Sunday, 29 December 2019

Tarihi Zompi Köprüsü Polatlı Civarında mı?

Bundan iki yıl kadar evvel facebook sayfamda son Bizans-Sasani savaşına kısaca
değindiğimi hatırlıyorum. Amacım da Anadolu’nun coğrafik tarihinde bence dikkat çekici olan
ve  Zompos/Zombus ile Zompi formlarında kaydedilmiş tarihi bir köprü üzerine not düşmekti.
Son günlerde Asia Minor ve Anadolu antik Grek, Helenistik, Roma ve Bizans coğrafi tarihinin tanınmış uzman ismi
ve 1939 da ölen W.M. Ramsay’in meşhur ‘The historical geography of Asia Minor’, eserini
büyük bir zevkle okuyorum. Doğduğum ve büyüdüğüm coğrafya’da yakinen bildiğim bazı yerlerin
antik isimlerini öğreniyorum. Bu vesileyle de karşıma yine Zompi köprüsü çıkmış oluyor.
Köprü Sakarya /Sangarios üzerinde ve lokasyonu hala tesbit edilememiş. Ramsay’ de
bir asır evvel muhtelif milliyet'ten ilgili tanınmış akademisyenlerle bir çok husus yanında, Zompi’nin bulunduğu
yerin tesbitine yönelik tartışmalar geliştirmiş.
Biz tarihten, son Bizans-Sasani savaşında Sasani general Şahin’in İstanbul’un burnunun dibine
617 de geldiğini, Bizans Heraclius’un ise endişeden hükümeti geçici olarak Kuzey Afrika
Carthage/Kartaca’ya taşımayı dahi düşündüğünü biliyoruz. Daha sonra, 622 yılında Heraclius
ordusunu toplayıp Kapadokya üzerinden Sasani’ye darbe için yola çıkarken, işte bu Zompi
köprüsünden geçmişdi. Ramsay köprünün Bizans askeri tarihindeki önemine dikkat çekiyor.

Ramsay 214-216. sayfalar da köprünün yerini tesbit için muhtelif görüşleri de seslendiriyor.
Bizanslı meşhur tarihçi Anna Komnena Zompi Köprüsü’nün Santabaris ( Bardakçı) ile Amoriom’un doğusunda, ve Nicephorus Bryennius da Sakarya’nın (Sangarios) kaynağının civarında bulunduğunu kaydetmişler. Kendisinden öğrendiğimize göre bazı akademisyenler Çifteler ( Kaborkion) civarında bulunan Çandır Köprüsünü önermişler. Ramsay Zompi’nin Sivrihisar (Justinianapolis) ile bağlantısını öneren bu ihtimali reddediyor. Zira naklettiğine göre Mİchael Attaliota'da geçen bir pasaj köprü için bir başka tarafa bakılmasını öneriyor. Pasaja göre 1073 yılında Caesar John ( yazara göre askeri yolu kullanarak) Dorylaion'dan (Eskişehir) doğuya hareket ediyor, daha sonra da Zompi Köprüsünü geçerek Kapadokya'ya gidiyor. Ramsay bir kaç nokta daha belirttikten sonra kendisi köprünün Polatlı-Günyüzü karayoluna düşen Kavuncu Köprüsü’nün güneyinde ve Ilıca suyunun ağzında olabileceğini söylüyor.
Bu Polatlı’ya yakın Ilıca köyünde bir doğal sıcak su kaynağı vardı yanlış hatırlamıyorsam.
Çok küçükken oraya gitmişdim ve su kaynaklarından birinde mevcut havuz ve içinde şeffaf
biçimde görülen balıkları hayretler içerisinde ve merakla izlediğimi hatırlıyorum. Sanki Urfa’nın meşhur
Halil İbrahim gibi bir isimle anıldığı aklımda kalan havuz ve kudsiyet atfedilen balıkları gibi.
Aynısı bu Ilıca köyünde vardı, belli oluyor. Dikkat çekici bir tarihi var bu köy ve topluluğun bence. Eski bir
Kürd yerleşimiydi, ve bu balıklara dokunmamak sanki kutsallık atfediyor, yani antik bir Kürd inanç-geleneğine işaret ediyor. 
Şimdi havuz da, balıklar da ne alemdedir, bilemiyorum. 
Elbette büyük usta Ramsay’in yanından geçecek bilgiye sahip değilim ama köprünün yerine ilişkin önerisine dair bir tereddütüm var: 
Eğer suyun ağzındaysa, kış ve bahar aylarında muhtemel yağmurların sebep olabileceği nehir taşmaları söz konusu olabilirdi.
Hele bir de 1400 yıl evvelinin doğal şartları göz önüne alındığında. Yani zamanımıza göre çok az tahribat,
çok az tarımsal sulama mevcut idi. Dolayısıyla bu lokasyon bana pek uygun gelmiyor, gerçi, yeri görmüş de
değilim ve biraz ezberci ve tahmini beyan da bulunduğumu da belirtmem lazım.
Mamafih önerim şu; Sakarya’nın doğuya, Polatlı’ya doğru yaptığı kavise yakın bir yerde olmalı bu
köprü. Yine Ilıca’ya yakın olabilir. Yalnız kanaatimce evvela nehrin dar bir bölümünde aramak lazım
köprünün ayaklarından kalan taşları. Ayrıca sadece dar olması yetmez, nehrin iki tarafının da düz
ve sağlam, bataklık olmayan ( zaten zemin serttir) bir kesiminde bulunabilir. Dahası suyun nisbeten
hızlı aktığı ve nehir yatağının derin olduğu bir kısımda aranabilir tahmin ediyorum. Zira askeri geçişler
için, eğer kış ve bahar aylarında bir harekat sebebiyle kullanılacaksa, suyun taşma ihtimalinin en az
olduğu yer köprü için tercih edilmiş olmalı bence. O zaman köprü geçişleri sel ve su taşması göz
önüne alındığında daha güvenli olurdu. 
Velhasılı Ilıca köyü etrafında Sakarya’ya yakın noktalar ya da kabaca, Yeni Mehmetli’den
Sakarya’nın doğu istikametine doğru çizdiği kavisin güney taraflarında bir yerde olmalı. 

Zompi’nin ayaklarından kalan taşları ya da hatta zemini bulmak dahi büyük bir başarı ve hazdır bana
göre. Arkeoloji ilmine en uzak mesafede bulunan bizim gibi amatörler için ise gurur verici ve
milyar dolarlarla satın alınamayacak bir etiket...

Osman Bey ile Ibn Battuta'nın Osman Çük'ü.

Doğrusu bu kısa makalenin başlığı konusunda epeyi bir bocaladım. Yazdım, sildim ve derken mevcut olan da karar kıldım.
Ibn Battuta, Anadolu Beylikleri ve fazlası için en önemli medieval kaynaklardan biri. Dahası, Osmanlı Imparatorluğu'nun kurucusu Osman Bey'in oğlu Orhan Bey vesilesiyle isminin Arabi formuyla ilk İbn Battuta tarafından kaydedildiğini sanıyorum. Bir başka kaynakta var mı, şimdiye kadar rastlamadım. Zaten mevcud olsaydı, muhtemelen konuyla ilgili uzman akademisyenlerce bahsi edilirdi.
Ancak, Bizanslı tarihçi George Pachymeres'in 1302 yılında  Atmanes ismini kaydettiği biliniyor. Atmanes isminde Grekçe +es  eril ( masculine) sonek görünüyor. Dolayısıyla elimizde isim olarak Atman var, hepsi bu.
Meşhur Aksarayi'nin kitabında Moğol İlkhan adına Moğol Suldus aşiretinden Emir Çoban Noyan'ın  1314 yılında Sivas Karanbük'te Anadolu Beylik liderleriyle yaptığı toplantının katılımcılarına dair bilgi veriliyor. Katılan ve katılmayanlar arasında Osman Bey, Osmanlı Beyliği, ya da Atman/Atmanes isimlerinden herhangi biri geçmiyor.
Daha sonra yayınlanacak olan Eflaki'nin  Manakubul Arifin eserinde de geçmiyor.
İbn Battuta ise 1330 başlarında gezisinin Anadolu durağında Bursa'yı da ziyaret ediyor ve eserinde Osman ismine rastlıyoruz. Tanınmış Osmanlı ve Arabi uzmanı H.A.R. Gibb tercümesin de (s.451- 452) şu bilgi veriliyor, evvela İngilizcesi: Account of the Sultan of Bursa. Its sultan is Ikhtiyar al-Din Urkhan Bak, son of the sultan 'Othman Chüq (chüq in Turkish means 'the little'). 141 This sultan is the greatest of the kings of the Turkmens and the richest in wealth, | lands and military forces.''

Türkçesi: ''Bursa'nın Sultan'ın ismi İhtiyareddin Orhan Bey,  Sultan Osman Çük'ün oğlu ( çük Türkçe'de ''küçük olan'' demek). Bu sultan, Türkmenlerin en büyük ve en zengin olanıdır, toprak ve askeri güç olarak.''

Bir de dip not düşmüş çevirmen Gibb, Çük kelimesini açıklamak için, evvela İngilizcesi: ''141 Orkhan (reigned 1326-59), second sultan of the Ottoman ('Othmanli) dynasty, so named after its first sultan. 'Othman. The Turkish suffix -jik is said to have been added to his name in order to distinguish him from the caliph 'Othman (see vol. I, p. 180, n. 91); another suggestion is that it was derived from the town of 'Othmanjiq (Osmanjik), on the Kizil Irmak river, west of Amasya; see E.I., s.vv. and 'Othmandjik.''

Türkçesi: 1326-59 arası hüküm süren Orhan, Osmanlı hanedanının ikinci sultanıdır, dolayısıyla ilk sultan Osman'la anılır. Anlaşıldığı kadarıyla Türkçe -cik soneki kendisini halife Osman'dan ayırd  etmek için eklenmiş; bir diğer öneriye göre ise Amasya'nın batısı ve Kızıl Irmak kıyısında bulunan Osmancık isminden türetilmiş.''

Şimdi bu kısacık pasaj'ın analizi sayfalar tutabilir ve ben bu makale de kısa kesmek istiyorum, zira nasılsa ilerde yazacağım. Maksat, fikrimi evvela belirtmiş olmak, kayda geçirmek.

Gibb'in Arabi metinden Latin alfabesine transliterasyonunda ( kısaca kelimelerin bir alfabeden farklı olanına harfen çevirisi) elde ettiği Chüq/Çük kelimesinin Arabi transkripsiyonunu (yazımını) görmek lazımdı ama bu değerli akademisyen Arabi ve Osmanlıca uzmanıydı. Aynen kabullenelim en azından şimdilik. Dip notunda ise Gibb, Çük kelimesini Türkçe ''Cik'' küçültme soneki yapmış. İyi de İbn Battuta Cik sonekini duymuşsa zaten kaydederdi zira Chük/Çük gibi biraz karmaşık ve Arabi'de mevcut olmayan -Ç harfini andıran bir yazım yapmazdı. Nitekim Gibb kendisi de böyle düşünmüş olmalı ki, kelimeyi Chük yazmış ve nereden bakılırsa bakılsın artık bu bir -C değil -Ç harfine işaret ediyor. Ama sonra'da dip notta Cik sonekini veriyor, bu da Batılı Akademisyenler'de artık ezberlediğim bir trende işaret ediyor. Kendilerini Anadolu'nun Türklüğüne öyle bir inandırmışlar ki, akıllarına kafalarına yatmayan bir hususu tartışmak bile gelmiyor. Hatta akıllarına Türkçe olup olmadığına tam olarak kanaat getiremedikleri bir kelimenin farklı bir lisana ait olabileceği ihtimali de gelmiyor.

Bu kullanılan Çük kelimesi, kullanıldığı biçim ve de kelime dizimiyle, Kürdçe görünüyor.  Küçük ve genç demek ( p. 117, Kurdish-English Dictionary, Michael L. Chyet).
Uzun yıllar evvel iki isim bilirdim yaşlı.
İkisi de Kürd'dü. İsimleri Haci/Xaji idi ve amca çocuklarıydılar.
İkisini ayırd edebilmek için yaşlı olanına Haci Mezin ( Büyük Haci), gencine de Haci Çük ( Küçük Haci) derlerdi. Hala çocukları vardır ve civarda ki çok yaşlılar bu iki ismin çocuklarını da babalarının lakaplarıyla anarlar.
Elbette İbn Battuta'nın eserinin bu bölümünü incelemek lazım. Gibb yanılıyor olabilir diyeceğim ama hiç bir akademisyen ve tarihçiden itiraz ve bir kritik okumadım henüz. Bunu nasıl olsa daha detaylı çalışacağım, sonuna da gelmek üzereyim esasen.
Kanaatimce burada ibretlik bir husus var Batılı Akademisyenleri yıllarını verdiklerini bu çok önemli alanda sınıfta bırakan; her nedense Anadolu medieval tarihinde üzerine çalışılması gereken farklı alanlar, halklar da bulunabileceğine hiç ihtimal vermiyorlar.