hiç bir bilgiye sahip değil.
Aynen Yakub Kadri'ye,  Haymana'ya gidip te kendisini dinlemeye gelen köylülere ''Türklükten'' ateşli biçimde bahsederken, kendilerine Türk denildiğini duyan köylülerin koro halinde ve spontane  ''estağfurullaaah'' cevabını yapıştırmaları da  çok önemli bir örnektir.
Zira o zamanlar Türk kelimesini hakaret telakki eden köylülerin torunları, Yakub Kadri gibi idealist Tük nasyonalistlerinin manipülasyon ve dezinformasyon katkılarıyla bu kadar kısa bir süre içersinde artık kendilerini Türk ırkının en mümtaz unsurları görmekteler.
Aralarında hatırı saylır bir Kürd de mevcuttur.
Bu durumda da, daha yüz sene evvel Türkçe bilmeyen milyonla Kürdün bugün kendilerini Türk ile Alevi Türkmen görmelerinde şaşılacak bir şey olmamalı.

Aptal/abdal kelimesine dair biraz daha söylenecekler var.
Orta Anadolu'da Türkler 'Aptal' kelimesini, düğün eğlencelerinde  müzik aleti çalan şahıslara yönelik kullanırlar. Saz ve  davul-zurna çalanlar için. Hakaret sözcüğüdür de aynı zamanda. Ve açıkça, eğer Pir Sultan Abdal gerçek bir şahıs olsa ve ismini de vaktiyle duymuş olsalardı, ismini Pir Sultan Abdal değil, Pir Sultan Aptal olarak söylerlerdi.

Hele asıl bir Pir Sultan Abdal ile Kaygusuz Abdal şiirleri var ki, duru Türkçeyle yazılmış bu şiirlerden bazılarının linguistik incelenmesi sonucunda  ortaya bazı ilginçlikler  çıkabilir, dolayısıyla araştırılmasında fayda var.
Şimdilik kısaca değineyim.
Promosyonlarını yapan Türk aydın ve akademisyenlere göre yaşamış, Türkmen Alevisi ve Banaz'ın bir köyünden olan Pir Sultan Abdal ile Alanyalı, 103 yaşında ölen ve Alevi Türkmen olduğu kaydedilen Kaygusuz Abdal isimli köylü  halk ozanlarının deyişlerinde dikkat çekici bazı noktalar var. 
Yani öyle bir şey ki, mesela şiirlerinde mükemmel ve itinayla seçilmiş, sanki  Cumhuriyet Türkçesini de andıran biçimleriyle Türkçe, Farsça ve Arapça kelimeleri 500-600 sene evvelinden kullanma yeteneklerine de şapka çıkarılır!
Bu hususa dair bazı notlarım var, ama  yazımı zaman alacağa benzer. Umarım meraklı arkadaşlar, gençler şiirlerden bazılarını ve kullanılan kelimeleri incelerler. Kendi başına akademik bir tez konusudur bu.

1921 de Kocgiri'de Mustafa Kemal'in Sovyet lideri Lenin'den sağladığı silahlarla katlettiği ve 1937 de Dersim'de öldürttüğü Alevi Kürdlerin ezici çoğunluğu,  'Ev' kelimesi, yetmez bir de 'Cem Evi' , hatta Pir Sultan Abdal ismi verilmiş figürü hayatlarında hiç duymamışlardır.
Bu arada bir hatırlatma yapmalıyım.
Pir Sultan isimli bir aşiret ya da ocaktan bahsediliyor. Eğer bu aşiret ya da ocağın isminin sonuna
Abdal kelimesi eklenmişse, son kelime kesin uydurmadır.
Zira Kürdler Arabi Abdal kelimesini Avdal/Evdal olarak söylerler(di).
Türkmenler ise yukarıda yazdığım gibi 'Aptal' derler.

Cem Evi'ne tekrar dönersek, inanç mensuplarının köylerinde civad-cemat toplantılarını bazı  seçilmiş evlerde tertipledikleri biliniyor.
Ama bu ev,  köy camisi gibi belli bir mekan olmayabilir.  

Konuyla bağlantılı olması hasebiyle şunu da belirtmek lazım; Aleviliği  Osmanlı'nın bir döneminde ismi bilinen Bektaşi Tekkelerinin ''inanç ve ideolojisi'' ile  özdeşleştirmemek, ya da fazla karıştırmamak lazım.
Bağlantıları olabilir elbette.
Esasen Haci ( aslı Xaji dir Kürdçe, Persçe) Bektaş önemli bir isim ama daha sonra Tekkelerle anılacak olan inancın içinde ve özünde Haci Bektaş'tan ne kadar kaldığına dair kelamlar ise başlı başına bir çalışma alanı teşkil eder, onu da belirteyim bu arada.
Mamafih, Bektaşi Tekkeleri bir dönem sanki bir nevi resmi statüye sahip ve asli işlevi olan dini-sosyo-kültürel'den, sürec içersinde zamanın politik paradigmasının ışığında değerlendirilmesi gerekli olana  evrilmiş ve  İslamın bir Sufi yorumunu benimsemişlerin merkezleri gibi değerlendirilebilirler.
Yani bir nevi asıl ismi Khangah olan Sufi toplanma, barınma ve ibadet hanelerinin Osmanlı'da aldığı isim  de denebilir.
Aynı zamanda da  Osmanlı'nın politik iklimine ayak uydurmak zorunda kalan, ya da o yöne evrilen bir kurum.
Unutmamak gerekir ki Kürd Aleviliği , bilebildiğim kadarıyla özellikle 1800 yılları itibariyle Osmanlı ile sürekli çatışma halindeydi.
Topluca değil, ama bölgesel, aşiretler bazında. Hem yerleşik hem de göçebe Alevi Kürdler, özellikle de ikincisi çok büyük katliamlara maruz kaldılar.
Bunun için 'Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia, William Francis Ainsworth' ile araştırılmaya başlanabilir.
Bir hususu özellikle vurgulamak gerekiyor; her şeyden evvel  kendilerine yanlışlıkla Alevi ismi verilmiş  Re/Yol inancı mensubu Kürdler Müslüman değiller.
İslamiyete karşı medieval dönemlerde alınan yenilgiler sonrası, farklı sebeblerle ortalıkta hızla gelişen muhtelif Sufi cereyanların etkisine biraz da takiye maksadıyla açılmaları, ''asli kavramlarını'' İslamın Sufi yorumuyla yeniden şekillendirmeleri, inancın araştırılmasında kafa karıştırıcı bir rol oynuyor.
Yukarıda belirttiğim Cumhuriyet Türkiyesi, hatta geç Osmanlı devlet müdahaleleri haricinde , onun dışında ele alınması gereken bir husus bu.

Alevi ismi, Re/Yol inancı topluluklarıyla anılmadan evvel mevcuttu. Ayrıca bir millenyum evvel Yol inancı mensuplarının Alevi adlandırıldıklarına dair tek bir belirti de yok.
Sonradan kendilerine münasip görülen isim bu, zira Şiilikle karıştırılmışlar.
Şiilere rafızi denirken, Aleviler de aynı kategoride ele alınmış, görülmüş ya da tarif edilmiş.
Aslında Şiiler İslamiyet içersinde değerlendirilirler ve dinin şartlarını da yerine getirirler.
Oysa Alevi Kürdler'in islamla uzak yakın hiç bir alakaları yoktur.
Ama elbette Aleviler de İslami bazı kavramları kabullenmişler.

Anadolu'da az sayıda da olsa bazı Şii elementler, Alevi Kürdlere yakınlık duyarak Re/Yol çizgisini benimsemiş olabilirler.
Bu Şiilerden küçük bir grup, mesela Merzifon'da ( farklı bölgelerde de ) mevcut. 1827 Rus-Osmanlı savaşını müteakip bölgeye Şirwan'dan gelip yerleşen İraniler.
Bugünlerde de elbette söylemeye gerek yok, Türkmen Alevidirler! 
Ayrıca, ideolojik bazı kaygılarla sanki yaşadıkları Anadolu'da buhar olmuş gözüyle bakılıp, varlıkları unutturulan ve Türklüğe asimile edilen Moğolların Şii kesimlerinin bir kısmının da Kürd Aleviler yanında Alevileştikleri ve kendilerini Alevi tarif ederlerken, cumhuriyetin asimilasyoncu karakteriyle birlikte Alevi Türkmen ilan edildiklerini de not olarak düşeyim. Kanaatimce Tahtacılar da Kürd-Moğol karışımı olmalılar, ama üzerine çalışma gerekiyor. Bu arada kendilerine Tahtacı denilmesini de ağaç ve orman le iştigal ettiklerinden dolayı kullandıları naklediliyor. Eğer öyle olsaydı ve iddia edildiği gib Türkmen olsalardı, kendilerini Farsça-Kürdçe tahta kelimesi yerine, Türkçe ağaç, ağaçcı ya da ağaç eri gibi ifade ederlerdi kanaatimce.
Bahsettiğim Şii topluluklara Kars-Iğdır hattında yaşayan ve kendilerine Azeri ismi verilmiş Şii halk girmiyor. Bunlar Şii olarak yaşıyorlar, Kars'ta oldum olası Alevi Kürdler mevcut.

Sorgulanması gereken iki noktaya kısaca değinerek makaleyi bitireyim.
Ali b. Muttalip, yani Muttalib'in oğlu ve Hz.Muhammed'in damadı Hz.Ali'nin  Re/Yol inancına çok önemli bir figür olarak girmesi yetmiyor, inancın ismi de bizatihi ''Ali'ye mensup olan, Ali'yi takibeden, Ali'ci,'' anlamlarına gelen Alevi oluyor.
Peki bu Ali, yani İslam şeriatının yılmaz savunucu ve etkili Islamcı figürü, hayatlarında kelime-i şehadet getirmemiş, Islami namaz kılmamış ve oruç tutmamış, Cuma namazına katılmamış, Hacca gidenlerle alay etmiş ve kendine Alevi diyen Kürdlerin inancında  ne arıyor ?
Ya da mesela, İslam'ın tartışmasız merkezi Mekke şehrini 680 yıllarında işgal eden ve  İslamın en kutsal mabedi Kabe'yi içinde o an bulunan Hz.Muhammed'in son kalan sahabeleriyle birlikte cayır cayır yakan, namaz , oruc ve hac yerine müzik, avcılık ve zamparalıkla iştigal edip, zemzem suyu yerine lakır lakır şarap içen,  yetmez bir de en mümtaz şeriatçılardan Hz.Ali'nin oğlu ve Peygamberin torunu Hüseyin'i öldürten Muaviye'nin oğlu Yezitten niye nefret ederler ?

Yapılanlara, icraate  bakılırsa, normalde Alevilerin Ali ve oğlu Hüseyin yerine Yeziti savunmaları daha makul ve mantıklı değilmidir ?
Ama çok önemli bazı sebebleri var bu tuhaflığın.
Çok kısaca değindiğim bu önemli konuyu çok detaylı ve daha da bir akademik üslupla ilerde ele alırım umarım.


No comments:

Post a Comment