Sunday, 29 December 2019

Tarihi Zompi Köprüsü Polatlı Civarında mı?

Bundan iki yıl kadar evvel facebook sayfamda son Bizans-Sasani savaşına kısaca
değindiğimi hatırlıyorum. Amacım da Anadolu’nun coğrafik tarihinde bence dikkat çekici olan
ve  Zompos/Zombus ile Zompi formlarında kaydedilmiş tarihi bir köprü üzerine not düşmekti.
Son günlerde Asia Minor ve Anadolu antik Grek, Helenistik, Roma ve Bizans coğrafi tarihinin tanınmış uzman ismi
ve 1939 da ölen W.M. Ramsay’in meşhur ‘The historical geography of Asia Minor’, eserini
büyük bir zevkle okuyorum. Doğduğum ve büyüdüğüm coğrafya’da yakinen bildiğim bazı yerlerin
antik isimlerini öğreniyorum. Bu vesileyle de karşıma yine Zompi köprüsü çıkmış oluyor.
Köprü Sakarya /Sangarios üzerinde ve lokasyonu hala tesbit edilememiş. Ramsay’ de
bir asır evvel muhtelif milliyet'ten ilgili tanınmış akademisyenlerle bir çok husus yanında, Zompi’nin bulunduğu
yerin tesbitine yönelik tartışmalar geliştirmiş.
Biz tarihten, son Bizans-Sasani savaşında Sasani general Şahin’in İstanbul’un burnunun dibine
617 de geldiğini, Bizans Heraclius’un ise endişeden hükümeti geçici olarak Kuzey Afrika
Carthage/Kartaca’ya taşımayı dahi düşündüğünü biliyoruz. Daha sonra, 622 yılında Heraclius
ordusunu toplayıp Kapadokya üzerinden Sasani’ye darbe için yola çıkarken, işte bu Zompi
köprüsünden geçmişdi. Ramsay köprünün Bizans askeri tarihindeki önemine dikkat çekiyor.

Ramsay 214-216. sayfalar da köprünün yerini tesbit için muhtelif görüşleri de seslendiriyor.
Bizanslı meşhur tarihçi Anna Komnena Zompi Köprüsü’nün Santabaris ( Bardakçı) ile Amoriom’un doğusunda, ve Nicephorus Bryennius da Sakarya’nın (Sangarios) kaynağının civarında bulunduğunu kaydetmişler. Kendisinden öğrendiğimize göre bazı akademisyenler Çifteler ( Kaborkion) civarında bulunan Çandır Köprüsünü önermişler. Ramsay Zompi’nin Sivrihisar (Justinianapolis) ile bağlantısını öneren bu ihtimali reddediyor. Zira naklettiğine göre Mİchael Attaliota'da geçen bir pasaj köprü için bir başka tarafa bakılmasını öneriyor. Pasaja göre 1073 yılında Caesar John ( yazara göre askeri yolu kullanarak) Dorylaion'dan (Eskişehir) doğuya hareket ediyor, daha sonra da Zompi Köprüsünü geçerek Kapadokya'ya gidiyor. Ramsay bir kaç nokta daha belirttikten sonra kendisi köprünün Polatlı-Günyüzü karayoluna düşen Kavuncu Köprüsü’nün güneyinde ve Ilıca suyunun ağzında olabileceğini söylüyor.
Bu Polatlı’ya yakın Ilıca köyünde bir doğal sıcak su kaynağı vardı yanlış hatırlamıyorsam.
Çok küçükken oraya gitmişdim ve su kaynaklarından birinde mevcut havuz ve içinde şeffaf
biçimde görülen balıkları hayretler içerisinde ve merakla izlediğimi hatırlıyorum. Sanki Urfa’nın meşhur
Halil İbrahim gibi bir isimle anıldığı aklımda kalan havuz ve kudsiyet atfedilen balıkları gibi.
Aynısı bu Ilıca köyünde vardı, belli oluyor. Dikkat çekici bir tarihi var bu köy ve topluluğun bence. Eski bir
Kürd yerleşimiydi, ve bu balıklara dokunmamak sanki kutsallık atfediyor, yani antik bir Kürd inanç-geleneğine işaret ediyor. 
Şimdi havuz da, balıklar da ne alemdedir, bilemiyorum. 
Elbette büyük usta Ramsay’in yanından geçecek bilgiye sahip değilim ama köprünün yerine ilişkin önerisine dair bir tereddütüm var: 
Eğer suyun ağzındaysa, kış ve bahar aylarında muhtemel yağmurların sebep olabileceği nehir taşmaları söz konusu olabilirdi.
Hele bir de 1400 yıl evvelinin doğal şartları göz önüne alındığında. Yani zamanımıza göre çok az tahribat,
çok az tarımsal sulama mevcut idi. Dolayısıyla bu lokasyon bana pek uygun gelmiyor, gerçi, yeri görmüş de
değilim ve biraz ezberci ve tahmini beyan da bulunduğumu da belirtmem lazım.
Mamafih önerim şu; Sakarya’nın doğuya, Polatlı’ya doğru yaptığı kavise yakın bir yerde olmalı bu
köprü. Yine Ilıca’ya yakın olabilir. Yalnız kanaatimce evvela nehrin dar bir bölümünde aramak lazım
köprünün ayaklarından kalan taşları. Ayrıca sadece dar olması yetmez, nehrin iki tarafının da düz
ve sağlam, bataklık olmayan ( zaten zemin serttir) bir kesiminde bulunabilir. Dahası suyun nisbeten
hızlı aktığı ve nehir yatağının derin olduğu bir kısımda aranabilir tahmin ediyorum. Zira askeri geçişler
için, eğer kış ve bahar aylarında bir harekat sebebiyle kullanılacaksa, suyun taşma ihtimalinin en az
olduğu yer köprü için tercih edilmiş olmalı bence. O zaman köprü geçişleri sel ve su taşması göz
önüne alındığında daha güvenli olurdu. 
Velhasılı Ilıca köyü etrafında Sakarya’ya yakın noktalar ya da kabaca, Yeni Mehmetli’den
Sakarya’nın doğu istikametine doğru çizdiği kavisin güney taraflarında bir yerde olmalı. 

Zompi’nin ayaklarından kalan taşları ya da hatta zemini bulmak dahi büyük bir başarı ve hazdır bana
göre. Arkeoloji ilmine en uzak mesafede bulunan bizim gibi amatörler için ise gurur verici ve
milyar dolarlarla satın alınamayacak bir etiket...

Osman Bey ile Ibn Battuta'nın Osman Çük'ü.

Doğrusu bu kısa makalenin başlığı konusunda epeyi bir bocaladım. Yazdım, sildim ve derken mevcut olan da karar kıldım.
Ibn Battuta, Anadolu Beylikleri ve fazlası için en önemli medieval kaynaklardan biri. Dahası, Osmanlı Imparatorluğu'nun kurucusu Osman Bey'in oğlu Orhan Bey vesilesiyle isminin Arabi formuyla ilk İbn Battuta tarafından kaydedildiğini sanıyorum. Bir başka kaynakta var mı, şimdiye kadar rastlamadım. Zaten mevcud olsaydı, muhtemelen konuyla ilgili uzman akademisyenlerce bahsi edilirdi.
Ancak, Bizanslı tarihçi George Pachymeres'in 1302 yılında  Atmanes ismini kaydettiği biliniyor. Atmanes isminde Grekçe +es  eril ( masculine) sonek görünüyor. Dolayısıyla elimizde isim olarak Atman var, hepsi bu.
Meşhur Aksarayi'nin kitabında Moğol İlkhan adına Moğol Suldus aşiretinden Emir Çoban Noyan'ın  1314 yılında Sivas Karanbük'te Anadolu Beylik liderleriyle yaptığı toplantının katılımcılarına dair bilgi veriliyor. Katılan ve katılmayanlar arasında Osman Bey, Osmanlı Beyliği, ya da Atman/Atmanes isimlerinden herhangi biri geçmiyor.
Daha sonra yayınlanacak olan Eflaki'nin  Manakubul Arifin eserinde de geçmiyor.
İbn Battuta ise 1330 başlarında gezisinin Anadolu durağında Bursa'yı da ziyaret ediyor ve eserinde Osman ismine rastlıyoruz. Tanınmış Osmanlı ve Arabi uzmanı H.A.R. Gibb tercümesin de (s.451- 452) şu bilgi veriliyor, evvela İngilizcesi: Account of the Sultan of Bursa. Its sultan is Ikhtiyar al-Din Urkhan Bak, son of the sultan 'Othman Chüq (chüq in Turkish means 'the little'). 141 This sultan is the greatest of the kings of the Turkmens and the richest in wealth, | lands and military forces.''

Türkçesi: ''Bursa'nın Sultan'ın ismi İhtiyareddin Orhan Bey,  Sultan Osman Çük'ün oğlu ( çük Türkçe'de ''küçük olan'' demek). Bu sultan, Türkmenlerin en büyük ve en zengin olanıdır, toprak ve askeri güç olarak.''

Bir de dip not düşmüş çevirmen Gibb, Çük kelimesini açıklamak için, evvela İngilizcesi: ''141 Orkhan (reigned 1326-59), second sultan of the Ottoman ('Othmanli) dynasty, so named after its first sultan. 'Othman. The Turkish suffix -jik is said to have been added to his name in order to distinguish him from the caliph 'Othman (see vol. I, p. 180, n. 91); another suggestion is that it was derived from the town of 'Othmanjiq (Osmanjik), on the Kizil Irmak river, west of Amasya; see E.I., s.vv. and 'Othmandjik.''

Türkçesi: 1326-59 arası hüküm süren Orhan, Osmanlı hanedanının ikinci sultanıdır, dolayısıyla ilk sultan Osman'la anılır. Anlaşıldığı kadarıyla Türkçe -cik soneki kendisini halife Osman'dan ayırd  etmek için eklenmiş; bir diğer öneriye göre ise Amasya'nın batısı ve Kızıl Irmak kıyısında bulunan Osmancık isminden türetilmiş.''

Şimdi bu kısacık pasaj'ın analizi sayfalar tutabilir ve ben bu makale de kısa kesmek istiyorum, zira nasılsa ilerde yazacağım. Maksat, fikrimi evvela belirtmiş olmak, kayda geçirmek.

Gibb'in Arabi metinden Latin alfabesine transliterasyonunda ( kısaca kelimelerin bir alfabeden farklı olanına harfen çevirisi) elde ettiği Chüq/Çük kelimesinin Arabi transkripsiyonunu (yazımını) görmek lazımdı ama bu değerli akademisyen Arabi ve Osmanlıca uzmanıydı. Aynen kabullenelim en azından şimdilik. Dip notunda ise Gibb, Çük kelimesini Türkçe ''Cik'' küçültme soneki yapmış. İyi de İbn Battuta Cik sonekini duymuşsa zaten kaydederdi zira Chük/Çük gibi biraz karmaşık ve Arabi'de mevcut olmayan -Ç harfini andıran bir yazım yapmazdı. Nitekim Gibb kendisi de böyle düşünmüş olmalı ki, kelimeyi Chük yazmış ve nereden bakılırsa bakılsın artık bu bir -C değil -Ç harfine işaret ediyor. Ama sonra'da dip notta Cik sonekini veriyor, bu da Batılı Akademisyenler'de artık ezberlediğim bir trende işaret ediyor. Kendilerini Anadolu'nun Türklüğüne öyle bir inandırmışlar ki, akıllarına kafalarına yatmayan bir hususu tartışmak bile gelmiyor. Hatta akıllarına Türkçe olup olmadığına tam olarak kanaat getiremedikleri bir kelimenin farklı bir lisana ait olabileceği ihtimali de gelmiyor.

Bu kullanılan Çük kelimesi, kullanıldığı biçim ve de kelime dizimiyle, Kürdçe görünüyor.  Küçük ve genç demek ( p. 117, Kurdish-English Dictionary, Michael L. Chyet).
Uzun yıllar evvel iki isim bilirdim yaşlı.
İkisi de Kürd'dü. İsimleri Haci/Xaji idi ve amca çocuklarıydılar.
İkisini ayırd edebilmek için yaşlı olanına Haci Mezin ( Büyük Haci), gencine de Haci Çük ( Küçük Haci) derlerdi. Hala çocukları vardır ve civarda ki çok yaşlılar bu iki ismin çocuklarını da babalarının lakaplarıyla anarlar.
Elbette İbn Battuta'nın eserinin bu bölümünü incelemek lazım. Gibb yanılıyor olabilir diyeceğim ama hiç bir akademisyen ve tarihçiden itiraz ve bir kritik okumadım henüz. Bunu nasıl olsa daha detaylı çalışacağım, sonuna da gelmek üzereyim esasen.
Kanaatimce burada ibretlik bir husus var Batılı Akademisyenleri yıllarını verdiklerini bu çok önemli alanda sınıfta bırakan; her nedense Anadolu medieval tarihinde üzerine çalışılması gereken farklı alanlar, halklar da bulunabileceğine hiç ihtimal vermiyorlar.



Tuesday, 26 November 2019

Yezidi Reformist Ismail Bey'in Manifestosu


Nakledilene göre, Kafkasya ( Ermenistan-Gürcistan) Yezidi topluluklarının  seküler bir hanedan-soylusu Ebdi Beg'in oğlu İsmail Bey, yöredeki Yezidilerin talebi ve arzusu üzerine bu kısaca bahsi edilecek manifestoyu  kaleme alıyor.  Batılı kaynaklar 1908 yılındaki bu dini-sosyal manifestoyu farketmişler;  önce Dirr tarafından, 1917-18 yıllarında metnin Almanca tercümesi yayınlanmış.
Daha sonra da 1930 da  Furlani, Italyancasını yayınlamış. Ingilizcesi de bu her iki metne dayanıyor.
Yezidilik araştırmalarında ismi vaktiyle parlak olan Guest'e atfen denilebilir ki, metne  dair detaylı ve yoğun bilgi, bu değerli araştırmacının eserinde mevcut bulunuyormuş. Guest'e göre,  metin, Yezidi cemaatine yeni bir ruh vermek, canlandırmak için çaba sarfeden,  vaaz veren, kutsayan, bağışlar toplayan ve kendini bu misyona adamış bir reformcu  olan İsmail Bey'in zihnini yansıtıyordu.
Manifesto:
1) Biz,  cennetin, yer kürenin ve tüm canlıların yaratıcısı olan  tek bir yaradana inanırız.
2) Peygamberimiz  Ezid'dir.
3) Yezidilerin kitabı yoktur. Yaradan'ın sözleri, babadan oğula Gyli-e Azim  geleneğine göre  geçer.
4) Yezidilerin başka milletlerden olanlarla   ilişkilere girmesi  yasaklanmıştır. Aksi şekilde hareket edenler, yaradanın lanetine maruz kalırlar.
5)Yezidiler, diğer milletlere , yaradanın iradesiyle ahenkli, saygılı davranmalılar.
6) Yezidiler, Peygamber Ezid'in emrettiği kurallarla  yaradana hizmet etmeliler. Aksi takdirde, yaradanın laneti üzerlerine olacaktır.
7) Bir Yezidi, her hangi birinin yasal eşine( karısına) el koyamaz. Hiç bir Yezidi, bu alıkoyma fiiline yardımcı olamaz ve barınak temin edemez. Alıkonulan kadın,  kocasına geri gönderilmeli ve alıkoyan şahıs, Yezidi kanun-örflere göre yargılanmalıdır. Eğer kadın kocasına dönmeyi reddederse, toplumdan dışlanmalıdır.( aforoz)
8) Hiç bir Yezidi, anne ve babasının erkek kardeşlerinin ( amca-dayı) karısıyla evlenemez. Aksine harekette, yedinci madde geçerli olacaktır.
9) Yezidi ruhban sınıfı üç klan'dan oluşur; Şıx Hasan, Şıx Şems ve Şıx Obekir Şıxları...Her Şıx  , kendi klanından  kadınla evlenmelidir.
10) Pîr ler, iki klan'a ayrılırlar ; Pîrê Hosmamama ve Pîrê Pîrafata ile diğerleri Pîrê Omarkhale ve  diğerleri...Her Pîr, kendi klanindan kadınla evlenmelidir.
11) Dokuz ve onuncu maddelerde zikredilen klanlara ait din adamları, başka klan'dan kızlarla evlenirlerse, müridlerinden hediye alma hakkını kaybederler. Müridler böylelerini bir daha rahip sınıfından kabullenmez ve aralarından atabilirler.
12) Yezidi rahip sınıfından olmayan cemaat mensuplarına Mürid  denir. Bunların, rahip sınıfına mensup olanların kızlarıyla evlenme hakları yoktur. Ancak kendi aralarında evlenirler. Aksine hareket edilmesi halinde, şiddetli müeyyideler uygulanacaktır.
13) Tanrı, dünya ve tüm canlıları  altı günde yaratmış, yedincisinde de dinlenmiştir. Bu da Cumartesi'dir.( bu çok ilginç, zira Yezidiler normalde Çarşamba ve Cuma günlerini  tatil olarak kabullenirler; mamafih Meshefe Resh'e göre de Pazar, Çarşamba yerine ilk gün olarak zikredilmekteymiş)
Tatil gününü ihlal edenler ceza olarak Beş Ruble ödeyeceklerdir. Bu icraat, dinimizin gereklerini  müşahade etmekle görevli ve bölgelere   tarafımdan atanmış Kadı'larca yerine getirilir. Kadı tayin işlemim, Hükümetçe  ( yerel olanını da ekliyor) onaylanmıştır. Her Kadı, kendi ve sorumlu olduğu bölgenin ismini taşıyan bir mühüre sahiptir.
14) Hiç bir Yezidi, sadakatsizliğini ispat etmedikçe, karısını boşayamaz, yani en az üç şahidin huzurunda...Suçun işlenmesi durumunda  kabahatli, şiddetle cezalandırılacaktır.
15) Bir Yezidi oğlunu evlendireceği sözü verir ve gelinin başlığını ( gelin parası ) ödeyemezse, gelini kendi babasının evinde üç yıldan fazla tutamaz.
16) Başlık parası yüz ruble'den fazla olamaz. Eğer biri bu rakamdan fazlasını almışsa, aradaki fark bölge Kadısına iade edilir. Kusurlu  cezalandırılacaktır.
17) Bir dul gelinin başlık parası, kırkbeş-elli rubleden fazla olmayacaktır. İhlal halinde, kabahatli cezalandırılacaktır.
18) Yezidilerin faiz karşılığı borç para vermeleri, kesinlikle yasaktır.
19)Faizcilik kesinlikle yasaktır.
20) Çarşamba günleri cinsel ilişkiye girmek, banyo yapmak ve iç çamaşırı ( don)  değiştirmek men edilmiştir. Çünki İblis Çarşambayı kimse önceden haber veremez.
21) Yezidi rahipler  mutlaka sakal koyvermelidirler. Eğer yapmazlarsa, müridler onları din adamı olarak görmez ve hediye vermezler.
22) Hırsızlık kesinlikle men edilmiştir. Denildiği gibi  "sol el, sağ elin işini görmemelidir. "  Hırsızlar mutlaka otoritelere teslim edilmelidir. Çalıntı malları satın alanlar şiddetle cezalandırılacaktır.
23) Yezidiler, diğer halklar ve insanlara dürüst olmalıdırlar, onları yaralamamalı veya mallarını onlardan habersiz kullanmamalıdırlar. Suçlu bir insan, yaradanın lanetini üzerine çeker.
24) Yezidiler, bulundukları ülkenin kanunlarına itaat etmelidirler.
25) Her Yezidi köyünde mutlaka bir Çavuş bulunmalıdır. Bir Yezidi vefat ettiğinde Çavuş, yedi gün oruç tutmalı ve mezarının başında Qawl icra etmelidir.
26) Her Yezidi köyünde üç kişi  bu örflerin uygulanışını denetlemek için atanmalıdır. Görevlilerin ihmali , yaradanın lanetine maruz kalacaktır.
27) Bir Yezidi, yalan yere yemin etmeyecektir. Bu kuralı ihmal eden, şiddetle cezalandırılacaktır. Yemin metni ( teksti) , Yezidi inancıyla ahenkli olarak tarafımca belirlenecektir. Yezidiler,yeminlerini-andını yazar,  hazırlarken, kendi alfabemiz olmadığından, diğer milletlerinkini kullanabilirler.
28) Bir mülkün ayrılması ve bölünmesine dair işler, bölge Kadısına havale edilecektir.
29) Her Yezidi, vefat etmiş yakınları için sene de bir defa, anma yemeği vermelidir.
30) Yezidiler okullar inşa etmeli ve çocuklarını bilim ve lisan öğrenmeye yöneltmelidirler.
31) Okulların , ruhani ve moral nezareti, kendilerini aynı zamanda dünyevi işlerle de meşguliyeti bulunacak olan bölge Kadı'larının ödevidir.
-----------------------------------------------------------------------------
Metin incelendiğinde, içeriğinin Yezidiliğin dünyevi işlerine ayrılan bir kurallar manzumesi olduğu görülecektir. Aynı zamanda, bu antik inanç mensuplarımızın, asırlar boyunca  içinde yaşadıkları  farklı sosyal ve dini köklere dayalı ve esasen pratik anlamda,  kendileri için de el mahkum  geçerli kılınan hukuk anlayışlarına karşı oluşmuş mukadder çaresizliklerini de sezmek mümkün...
Metin de, Peygamber olarak Ezid ismi veriliyor.
Gerçi gelenekte Ezid ve Sultan Ezi isimleri kullanılıyor ama  sanki metinde daha farklı bir ruhani görev yüklenmiş.
Yezidilikte,  Musevi, Hristiyan, Islam ve  Zerdüştilik  gibi  güçlü ve yaradanın felsefi doktriniyle donatılmış,  bazı devlet aygıtlarınca resmi olarak ilan edilmiş dinlerin peygamberlerine tekabül eden bir fani şahıs yok  aslında...
Yani, Şix Adi var ama  daha çok büyük bir din alimi, dini önder gibi algılanıyor.
Belki de Merkez, yani Lalesh'ten uzaklaştıkça, onun geniş bir çemberinde kalanlar ile Kafkasya Yezidilerinin kendisine ruhani değer atfetmelerinde  bazı farklılıkları da müşahade etmenin mümkün olduğu yazılıyor.
Şix Adi'ye yönelik asırlardır uygun görülen  ilahi vasıflar, yerini daha çok bir din aliminin  profiline  bırakıyor gibi...
Zaten, coğrafyalar arasında  beliren kopukluklardan kaynaklanan iletişimsizliğin verdiği yorum farklılıkları,  soykırımların korkunç neticelerinden biridir.
Bu metin elbette Yezidiliğin cosmogonisine pek ışık tutacak cinsten değil, yukarıda da belirttim zaten.
İlgilenenler için Batılı kaynak bol; ama sırları çözmek yine Kürdlere düşüyor. Çünki  bu sırların ayrıntıları Kürdlerin ruhunda mevcut;  kültürel dünyalarının dışa vurumuna  bazen sessizce  yansıyarak, varlıklarını o reaksiyonların  şekillenmesi ve tezahüründe sürdürüyorlar.
Metnin tercümesinde umarım belirgin bir hata yapmamışımdır, gerçi beni ilk Yezidi deklerasyonu kadar- daha uzun olmasına rağmen- pek yormadı.
Ama varsa bir yanlışlık, kusurum affolmaya...

Friday, 18 October 2019

Levirate

Levirate ,

Tarihin uzak zamanlarından bırakalım izleriyle anılmak, her ne kadar azalarak devam etse de, bazı gelenekler günümüzde mevcudiyetlerini sürdürebiliyorlar. Bunlardan önemli bir sosyolojik fenomen, üçüncü dünya ülkelerinin bazılarında görülüyor.

Konumuzla ilgili dikkat çekici olansa, Yahudi inancının zamanın dünya sosyolojik hareketliliklerine vurduğu bazı kalıcı damgaların pek te gündeme gelmemesi.

Sünnet'in şart, domuz eti yasağının mutlak olmasından tutalım, dindarların kafalarına geçirdikleri ibadetle bağlantılı görünen kepleri dahil, kim bilir bilemediğimiz ne etkileri vardır Yahudi inancının, özellikle de Hristiyan ve hele hele Müslüman sosyolojisi üzerinde.

İşte bir tanesi de, bu genelde küçük erkek kardeşe  vefat eden abisinin dul karısı, yani yengesinin eş olarak dayatılması.

Yani , Levirate : ''a custom of the ancient Hebrews and some other peoples by which a man may be obliged to marry his brother's widow.''
- Bir erkeğin, ölen kardeşinin( abisinin diyelim) eşiyle evlenmeye mecbur bırakılabildiği antik Yahudi ve bazı diğer halklara ait gelenek.
Oysa bendeniz bu çok tuhaf, yakından izleyen birine acıma ve hatta tiksinme duygusu verebilecek bir nevi ensestin kurumlaşmış halinin sadece Türkler, Kürdler ile Araplara has olduğunu sanıyordum.

Bu konuda netten iki kaynak vereyim, ilki https://www.bibleodyssey.org/…/relat…/levirate-marriage.aspx, diğeri de http://www.jewishencyclopedia.com/ar…/9859-levirate-marriage.

Bir de Wikipedia'ya baktım ki, ne göreyim!
Asya'da, Orta Asya'da ( özellikle Kırgız ismi verilmiş muhtemelen çağımız için) , Endonezya ile bir çok Afrika ülkesi ve ismen Kürdler de zikredilmiş. Mardin taraflarında yaygınmış diye not düşülmüş.

Oysa bana kalırsa, geçen yüz yılda Müslüman Kürdlerin ezici çoğunluğunda vardır bu gelenek. Türkmen ve Yörüklerde de bulunduğunu bizzat biliyorum...Ama hemen komplekse kapılmayalım; tarihte İngiliz gavurunda bile varmış bu sosyo-rezalet vakıa vallahi:-))

Kiminde yabancıya mal, hatta kadını kaptırmama derdi öncelik kaygı teşkil ederken, kiminde de kadının ölen kocasından çocuğunun ( muhtemelen erkek !) olmaması bir etken...

Burada çok önemli ve ilginç tarihi bir örnek vereyim Türkmen olduğu yazılan Sultan Alparslan'a dair; From ''Cambridge History of İran, Volume V, edi. by J.A. Boyle'' : The Political and Dynastic History of the İranian World, by C.E. Bosworth

p.79 : '' Many old Turkish traditions and practises were still of significance during Malik Shah's reign.'' ; Bir çok eski Türk gelenek ve uygulamaları Melik Şah döneminde de hala önemini koruyordu.

- '' For example, on his death bed Alp Arslan had recommended that his brother Qavurt should merry his widow, according to the Turkish levirate. The purpose of this custom was to keep wealth within the family ( and perhaps in this case, to prevent undue fragmentation of the empire which Alp Arslan had assembled.)''

; Mesela Alp Arslan ölüm döşeğinde kardeşi Qavurt'un eşiyle evlenmesi gerektiğini tavsiye etmişti. Bu geleneğin amacı, zenginliği aile içinde tutmaktı. Ve belki de bu durumda Alp Arslan kendi kurduğu imparatorluğun yersiz, manasız biçimde parçalanmasını önlemek istemişti.

Bir millenyum evvelini düşündüğümüzde, sosyal kavramların farklı olabileceğini görürüz, kaldı ki bu gelenek, günümüzde bile hala devam edebiliyor.

Saturday, 19 January 2019

Mevlana Torunu Çelebi Arif'e Göre Mümin Kadınların Cennet Mükafatları, Eflaki'den Aktarma

XIII.-XIV. yüzyılların en önemli tarihi vesikalarından olma mahiyetini haiz  bir eserden alıntıyı çok iginç bulduğum için, paylaşmaya karar verdim. Akla gelebilecek her tarihi hususa dair ideolojik amaçlı sansürlerle karartılmış, ve hakkında en az bilinip, en çok hamasi ve gerçek dışı anekdotlar üretilmiş dönemlerden birine ait  muazzam bilgi sağlayan bir eserden bahsediyoruz burada.
İlginç bir hususu da belirtmek lazım ; dindar alim ve Mevlana Celaleddini Rumi'nin torunu Arif Çelebi / Çelebi Arif'in meclislerine kadın katılımı olduğunu da bu vesileyle öğreniyoruz. Ayrıca ,bir kadın için alim nitelemesi de yapılıyor. Dahası 1300 ler de mümin kadınları cennette nasıl bir mükafat beklediğine dair, mesela, hatta cinsel olanı üzerine abartılı tasvirlerle de olsa, bizzat kadının soru yöneltip, en sonunda cevabını da alabildiği ve bu hususların bir erkek meclisinde açıkça konuşulabildiği, dolayısıyla  zamanımıza kıyasla  inanılmaz bir fikir özgürlüğü ortamının mevcudiyetini de gözlemleyebiliyoruz.
Yazarımız Eflaki ,aşağıda makale bitiminde  İngilizcesini de okuyucunun tetkikine sunduğum verilen pasajda geçenleri kaleme alırken satırlarına '' nüktedan ve içki arkadaşlarının naklettiğine göre  bir gün alim,  kalbi nurlu ve  yoksulluk içinde yaşayan bir kadın, kendisiyle birlikte nadide hediye ve elbiseler ile bir çok iyi şeylerle Çelebi'yi ziyarete geldi'' diye başlıyor. Çelebi ismiyle kasdedilen ,müridi Eflaki'nin, adına ''Menakubül Arifin'i'' kaleme aldığı ve bizlere kazandırdığı Mevlana'nın sevgili torunu olan Arif Çelebi elbette.

Burada kısaca bir duralım ve bir düşüncemi paylaşayım. Öyle görünüyor ki Eflaki bu girizgahın ''içki arkadaşları'' kısmını eserine daha sonra da eklemiş olabilir. Zira her ne kadar ilk derlenmesi 1318 tarihine işaret etse de, eserin genişletilmiş yeni yazımı  Çelebi'nin ölümünden  (1320) çok sonraları (1353) yayınlanmış. Aslında bu ibarenin 1353 ten on yıllar sonra Osmanlı zamanında ilave edilme ihtimalini de gözden uzak tutmamak lazım. Belki zamanın Osmanlı uleması Çelebi'nin cennete gitmeye hak kazanan mümin kadınların cinsel hayatlarına dair anlatımlarını hoş karşılamamış ve içki muhabbeti kısmını ilave etmiş olabilirler. Dolayısıyla Çelebi'nin kadına söylediklerini  ''içki alemi muhabbeti'' sonucu sözler olarak yansıtarak, '' anlayın işte şaka yapıyordu'' gibi az hasarlı bir seviyeye indirgeme gayreti de yabana atılır bir ihtimal görülmemeli. 
Mamafih, en makül olanı da, yukarıda da belirtildiği gibi bu girizgahın, eğer aklımdan geçtiği gibi bir ilave ise,  bizzat Eflaki tarafından zamanın dini-politik ortamına göre, çok sevdiği ve hürmet duyduğu Arif Çelebi'ye kalkan amaçlı dahil edilmiş olabileceğidir.

Eseri yazanın tam ismi ve künyesi, Şems al-Din ( Şemseddin) Ahmad-e Aflaki. Eserin ismi: Menaqeb al-arefin.
Farsça'dan İngilizce'ye, ''The Feats of Knowers of God'' başlığıyla John O'Kane tarafından çevrilmiş.
Eser Türkçe'ye de galiba muhtelif zamanlarda farklı isimlerce çevrilmiş, nette bulduğum Tahsin Yazıcı'nın ''Ariflerin Menkıbeleri'' isimli olanı muhtemelen aralarında ciddiye alınması gerekenidir sanırım.
Esasen bu eserin İngilizce ve Türkçe çevirilerini de mukayese önemli bir akademik tez olurdu. Hele hele Farsça orjinalini de bu çalışmaya dahil etmek ise müthiş bir başarı.

Gelelim pasajın çok kısaca yapmaya çalıştığım tercümesine :

Eflaki naklediyor ( s.672-673) : ''Nüktedan ahbaplar ile içki arkadaşlarının naklettiklerine göre bir gün alim,  kalbi nurlu ve  yoksulluk içinde yaşayan bir kadın ( tercihen yani derviş gibi ; benim notum) kendisiyle birlikte nadide hediye ve elbiseler ile bir çok iyi şeylerle Çelebi'yi ziyarete geldi.
Dostça, uyumlu ve uzun bir muhabbetten  sonra , misafir kadın Çelebi'ye sordu : ' Biz sefillerin kıyamet günü gelince halimiz ne  olur, ve bizim ahirette sonumuz ne olur ?'

Çelebi cevapladı :'Yüce yaratıcı şefkatini göstermiş, siz yüce cennete gireceksiniz ve Huriler hizmetkarlarınız olacak.'

Kadın devam etti : 'Bize  ebedi hayatın mekanın da oturmayı ihsan eden cömertliğiyle O'na hamd olsun ( şükret, edelim). Peki orada başka ne olacak ?'

Çelebi cevapladı:' Her gün imanlılar ve dervişler, peygamber ve mistikler, mübarek ve şehit olanlar, ile takva ehli ve samimi olanları ziyaret ederler. Ve kendilerine canlarının çektiği , göz zevklerine uygun her şeyin bulunduğu en güzel lezzetle dolu sofralarla ziyafet çekecekler ( ve burada Arif cennet ve nurla ilgili bir takım mistik ve dini referanslı kelamlar ediyor).'

Ama kadın ısrarlı ve soruyu tekrarlıyor : 'Peki orada başka ne olacak ?'

Çelebi : 'Nihayetinde onlar gözlerini Yaratanın yüzüne diktiklerinde, -Yüce Yaratan arkadaşı için kendi hazırladığı şaraba sahip - o halis şaraptan dolayı sayısız yıllar boyunca mest olacak, ve bu ebedi mutlulukta kendilerinden geçmiş  halde olacaklar.'

Aynı çizgide ısrarlı sorularına bakılırsa, mümin kadınların  cennetteki yerlerine dair genel  anlatımlarından zaten haberdar olabilecek misafir kadının, Çelebi'nin mevcut cevaplarını tatminkar görmediği de rahatlıkla anlaşılıyor. Belli oluyor ki aslında öğrenmek istediği, erkek müminler Hurilerle mükafatlandırılırlarken, kadınların cinsel doyumlarına dair bir belirleme olup olmadığı.
Son olduğunu aşağıda Çelebi'nin cevabından anlayacağımız sorusunu tekrarlıyor : 
'Orada başka ne olacak ?'

Ve Çelebi muhabbeti şu sözlerle noktalıyor : 'Yüce cennette nihai ihsan olarak kadiri mutlak ilahça yaratılmış kule ve çınar ağacı dalları gibi penisler  bulunur. Penisler, kural olarak kadın dervişler ile dul kadınların istekleri yerine getirilerek vajinalarına tüm cazibesiyle sokulur : Ve Biz de daha çok var ( 50/35 ; ''daha çok sunacaklarımız var,'' gibi ; anladığım kadarıyla Çelebi burada Kuran'da mevcut ilgili ayet ve sure'ye atıfta bulunuyor ; benim notum), onlar hazzı tadacak ve rahatı bilecekler ( ''anlayacaklar, görecekler'' gibi ). Bundan daha memnuniyet verici ne olabilir ?'
O noktada içten ve fakir ( derviş gibi demek istiyor olabilir; benim notum) kadın , mutlak bir bağlılıkla başını önüne eğdi. Giydiği her şeyi ortamda mevcut olan okuyuculara ( ezbere kuran, şiir okuyan, hikaye nakledenler, gibi; benim notum) bağışladı ve içi neşeyle dolmuş olarak ayrıldı.''
Tercüme ettiğim kısım bu kadar.

Elbette bu müthiş eserin can alıcı noktası yukarıya alıntıladığım ve tercümesini yapmaya çalıştığım pasaj değil. İçinde ilginç bulduğum ve aslında bu aktardığım bölüme  gelene kadar, döneme dair politik-sosyal-etnik-linguistik-İslami ve heretik, çok önemli bilgi ve belirlemeler var. 
Mesela, Türk kavramının genel de hakaret amaçlı ve toptancılıkla rastgele de kullanıldığını gözler önüne seriyor. Ayrıca her geçtiğinde, mesela Germiyan, Menteşe vb., beyliklerin ismi zikredildiğin de, orjinallerin de ''oğlu'' ibaresinin yer almadığını da farkedebiliyoruz.
Mevlana sülalesinin zamanın politik güç odaklarıyla iyi geçinerek varlıklarını devam ettirebildiklerini de öğreniyoruz. Bu stratejinin şaşması durumunda problemler yaşandığını da...
Bir diğer tesbitim ise, Mevlana'nın İslami hiç bir açıklaması olmayan Sema ritüeli üzerine düşünülmesi gerektiği. Ve  son olarak, eğer becerebilirsem, Çelebi Arif'in yeni Moğol yönetiminin gözüne girmek için ustalıkla düzenlediği bir oyunu, mistik ve metafizik bir yoruma büründürerek bizzat bu gösterinin hedefi ve aracısı olarak tesbit ettiği şahısça Moğollara nasıl saygıyla naklettirebildiğini de yazarım bir gün.

Bu arada üşenmeden makaleyi incelemeyi  bitiren okuyucu arkadaşlarıma, İngilizce'ye hakimiyetimin, bu bana göre zor olan pasajları tercümeye yeterli olmadığını açıkça belirteyim. Bazı cümlelerde çok zorlandım ve yanlışlar olabilir. Ama asıl mesaja dair bölüm genel olarak daha kolay oldu. Yine de mevcut ve çevirisini düzgün yapamadıklarım ile hatalı olupta farkedemediklerim için sizlerden özür dilerim. 

Pasajın İngilizcesi aşağıda ,
-The witty companions and drinking comrades related that one day a learned woman who lived a life of poverty and was of enlightened hart came to visit Chalabi, and she brought many good things , rare gifts and clothes.After lengthy association and friendly concord, the woman asked :What will be the situation of us wretched ones on the day when the Resurrection occurs, and what will be our final end in the hereafter ? Chalabi replied: " God Most High having shown His kindness , you will enter supreme paradise and the Houris will be your servants."
She said :" Praise be to Go who in His bounty has caused us to dwell in the abode of eternal life .And what else will there be ?'
He replied:'Every day the believers and the dervishes will go to visit the prophets and the Friends of God , the blessed and the martyrs , and the pious dear ones. And they will  feast and have enjoyment of the fine delicacies which contain whatever the soul desire and the eyes delight in. And having ascended onto palaces of light , they will look about them. She said:'What else will there be ?'
He replied: ' Finally they will gaze upon the face of God in such a way that they will intoxicated for countless years from the pure wine of : " God Most High possesses wine which He has prepared for His friend.", and they will become enraptured in this eternal happiness.'
She said :'What else will be there ?'
He replied:' The final (akherin) bounty in supreme (barin) Paradise consists of penises like towers and branches of the plane-tree , created by divine omnipotence. They are inserted in the vagine of the widowed (biva) women and female dervishes full of charm (shiva) so that having been rendered happy in accordance with: And We have still more (50/35), they will experience delight and know repose. What could be more pleasant than this ?'
At that , this sincere woman of poverty lowered her head in absolute devotion. Everything she was wearing she bestowed on the reciters and she departed filled with joy."